18 Ocak 2018 Perşembe

Eş'ariyye-Matûridilik -Ehl-i Sünnet : أهل السنة -الأشاعرة--لماتريدي

https://twitter.com/kanaryamfenerli _/\/\____________/\/\_____________ KANARYAM █▓▒░▒▓█ FENERLİ ¯¯¯¯¯¯\/\/¯¯¯¯¯¯¯¯¯\/\/¯¯¯¯¯¯¯¯¯ أهل السنة Ehl-i Sünnet (Arapça: أهل السنة), İslam dininin günümüzde Dünya üzerindeki iki büyük kolundan biri (Diğeri bknz. Şiîlik) ve en fazla mensubu olanıdır. Müslümanların % 83'ünün mensup olduğu mezheptir. Zaman zaman Sünni İslam veya Sünni Mezhebi de denir. Sünniliğin kendi içerisinde itîkâdî açıdan üç, fıkhî açıdan dört mezhep bulunmaktadır. Fıkhi Sünni mezhepler.Fıkıh Ehli Sünnet mezhepleri Hanefi, Şafiî, Maliki ve Hanbelî mezheplerinden oluşur. Bu dört mezhepten ilki olan Hânefî mezhebi Mâtûridîlik'e bağlı iken Şâfiî ve Mâlikîler Eş'ârîye bağlıdırlar. Ehl-i Sünnet'in İtikadi mezhepleri olan Eş'ârî ve Mâtûridî mezhepleri arasında inançsal açıdan önemli bir farklılık yoktur. İtîkât düzeyindeki farklılıklar sadece teferruattan ibârettir; ama fıkhi konularda yani uygulama ve ibadetlerde dört fıkhi mezhep arasında bazı farklılıklar görülür. Hanbelî mezhebinden ayrılan İbn-i Teymiyye ve İbni Kayyım el Cevziyye gibi alimlerin fıkhi görüşleri günümüzde, 18. yüzyılda Arabistan'da dinsel ve siyasal bir hareket olarak ortaya çıkan Vahhâbîlik çerçevesinde yorumlanmış biçimiyle varlığını sürdürmektedir. İbn-i Teymiye'nin görüşlerini daha aşırı yola sokan Suudi Arabistan Vahhabileri'dir. Vahhabiler'in bazı itîkâdî inanışları Ehl-i Sünnet'ten farklıdır. Bu sebeple Sünniler, Vahhabileri Ehli Sünnet'ten saymazlar. Sünni mezhepler (fıkıh okulları) dört tanedir:-Hanefi mezhebi-Şâfiî mezhebi-Maliki mezhebi-Hanbeli mezhebi Bu dört Sünni fıkıh okulu dışında da fıkıh okulları olmasına karşın daha az sayıda izdeşe sahip olmuş ve diğer dört mezhep dışında daha az tanınmışlar ve zamanla yok olmuşlar ve izdeşleri tarafından kayıt altına alınamamışlardır. Sünniler, her Müslümanın bu mezheplerden birini benimseyip, uygulamalarını seçtikleri bu mezhebe göre yapmaları gerektiğine inanırlar ve mezheplerin birleştirilmesi denen Telfik-i Mezahib'i uygun (caiz) görmezler. Sünniliğin Hadis Anlayışı--İslam dünyasının haritası. Hanefiler (yeşil renkte) Türkiye'de, Yakın Doğu'nun kuzeyinde, Orta Asya ve Hindistan'da üstünlük teşkil eder. Kur'an'ın İslam Dîni'ndeki yeri tüm müslüman gruplarca benimsenmekle birlikte hadis konusunda farklı İslami grupların farklı anlayışlarla sahip oldukları bilinmektedir. Hadisler İslamiyetin ilk dönemlerindeki peygamber ve yakınlarının ibadete, muamelat denilen dindeki çeşitli konulara ilişkin görüş ve davranışları yansıtan kayıtlardır. Müslüman bilginler peygamberin vefatından sonra İslam toplumunun karşı karşıya kaldığı sorunlara Kur'an'dan ve sünnetten sonra üçüncü kaynak kabul edilen Hadislerden delillerle çözüm getirmeye çalışmışlardır. Sünnilik, Şiiliğin aksine Muhammed döneminde yaşamış peygamberin yakınındaki tüm arkadaşlarına (Sahabi denir) dinin güvenilir kaynağı olarak yaklaşmakta olduğundan çeşitli Hadis bilginlerinin hadis kriterlerine uygun buldukları tüm hadisleri hangi sahabe kanalıyla gelirse gelsin kabul etmektedir. Yine Sünnilik ilk dört halifeyi (Ebu Bekir, Ömer, Osman ve Ali) Muhammed'den sonra gelen güvenilir ve tazime layık dini kişilikler olarak kabul ederler. Oysa Şiiler ilk üç halifeyi (Ebu Bekir, Ömer ve Osman) Ali'nin elinden halifeliği çeşitli yollarla gasp etmiş kişiler olarak bakıp tazim göstermezler. Şiilerin bir kısım sahabeyi güvenilmez kabul edip sadece on iki imamdan gelen hadisleri doğru ve güvenilir (sahih) kabul etmesine karşılık Sünniliğin güvenilirliği tüm sahabeyle genişlettirmesi her iki grubun hadis külliyatlarında bir kısım farklılıklar bulunmasına yol açmıştır. Mezheplere Göre Fıkıh Okulları:-Sünni:-Açık Yeşil: Hanefi Mezhebi Turuncu: Maliki Mezhebi Mavi: Şafi Mezhebi Koyu Yeşil: Hanbeli Mezhebi Şii:-Koyu Pembe: İsnâaşeriyye/Caferilik