18 Ocak 2018 Perşembe

MUHİBBİ DİVANI VE DİVAN EDEBİYATI

https://twitter.com/kanaryamfenerli _/\/\____________/\/\_____________ KANARYAM █▓▒░▒▓█ FENERLİ ¯¯¯¯¯¯\/\/¯¯¯¯¯¯¯¯¯\/\/¯¯¯¯¯¯¯¯¯ Divan (دیوان) sözcüğü Farsça'dan Arapça, Türkçe, Urduca ve diğer İslam milletlerinin dillerine girmiş, oralardan da komşuları olan gayri müslim unsurlara ve batı dillerine yayılmıştır.Farsçadaki "yazan, yazmak" anlamındaki dibir kelimesinden gelen kelimenin edebîyatta iki anlamı vardır: Belli bir kalıpla yazılan ve besteyle okunan şiir türü. Kalıp "fâilâtün fâilâtün fâilâtün fâilün" şeklindedir. Divan edebiyatı şairlerinin eserlerini topladıkları antolojik eser. Divan şairlerinin, eserlerini önceleri serbest, daha sonra belli bir düzen içinde topladıkları kitaplar divanlar, divançeler ve hamselerdir. Divan, divançe ve hamseler, yazarlarının adlarıyla anılırlar. Örneğin Nedîm Divanı, Fuzulî Divanı gibi. Bir tür antoloji olarak görülebilir. Zamanla divanlarda şiirler belli bir düzene göre sıralanmaya başladı. Bu elemeye "divan tertibi" bu tür divanlara da "mürettep divan" adı verilir. Tam bir divanda sırasıyla, kaside (tevhid, münacat, na't, medhiye), tarih, musammat, gazel bölümleri yer alır. En sonda da lugazlar, muammalar, müfredler, azadeler bulunur. Divanda gazeller kafiye ve rediflerinin son harfinin Arap alfabesindeki sırasına göre dizilir. Yani elif’ten başlayıp ye harfine kadar. Her harften en az bir şiir olması şarttır. Ama buna uymayan şairler de olmuştur. Divan Düzeni Her divan belli bir nizama göre düzenlenir. Divan edebiyatında bu sıralama ortaktır ve çoğu zaman bunlara uyulur.Bazen şairler bu bölümlerin her birinde ayrı ayrı eser vermez. O zaman kitabı "divânçe" adıyla anılır. Bölüm: Kasideler: Tevhîd, münâcaat, na't- Çeşitli övgüler. Bölüm: Tarihler: Ebced hesabıyla hazırlanan önemli tarih olaylarını kasteden şiirler. Bölüm: Musammatlar: Terkîb-i bend, murabba, tahmisler. Bölüm: Gazeller: Her beytin son harfi ile sıralanan alfabetik sıralı gazeller. Bölüm: Kıt'alar: Kıt'a, matla', muamma, lügaz, müf-red, azade gibi daha küçük nazım birimleri. Divan Edebiyatı, Türklerin İslam dinini benimsemesinden sonra ortaya çıkan yazılı edebiyattır. İslâm uygarlığının edebiyat geleneğini şekillendiren Arap ve Fars ile beraber üç büyük ekolden birisidir. Klasik Türkçe denilen ve aynı uygarlık dünyasının merkezi olan Kur'an dili Arapça ve edebi dil Farsçadan alınan sözcükler ile zenginleşen bir dil ile üretilmiş bir edebiyattır. Bu edebiyata "divan edebiyatı" denmesi İkinci Meşrutiyet (1908-1923) zamanına dayanır. Şairlerin, şiirlerini divan denen el yazması kitaplarda toplamış olması nedeniyle böyle bir terim geliştirilmiştir[kaynak belirtilmeli]. Fakat eksik bir tanımlama olduğu açıktır. Çünkü divan sadece şiire has bir tabirdir, oysa edebiyatın içinde mesnevî,hikâye, nesir gibi başka unsurlar da zirveye ulaşmıştır. Kur'an’ın Arapça olmasından dolayı pek çok toplumun (kültürü ve) dili değişime uğramıştır[kaynak belirtilmeli]. Fars Edebiyatı'nın ürünlerinden Türk Edebiyatı büyük ölçüde etkilenmiştir. Divan Edebiyatı, daha çok şiir türünde örnekler içerir ve düzyazı nesir eserler azdır. Divan Edebiyatı'nın ilk örnekleri 13. yüzyılda ortaya çıkmıştır. Bu Edebiyat'ın ilk ürünlerini veren Hoca Dehhani'dir. Horasan'dan gelip Konya'ya yerleşen Dehhani, özellikle İranlı şair Firdevsi’nin etkisinde şiirler kaleme almıştır. 14. asır, eğitici ve dini yapıtlar oluşturmaktadır. Bu dönemde, İran Edebiyatı'nda işlenen konular, Türk Edebiyatı'na girmeye başlamıştır. Mesud bin Ahmed ile yeğeni İzzeddin'in 1350'de yazdığı "Süheyl ü Nevbahar", Şeyhoğlu Mustafa'nın 1387'de yazdığı "Hurşidname", Süleyman Çelebi'nin (1351-1422) "Vesiletü'n-Necât" başlığını taşımakla birlikte Mevlid adıyla bilinen ünlü yapıtı, İran Edebiyatı'nın etkisiyle yazılmıştır.Bu sebeple İran ile ilişki içinde olmuştur. Divan Edebiyatı, özellikle şiir alanında en parlak dönemini 16. yüzyılda yaşamıştır. Bu dönemde, Bâkî ve Fuzûlî, Divan şiirinin en iyi örneklerini vermiştir. 17. yüzyıla girildiğinde, Divan Edebiyatı'nın ulaştığı düzey, İran Edebiyatınınkinden geri değildir. Divan şairleri, şiirlerinde fahriye denen ve kendilerini övdükleri bölümlerde, şiir ustalığının doruğuna çıkmışlardır. Öğretici şiirleriyle tanınan Nabi ve bir yergi ustası olan Nef'i bu yüzyılın ünlü divan şairleridir. Divan Edebiyatı, en özgün şairlerinden olan Nedim'in ve Şeyh Galib'in ardından, 18. yüzyılda bir duraklama dönemine girmiştir. Daha sonraki şairler, özellikle bu iki şairi taklit etmiş ve özgün yapıtlar ortaya koyamamışlardır[kaynak belirtilmeli]. 19. yüzyılda, Batılılaşma sonucunda oluşan kompleks ve kendi değerlerine karşı yapılan eleştiri sonucunda Divan Edebiyatı artık gözden düşmüştür. Edebiyatı ilk eleştiren düşünür, Namık Kemal'dir[kaynak belirtilmeli]. Tanzimat'la birlikte, Türk Edebiyatı'nda Batı etkisinde yeni biçimler, konular denenmeye başlanmıştır. Böylece, Divan Edebiyatı önemini yitirmiş; Tevfik Fikret, Mehmet Âkif Ersoy ve Yahya Kemal Beyatlı ve bazı diğer şairlerin, Türk Edebiyatı'nda aruz ölçüsüyle (vezniyle) yazılan son şiirleri [kaynak belirtilmeli] kaleme aldığı söylenir. Günümüz Divan Şairleri Cumhuriyet döneminde Yahya Kemal'den sonra artık hayattan çıktığı söylenen divan şiirinin günümüzde de temsilcileri vardır. Memduh Cumhur, Şahin Uçar (Şeydâ mahlası ile) ve Savaş Ş. Barkçin (Zerefşân mahlası ile) bu şairler arasındadır. Memduh Cumhur daha çok Yahya Kemal çizgisinde iken, Uçar ve Barkçin daha çok klasik zevke uyan şiirlere sahiptir. Uçar'ın bir divançesi (küçük divan), Barkçin'in ise bir müretteb divanı bulunmaktadır. Uçar'ın divançesi şairin sadece yakın çevresine dağıttığı bir yaygınlığa sahiptir. Divân-ı Zerefşân ise 2013 yılında yayınlanmıştır. Divan Edebiyatı'nda Nazım Nazım, sözlük anlamıyla "sıra", "düzen" demektir. Ama Divan Edebiyatı'nda nazım dendiğinde şiir anlaşılır. Divan şiiri, kuralları Arap ve Fars Edebiyatı'ndan alan aruz ölçüsüyle (vezniyle) yazılmıştır. Bununla beraber, Nedim ve Şeyh Galip gibi bazı şairlerin hece ölçüsüyle yazılmış şiirlerine rastlamak mümkündür[kaynak belirtilmeli]. Aruz ölçüsünde (vezninde) açık ve kapalı heceler çeşitli kalıplarda, kendilerine özgü bir düzen içinde sıralanır. Şairler eserlerini yazarken seçtikleri kalıba mutlaka uymak zorundadır[kaynak belirtilmeli]. Aruz, esas olarak hecelerin uzunluğu ve kısalığı temeline dayanan bir şiir ölçüsüdür. Türklerin İslamiyet’i kabul etmelerinden sonra medrese kültürü ile yetişen şairlerin Farsça’yı edebiyat dili olarak benimsemeleri, aruzun Türk Edebiyatına da girmesini sağlamıştır. Aruz ölçüsü nazım şekillerine göre değişik kalıplarda kullanılır. Örneğin; Rubaî nazım şekli ahreb ve ahrem adı verilen belli aruz kalıplarıyla yazılabilir. Rubai'de mısralar; a+a+b+a şeklinde kafiyelidir. Divan Edebiyatı'nda Nazım Birimi Mısra Mısra Divan şiirinde aruz vezinli yazılmış bir satırlık nazım parçasıdır. Divan şiirinde en küçük nazım birimi mısra olmakla beraber, esas olan beyittir ve bu Arap edebiyatından gelmiştir. Arapça sözlük anlamı ile beyt ev demektir; mısra ise, çift kanatlı bir kapının kanatlarından her birine verilen addır ve beyitten ayrıdır. Fakat az olsa da, tek başına bir mısra şekilnde bulunan bir nazım şekli de bulunmaktadır. Buna mısara-i azade (azade mısra) adı verilir. "Âzâde mısralar" bir şair tarafından hazırlanmış olan divanın en sonunda yer alırlar. Şair "azade mısraları" tek bir mısra halinde söyler ve diğer herhangi mısra ile hiç bağlantı kurmaz. Örnek: Lisâna gelmeyen burhân-i vicdanı muattaldır. (Leskofçalı Galip) Güzel söylenmiş ve herkesçe beğenilmiş bir mısra bazan tek başına olarak tanınır. Bunlar "azade mısra" olabildikleri gibi çok kere bir beyit parçası olabilirler. Bunlara mısra-i berceste (berceste mısra) adı verilir. Örnek: Eğer maksûd eserse mısrâ-i berceste kâfîdir. (Koca Ragıp Paşa) Bu güzel söylenmiş mısra bir beyit parçasıdır ve "azade mısra" değildir ama tek bir "mısra-ı berceste" olarak bilinmektedir. Beyit Aynı vezinle yazılmış iki misra'a beyit adı verilir. Beyit Divan şiirinin en önemli birimidir. Beyti meydana getiren iki mısra anlamca da ilişkili olması gerekir. Beyiti oluşturan iki mısra birbirlerine ya kafiyeli olabilirler ya da kafiyesiz olurlar. Beyitin ana öğeleri anlam ilişkisi ve aynı vezinde olmasıdır ve bir beyitte iki mısra kafiyeli veya kafiyesiz olabilirler. Divan şiirinde beyit esas olduğu için anlamın bir beyit içinde tamamlanması ana kuraldır. Ancak istisnalar da görülür. Anlam bir beyitte tamamlanamayıp yardımcı beyitlerle anlam tamamlanmaktaysa bu beyitlere "merhun" adı verilir. Beytin iki mısrasını birbirlerine kafiyeli olarak hazırlamaya tasri' denir ve bu türlü yazılan beyite musarra denir. Bir divanda iki beyiti kafiyeli beyitler iki şekilde bulunabilirler. Birinci halde iki mısra kafiyeli beyit tek başına altındaki beyit ve üstündeki beyit ile hiç bağlantısı olmadan bulunur. Bu türlü altındaki ve üstündeki beyitlerle ilişkisi olmayan birbirine kafiyeli iki mısralık beyite "mufred" adını veren edebiyatçılar bulunmaktadır. Halde ise birçok beyitlerden kurulu bir şiirin en başında biriyle kafiyeli iki mısradan oluşan beyitler bulunur. Bu tür kafiyeli iki mısradan oluşan beyitin başta olması gazel ve kaside türünde şiirler için bir kuraldır ve bu türlü şiirlerdeki bu türlü beyite 'matla adı verilir. Beni cândan usandırdı cefâdan yâr usanmaz mı?Felekler yandı âhımdan murâdım şem'i yanmaz mı?Kamu bîmârına cânân devâ-yı derd ider ihsânNiçin kılmaz bana dermân beni bîmâr sanmaz mı? Bu Fuzuli'nin bir gazelinden alınan iki beyittir. İlk beyitteki iki mısra tasridir yani kafiyelendirmiştir; beyit musarradır. Bu gazelin baslangıç beyiti olduğu için matladır. İkinci beyitteki iki mısra kafiyeli değildir. Divan Edebiyatı'nda Nazım Biçimleri Ölçülü ve kafiyeli söz ya da yazıya "manzum" ya da "manzume" denir. Şiirde mısra sayısı, beyit veya dörtlük sayısı, sıralanış düzeni, kafiye yapısı gibi dış özelliklerin tümü, nazım biçimini oluşturur. Divan şiirinde pek çok nazım biçimi vardır. Gazel: En sık rastlanan ve sevilen şiir türüdür. En az 5 beyitten oluşur. Aşk, ayrılık, güzellik gibi kavramları işler. Yukarıda verdiğimiz gazel aynı zamanda bir "musammat gazel"dir. Yani hem yatay okunduğunda, hem de dikey olarak okunduğunda kâfiyeli ve anlam bütünlüğüne sahiptir. Şu şekilde de okunabilir: Beni cândan usandırdıFelekler yandı âhımdancefâdan yâr usanmaz mı?murâdım şem'i yanmaz mı?Kamu bîmârına cânânniçin kılmaz bana dermândevâ-yı derd ider ihsânbeni bîmâr sanmaz mı? Kasîde: 17 beyitten uzun olan ve daha çok bir şahıs veya dini, tarihi önemli bir konuyu ele alır. Kıt'a: Dört mısrâdan oluşur. Divan Edebiyatı* Medh-i çar-yar-ı güzin) Maktel-i Hüseyin Miraciye Hilye Mevlid Kırk hadis Menkıbname Kıyafetname Sürname Hamamname Şehrengiz Hicviye Hezliyat Tarih düşürme Muamma Lugaz Dariye Rahşiye Evliya tezkiresi Kısas-ı enbiya Siyer Tezkire Tarih Sefaretname Seyahatname Siyasetname Münazara Münşeat Mecaz Mecaz-ı mürsel Teşbih Telmih Tecahül-i arif İstiare (edebiyat) Tevriye Hüsn-i talil Leff ü neşr Kinaye Teşhis ve intak Tekrir Tenasüp Divan Şiiri'nin konuları ve özellikleri Aşk teması, divan şiirinin merkezini oluşturur. Divan şiirinde Kur'an, hadisler, Muhammed ve kutsal kişilere ilişkin rivayetler, tasavvufun ortaya attığı sorular da işlenmiştir. Divan şiirinde, Türk kültürüne ilişkin ögelerden de yararlanılmıştır. Divan Edebiyatı eserlerinde aşk, aşık-maşuk kalıbı her zaman bulunur. Aşk uzlaşımsaldır; yani temel özellikleri hiç değişmez. Mesela bütün aşklar tek yanlıdır, aşık hep sever, acı çeker, hiçbir karşılık görmez, her zaman sevdiğinden ayrı kalışını dile getirir, ayrıca rakipleri de vardır. Bu yüzden, her zaman kıskançlık içinde kıvranır durur. Sevilen ise hemen her zaman aşığına ilgisiz davranır, onu tanımazlıktan gelir. Sevilen hep bir sultan, efendi, sahip kimliğinde gösterilir. Sevilen şah, aşık ise kuldur. Aşık için en tehlikeli durum, sevilenin eziyet ve cefa çektirmekten vazgeçmesidir. Divan şiirinde betimlenen sevilen tipi de tektir ve değişmez. Bütün divan şairleri farklı çağrışımlara yol açabilecek mazmunlar kullansalar da, gerçekte tek bir tip sevilen imajı çizerler. Bu geleneksel sevilen tipinin, "boyu servi gibi uzun, beli ince, saçları uzun ve siyah, yanakları gül kırmızısı, gözleri siyah, bakışları kılıç gibi keskin, ok gibi yaralayıcı"dır. Başka bir özelliği de, sevilenin hep genç oluşudur. Böyle betimlenen sevgilinin aşığının (yani şairin) gözyaşı "Nil" ya da "Fırat" ırmakları gibi akar. Hatırlatmak gerekir ise, Divan şiirinde, bütün şairlerin kullandığı bu tür benzetmelere “mazmun” denir Mazmunları yerli yerinde ve başarılı bir biçimde kullananlar başarılı şair sayılırdı. Divan şiirinde aşk iki türlü işlenmiştir: Dünyevi aşk ve ilahi aşk. Aşk konusu şairin dünya görüşüne koşut olarak anlam kazanırdı. İlahi aşk konusunda, tasavvuf yoluna giren şair için amaç mutlak güzellik olan tanrıya kavuşmaktır. Bu da ancak maddeden sıyrılıp benliği yitirmek ve aşk (dervişlik) yoluna girmekle olur. İlahi aşk; maddi aşkla başlar: Dünya üstündeki bir güzele aşık olan şair, dünyanın güzelliklerine aşık olan şair, bu durumu soyutlama yoluyla ilahi aşka dönüştürür ve Tanrı’nın benliğine kavuşmaya çalışır; Tanrı’da kendi benliğini eritme anlamına gelen “fenafillah” aşamasına erişince de gerçek mutluluğu bulur. Ancak, bu aşama ölümden sonra gerçekleşebilecektir. Divan şiirinde sevilenin, erkek kimliğinde görülmesi, doğrudan doğruya tasavvuftan kaynaklanır. Yunan düşünürü Platon’a kadar uzanan bu yaklaşımda, en saf ve en gerçek aşk önemlidir; tensel zevkler ve cinsellik söz konusu edilemez. Tensel zevkler ve cinsellik ancak neslin devamının sağlanması açısından karşı cinsiyete duyulan aşklarda söz konusu olabilir. Bu nedenle, Tanrı’nın gerçek güzelliğinin yansıdığı, gerçek aşk kaynağı genç erkekler, ilahi aşkın nesnesi olmuştur. Dünyevi aşk konusunda, aşk düşüncesi, yaşama bağlı şairler tarafından da din dışı bir anlayışla ele alınmış ve işlenmiştir. Yaşamdaki güzellikler ve güzelliğiyle simgeleşen kadın, divan şiirinde önemli yer tutmuştur. Dünya nimetlerine bağlı Divan Edebiyatı şairleri, bu nimetlerden zevk alarak yararlanmasını bilmişlerdir. Söz konusu ozanlar için kadın tapılacak biridir: Güzelliğiyle büyüler, zaman zaman ilgi gösterip, zaman zaman rakipleriyle gönül eğlendirerek aşığını üzer. Aşık, sürekli bir üzüntü içinde kıvranıp durur. Divan şiirinde yaygın işlenen konulardan biri de doğadır. Ama doğa, şairin hünerini göstermesi için bir araçtır. Çünkü şair, doğayı kendisinin gördüğü gibi değil, önceki usta şairlerin gözüyle yansıtır. Doğa, daha çok kasidelerin ve mesnevilerin konusu olmuştur. Bahar ve kış mevsimleri o kadar çok işlenmiştir ki, bu iki mevsimi anlatan şiirlere ayrı adlar bile verilmiştir]. Baharı anlatan şiirlere bahariye, kışı anlatanlara da şitaiye denmiştir Bahar, şair için sevinç kaynağıdır. Bahar için yapılan benzetmelerden biri sultandır. Örneğin bahar sultanı, ordusunu toplar, kış sultanına hücum ederek onu yener. Bâkî'nin "Bahar Kasidesi", en güzel bahariye örneğidir[. Bahar betimlenirken gül, bülbül, lâle, sümbül, çimen gibi sözcüklere sıkça başvurulmuştur. Divan şairine göre bahar, yaşam ve canlılığın kaynağıdır. Kış ise can sıkıcı ve bunaltıcıdır; zalim bir padişaha benzetilir. Divan şiirinde, işlendiği biçimiyle doğa belli öğelerle sınırlı kalmıştı. Örneğin, orman, dağ, ova, rüzgâr, yağmur gibi öğeler Divan şiirinde hemen hiç kullanılmamıştır. Divan şiirinde kayıklar vardır, ama deniz yoktur. Divan şiirinde bilinçli olarak yapay bir dünya yaratılmıştır. Divan Nazmında söz sanatları Divan şairinin başarılı olabilmesi için dilin inceliklerini bilmesi gerekirdi. Şairin söz sanatlarındaki ustalığı şiirinin değerini arttırırdı. Bu nedenle şairler, hüsn-i ta'lil ve teşbih sanatına sıkça başvurmuşlardır. Hüsn-i ta'lil, nedeni bilinen bir olayı, daha güzel biçimde açıklama ve anlamlandırma sanatıdır. Benzetme de denen teşbih ise, bir durumu, bir oluşu, bir varlığı daha güzel bir duruma, bir oluşa, bir varlığa benzetmektir Divan şairi için benzetilenler, daha doğrusu neyin neye benzetileceği bellidir ve kalıplaşmıştır. Bu amaçla hazırlanmış listeler bile bulunmaktadır. Ancak, Divan Edebiyatı'ndaki asıl yenilik, hüsn-i ta'lil sanatıyla ortaya konulurdu. Böylece şair, bir sözcüğe ya da deyime, kullandığı dili iyi bilmesi oranında artan anlamlar yüklenmiş oluyordu . mazmun). Divan Edebiyatı'nda Nesir Divan edebiyatında üç tür düzyazı biçimi vardır. Yalın düzyazı, süslü düzyazı ve orta düzyazı. Yalın düzyazıda halkın konuştuğu dil kullanılmış, halk kitapları, halk öyküleri, Kur’an tefsirleri, hadis açıklamaları bu türde işlenmiştir . Süslü düzyazıda, hüner ve marifet göstermek amaçlanmıştır. Bu türe, genellikle medrese öğrenimi görmüş, Arapça, Farsça veya Osmanlı Türkçesi’nı iyi bilen yazarlar yönelmiştir. Çok uzun cümlelerin, bol söz ve anlam oyunlarının göze çarptığı bu türün en belirgin örneklerini Veysi ve Nergisi vermiştir. Bundan başka, süslü düzyazıda çok ürün verilmiş bir diğer eser türü de tezkire’dir[. Bu türün ilk klasik örneğini, 16. yüzyılda Aşık Çelebi yazmıştır. Tezkire geleneği 19. yüzyılda Fatih Efendi'ye değin sürmüştür. Orta düzyazı ise, divan edebiyatının hemen hemen bütün klasik yazarlarının kullandığı bir türdür. Belirgin özelliği, söz ve anlam oyunlarından, hüner ve marifet gösterilerinden kaçınılmış ve içeriğin ön planda tutulmuş olmasıdır. Özellikle tarih, gezi, coğrafya kitapları ve dini içerikli kitaplar bu türde yazılmıştır. Divan şairi, belli kıstasları ve mazmunları bulunan divan edebiyatı içinde eserler veren şairlere verilen addır. Eski Türk edebiyatını içerdiği gibi İslam coğrafyasındaki diğer dillerin edebiyatlarını da içine alan bu edebiyatta ortak bazı kurallar bulunmaktadır. Divan şairleri bu kurallara katiyen riayet etmiştir. 19. yüzyıla kadar yerel ya da bağımsız bir edebiyat anlayışı türetilmemiştir. Klasik Türk edebiyatı içerisinde şiir dışındaki yazı şekilleri rağbet görmüyordu. Yazılan her şey nazım- yani şiir şeklindeydi. Bu yüzden "divan şairi" tamlaması divan edebiyatçılarına işaret edebilir.[1]Şairler divan edebiyatının ilk dönemlerinden beri tezkirelerde anılmıştır. Bu edebiyat tarihlerinde divan şairlerinin biyografileri, şiirlerinden örnekler bulunmaktadır. Osmanlı coğrafyasında yazılan tezkirelerde toplam 3182 şair yer almaktadır. [2] Divan şairleri çeşitli mesleklere sahiptiler. İlmiye(%36), derviş(%5.7), bürokrat(%2.8), asker(%4), esnaf(%3.7) bunlardan birkaçıdır.[3]En çok divan şairi yetiştiren yöreler bürokrasi ve saray eşrafının yoğun olduğu yerlerdir. İstanbul 609, Bursa 156, Edirne 150, Konya 69, Diyarbakır 40, Kastamonu 36, Bağdat 35, Gelibolu 30, Bosna 26, Kütahya 24 şairle önemli tezkirelerde yer alan yörelerdir.[4][5] MUHİBBİ DİVANI KANUNİ kanuni sultan süleyman han'ın şiirlerini yazarken kullandığı mahlas. bu mahlasla yazdığı şiirleri divan-ı muhibbi isimli bir divanda toplanmıştır.yazdığı yaklaşık 2800 gazelle büyük bir divan oluşturmuştur ve zati'den sonra türk edebiyatının en çok gazel söyleyen ikinci şairi olmuştur.Muhibbi kelimesi, Kanuni Sultan Süleyman mahlasıdır. Kanuni oluşturduğu divanındaki şiirlerini Muhibbi mahlasını kullanarak yazmıştır.Muhibbi kök olarak sevgili manasına gelen habip’ten gelmektedir. Habip, Arapça kökenlidir.Muhibbi ise yine sevgi sevgi duyan, sevgisi bol olan ve muhabbeti bol olan anlamına gelmektedir. Kanuni Sultan Süleyman bu mahlas ile 3000′e yakın şiir yazmıştır. Muhteşem Süleyman ismiyle anılan padişah edebi yönüyle de muhteşemliğini ortaya koymuştur.Muhibbi yani Kanuni Sultan Süleyman Divanı üzerinde Prof. Dr. Çoşkun Ak çalışmıştır. Divan üzerine yapılan çalışma için Kapında çünki meddahım, seni medh ederim daim, Yürek pür gam, gözüm pür nem, Muhibbi‘yim hoş halim! Dedim: muhibbi yem bilür Dedi: halvet kılsak n’olur Dedim: korkam uykum gelür Dedi: baş koy kucağıma pâdişâh-ı 'aşkam u dil defter u dîvân bana derd u mihnet sözlerin yazdum yeter 'unvân bana inlerem tanbûr-veş bagrum delindi ney gibi bezm-i gamda mesken oldı kûşe-i hicran bana buseye bir cân nedür bin cân virürdüm cân ile yarım ağız buse ikrar eylese yârum bana öldürür gerçi ki gamzen 'âşıka virmez amân leblerün Îsî-nefes her lahza virür cân bana yanayum pervâne veş şem'-i cemâli nûrına şem'-i hüsne çün muhibbi didi dilber yan bana Muhibbi Kanuni Sultan Süleyman’ın mahlasıdır.Kanuni Sultan Süleyman'ın eserlerinde kulandığı takma ad mahlas'dır.Sevgi duyan, dost anlamına gelir.Yaşadığı asrın ve Osmanlı Devleti'nin son büyük padişahı olan Kanunî Sultan Süleyman; "Muhibbî" mahlâsıyla kaleme aldığı şiirleri, bu şiirlerde gösterdiği şairlik kudreti bakımından da "muhteşem" bir şahsiyet olarak karşımıza çıkıyor. Kırk altı yıl süren saltanatı döneminde; at sırtından inme fırsatı bulamayan, seferlerle, zaferlerle, bitmez tükenmez devlet işleriyle uğraşıp didinen "Muhteşem Süleyman"ın şiire de zaman ayırabilmesi, sayısız şiirler kaleme alması, divanlar düzenlemesi, dilden dile asırlarca dolaşacak mısralar yazabilmesi, onun bu alanda da "muhteşem" oluşunu ortaya koyuyor.Büyük şair, büyük padişah Kanunî, babası Yavuz Sultan Selim gibi her tür şiirden anlayan; âlim ve şairlere büyük önem veren, onları himayesine almaktan, onlarla dost, arkadaş olmaktan büyük bir zevk alan yüce bir yaratılışa sahipti. Şairler sultanı Bakî gibi dönemin önde gelen şairleriyle karşılıklı şiir sohbetlerinde bulunmak, beğendiği şiirlere nazireler yazmak, şiirlerinin diğer şairlerce özellikle Bakî tarafından beğenilmesi, onu son derece mutlu ediyordu.Bakî, dostlarından birine gönderdiği bir mektupta padişahtan övgü ile bahsediyor: " ebyât-ı şerîfesi Bî-misl ü bî-hemtâ vâki olduğundan gayrı hususa Eğrilik olsa aceb mi kâfiri mihrâbda beyt-i şerîfi vallahulazîm bir mertebe ser-âmed beytdür ki asla nazîre mümkün degüldür." diyordu. Ayrıca bu şiire iki nazîre söylediğini; bunu da "Yenilen oyuna doymaz." sözüyle açıklayarak, daha fazla karşılık verecek kud¬retinin olmadığını belirtiyordu. Padişah şairlerin ve diğer divan şairlerinin en çok şiir yazanları içerisinde ilk sırayı verebileceğimiz Kanunî Sultan Süleyman'ın 3000 civarında şiiri bulunmaktadır.Bu şiirler içerisinde dil, duygu ve içerik açısından henüz gelişmemiş ilk şiirleri yanında; padişah olup büyük şairlere yakınlaşması sonucunda ortaya çıkan olgun ve sanat zevkini ortaya koyan şiirlerine bakınca, Kanunî'nin ne derece ince duygu ve düşünceler şairi olduğunu görüyoruz.Yazdığı aşk, heyecan, kahramanlık ve tefekkür şiirleri ve yıllarca gönüllerden silinmeyen, atasözü gibi dilden dile dolaşan şiirleri yanında, şairlik gücünü ortaya koyan ve divan şiirinin bütün incelikleriyle söylenmiş şiirleri Muhibbî divanının büyük bir bölümünü kapsamaktadır. Bunlar arasında; Ey demadem mazhar-ı tuğyan u isyanım oğul Takmayan boynuna hergiz tavk-ı fermanım oğul Ben kıyar mıydım sana ey Bayezid hanım oğul Bi-günahım dime bari tevbe kıl canım oğul Neşet-i Haktır übüvvet ram olan olur kerim "La tekul üf" kavlini inkar eden kalur yetim Taat ü isyana alimdür Hudavend-i Kerim Bi-günahım dime bari tevbe kıl canım oğul Tutalım iki elün baştan başa kanda ola Çünki istiğfar edersün biz de affetsek n'ola Bayezid'im suçuna bağışlarum gelsen yola Bi-günahım dime bari tevbe kıl canım oğul Gazel Halk içinde mu'teber bir nesne yok devlet gibi Olmaya devlet cihânda bir nefes sıhhat gibi Saltanat didükleri ancak cihân gavgâsıdur Olmaya baht u saadet dünyada vahdet gibi Ko bu ıyş u işreti çünkim fenâdur âkıbet Yâr-ı bâkî ister isen olmaya tâ'at gibi Olsa kumlar sagışınca ömrüne hadd ü 'aded Gelmeye bu şîşe-i çarh içre bir sâ'at gibi Ger huzûr itmek dilersen ey Muhibbî fâriğ ol Olmaya vahdet cihânda gûşe-i uzlet gibi muhteşem gazeli hâlâ güncelliğini koruyan eşsiz şiirleri arasındadır. Duygusal yönünün ağır bastığını gözlemlediğimiz Kanunî Sultan Süleyman, bir o kadar da talihsiz bir baba idi. Kuvvetli bir dil ve edebiyat kültürü ile yetiştirdiği oğulları Mustafa, Bâyezid, Selim, Cihangir aynı zamanda şiirle uğraşan şehzadelerdi. Küçük yaşlarda ölen oğlu Şehzade Mehmed için söylediği, "Şehzadeler güzidesi Sultan Muhammed'üm" (H.950) tarih mısraı ünlüdür. Bu tarihten on yıl sonra da oğlu Mustafa'yı idam ettirmek zorunda kalan talihsiz baba, oğulları Bayezid ve Selim arasındaki taht kavgalarından da huzursuz olmuştu. 3000 civarında şiire imzasını atan büyük padişah yıllar boyu etkisini günümüze kadar taşıdığı gibi; eşsiz beyitlerini ortaya koyarken divan şiirinin bilinen ustalarının etkilerini de şiirine yansıtmış, onlardan aldığı ilhamla bu büyük divanını oluşturmuştur. Kanunî'yi etkileyen şairler arasında hemen hiç yanından eksik etmek istemediği şairler sultanı Bakî ile klasik şiirin büyük ustası Fuzûli başta gelmektedir. Ahmet Paşa, Necati, Hayali gibi usta şairlerin izlerini de Muhibbî'de görmek mümkündür. Kanûni'nin bazı şiirlerinden İran şairlerinden ne derece etkilendiğini görmek mümkündür. Hafız, Cami, Selman, Nevâyi, Nizami, Şeyh Attar gibi şairleri sevip okuduğunu, yer yer onlardan söz ettiğini, hatta Farsça şiirler yazabilecek kadar onları benimsediğini, dillerini öğrendiğini biliyoruz. Zaman zaman onlara özenen şair, yeri gelince onlardan daha ilerde olduğunu, onların beğenisini kazandığını söylemekten kendini alamaz : Husrev ü Hafız ider şi'r-i Muhibbî'ye pesend Câmi tahsîn ide ger görse bu nazm-ı hasenüm Muhibbî'nin etkilediği şairler arasında Mesihi, Sevdâyi, Ulvi gibi şairler başta gelmektedir. Kanuni devrinde Osmanlı devletinin siyasi sınırları ne kadar genişlemişse kültür coğraf­yası da o denli uçlara ulaşmıştır. Sultan Süleyman, 46 yıl süren saltanatının (1520-1566) ilk yıllarında batıya seferler düzenlemiştir. Belgrat (1521) ve Mohaç (1526) zaferlerinden sonra Safevilere karşı Irakeyn, Tebriz ve Nahcivan seferlerini düzenleyerek Bağdat, Teb­riz, Doğu Anadolu, Azerbaycan ve Irak-ı Acem'i Osmanlı topraklarına katmıştır. Kanu­ni dönemi, sadece fetih ve zaferlerle süslenen siyasette değil, mimariden şiire kadar he­men her alanda Osmanlı'nın en görkemli zamanıdır. Fatih'ten sonraki tarihsel sürece tam da denk düşecek bir politikayı benimseyerek düzenlediği kanunnameler, kurumsallaşma sürecini tamamlayan bürokrasi ve hukuk sistemi ile çağının ihtiyaçlarını karşılayacak bir yapı oluşturmuştur. Kanuni, Süleymaniye medreselerini kurarak Osmanlı biliminin gelişmesinde Fatih medreselerinden sonraki en önemli atılımı gerçekleştirmiştir. "Kanuni" ve "muhteşem" sıfatlarını hak edecek politikalar geliştirip uygulayan Sultan Süleyman, Muhibbî mahla- sıyla yazdığı şiirler ve himaye ettiği şairlerle Osmanlı şiirini zirveye taşımıştır. II. Bayezit döneminden itibaren Osmanlı arşiv belgelerinde adlarına rastlanan şairlerin sayısı Kanu­ni döneminde artmıştır. Kanuni'nin sanatkârları himaye etme konusundaki tutumu, başta Sadrazam İbrahim Paşa ve Defterdar İskender Çelebi olmak üzere Kınalızade Ali, Nişan­cı Celalzade Mustafa Çelebi, Kazasker Kadri Efendi, Şeyhülislam Kemal Paşazade ile Şey­hülislam Ebussuud Efendi ve Kâtibî mahlasıyla şiirler söyleyen Seydi Ali Reis gibi devrin bürokrat ve devlet adamları tarafından da benimsenmiştir. Kanuni, Osmanlı edebiyatının Zatî ve Edirneli Nazmî'den sonra en çok gazel yazan şa­iridir. Muhibbî Divanı, Kültür Bakanlığınca yayımlanmıştır (Coşkun Ak, Muhibbî Diva­nı, Ankara 1987). Pek çok üretken şair gibi o da hayatın hemen her alanına ilişkin şiirler söylemiş, ancak çok yazdığı için zaman zaman kendini tekrarlamıştır. Kanuni'nin kendisinden sonra Osmanlı tahtına geçen şehzadesi II. Selim, tahta geçe­memiş diğer oğulları Mustafa, Cihangir ve Bayezit de şiir söylemiş hanedan mensupları­dır. Bunlardan Şehzade Mustafa (1515-1553), Saruhan ve Amasya'da sancak beyliği yaptı. Şehzadeler arasındaki taht rekabeti yüzünden babası tarafından boğdurularak öldürüldü. Bu hazin ölüm hadisesi üzerine Osmanlı şairleri çok sayıda mersiye kaleme aldılar. Şehza­de Mustafa, Osmanlı tarihinde ardından en çok mersiye yazılan kişidir. Şehzade Mustafa da maiyetinde çok sayıda şair barındıran bir yönetici olup kendisi de Muhlisî ya da Mus­tafa mahlasıyla şiirler söylemiştir. Kanuni'nin en küçük oğlu olan Şehzade Cihangir (1531-1553), küçük yaştan beri zayıf ve hastalıklı bünyesi, muhtemelen de en küçük oğul olması dolayısıyla en sevdiği şehza- desidir. Fakat taht mücadelelerinden etkilenerek genç yaşta vefat etmiştir. Cihangir de şi­irle meşgul olmuş ve günümüze birkaç şiiri ulaşmıştır. Kanuni'nin diğer oğlu Şehzade Bayezit (1525-1561) de Mustafa'nın öldürülmesinden sonra taht kavgasına karışmış ve Şehzade Selim ile Konya sahrasında girdiği savaşı kay­bedip İran'a sığınmıştır. Daha sonra iki devletin anlaşması üzerine boğdurularak cenazesi Osmanlı ülkesine getirilmiş ve Sivas'ta defnedilmiştir. Divan şiirinde şairlerin kendi psikolojik sıkıntılarını dile getirmeleri iyi karşılanma­mış, onlardan daha çok belli bir senaryo çerçevesinde belirli konuların en güzel biçim­de dile getirilmesi talep edilmiştir. Kişisel problemlerin dile getirildiği örneklere ise hasb-i hâl tarzı şiir adı verilmiştir. Bu tarz örneklerin şiir tarihimizde ağırlıklı yer tutmadığı bi­linmektedir. İşte bu az sayıdaki örneklerin en dikkate değer örnekleri Cem Sultan ve Şeh­zade Bayezit'in eserlerinde karşımıza çıkar. Özellikle Şehzade Bayezit, bugün elimizde bu­lunan şiirlerinde bütünüyle kendi macerasını nakletmiştir. Bunlar, devrin estetik anlayışı­na göre orta seviye örnekler olarak değerlendirilse bile bir içtenliğin ürünü oldukları için lirik ve sıcak şiirlerdir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

https://twitter.com/kanaryamfenerli