Mezhebi Açık Pembe: Zeydilik Mezhebi. Sünni İslam anlayışında peygamberden aktarıldığı güvenilir (sahih) kabul edilen hadis kitapları şunlardır:-Sahih-i Buhari (İmam Buhari / Buhârî)-Sahih-i Müslim (İmam Müslim / Müslim bin Haccac)-Nasa'î--Sünen-i Ebu Davud (Ebû Dâvûd)--Sünen-i Tirmizî (İmam Tirmizi)--Sünen-i İbn Mace (İbn-i Mâce) Daha az bilinmekle birlikte kabul edilen diğer hadis kaynakları ise şunlardır:--İmam Malik'in Muvattası-Ahmed bin Hanbel'in Mûsnedi-Hâkim en-Nişaburî'nin El-Mûstedrak alâ el-Sahîheyn'i--Sahih bin Huzeymâ--Sahih bin Hibban--Abdülrezzak'ın Musannafı Eş'ârîlik - Ebul-Hasan Ali El-Eş'ari (873-935) tarafından kuruldu. Müslüman fakih (hukukçu) ve pek çok sünni sufinin kendisine saygı duyduğu ve kendisi de sufi olan İmam-ı Gazali tarafından benimsenen bir kelam okuludur. Eşari kelamı insan aklına vahyi yorumlamakta daha kısıtlı bir alan tanımakta ve inancın insan aklından çıkamayacağı vahye ihtiyaç olduğu dolayısıyla da vahyin gelmediği durumlarda insanın sorumlu olamayacağı ilkesini savunmaktadır. İnanç gibi tüm ahlaki ilkelerin kaynağı da vahiy ile peygamberin ve sahabilerin uygulamalarıdır. Mâtûridîlik - Ebu Mansur El-Matüridî (ö. 944) tarafından kuruldu. Orta Asya'daki Türk toplulukları tarafından kabul edilinceye kadar azınlıkta kalan bir itikadi mezheptir. Geçmişte Anadolu'da Selçuklu ve Osmanlı İmparatorluğunda yaşayan Türklerin büyük bir kısma Sünniliğin bu itikadi mezhebine bağlıydı.[kaynak belirtilmeli] Ayrıca Şafiîlik, Malikîlik ve Hanbelîlik fıkıh okulları Eş'ârîyye itikadi mezhebine bağlıyken Hanefîlik fıkıh okulunun izdeşleri Mâtûridîlik itikadi mezhebine bağlıdırlar. Mâtûridîlik, Tanrı'nın var olduğu bilgisine akıl yürütmeyle ulaşılabileceğini savunur.Eş'ârîyye veya Eş'ârîlik, (Arapça: الأشاعرة) İslam itikadi mezheplerinden birisidir. Ebu'l-Hasen el-Eş'ârî'nin (324/935-36) öncülüğünde kurulan kelâm ekolüdür. Ehl-i Sünnette, Mâtûridîlik ile birlikte yaygın olan ikinci itikâdî mezheptir. Aklı Mu'tezile kadar önemsememekle birlikte, Selefîyye kadar da küçük çapta ele almaz. Eş'ârîyye'nin diğer i'tikâdî fırkalara göre konumu Eş'ârîlik, genellikle itikadda aklın yeri hususunda orta bir konumda olsa da, sıklıkla Selefilik'e Mu'tezile'den daha yakındır. Ebu Hasan Eş'ari'nin (ölüm: MS 935) kurduğu bu okul, aklın hiçbir zaman gerçeğe ulaşamayacağını, kulların ancak kayıtsız şartsız inanmakla mutlu olabileceklerini ileri sürer. Doğal olaylar, nedenleri bilinmeyen ve belki de asla bilinemeyecek olan salt bir Tanrısal ilkenin ürünüdürler ve bu ilkece yönetilirler. Bu anlayışa göre akıl, pek güçsüz bir veridir, aklın bugün bilemediğini yarın da bilemeyeceği söylenemez. Bu sebeple insan, bugün ulaşamadı diye belki de yarın ulaşabileceği gerçekler üstünde inancını yitirmemelidir. Bununla birlikte Eş'ariyye, özellikle de Selefîyye gibi akımlar ele alındığında daha orta yoldadır ve hüküm verirken akla da yer verir. Eş'ârîlik'in en büyük tenkitçilerinden birisi ünlü filozof İbn-i Rüşd'dür. Aslında genel olarak kelâm ve kelâmcılara karşı çıkmış olsa da İbn-i Rüşd tenkitlerini en çok Gazzali ve Eş'ariyye üzerinde yoğunlaştırır. Eş'ârîyye ismi, her ne kadar Ehl-i Sünnet'e mensup iki ekolden birisinin ismi olsa da bu ekolün ortaya çıkışı dikkate alındığında Ehl-i Bid'ata mukabil kullanılması itibariyle genel anlamda Mâtûridîyye'yi de içine alarak Ehl-i Sünnet'in genel ismi olarak anlaşılmaktaydı. Zira, o yıllarda akaidin önemli meselelerinden birini teşkil eden Allah'ın sıfatları meselesinde birbirine zıt iki görüş ileri sürülüyordu. Bunlar, sıfatları kabul eden Selefiyye görüşü ile onların bir kısmını kabul etmeyen Muattıla görüşü idi. Selefiyye'ye sıfatları kabul etmesi sebebiyle "Sıfâtiyye" deniliyordu. Eş'ârî Selefiyye'ye geçtikten ve Eş'ariyye ekolünün temsilcisi olduktan sonra, sıfatları kabul eden Ehl-i Sünnet'e "Eş'ârîyye" denilmiştir. İşte bu bakımdan Eş'ârîyye, Ehl-i bid'ata mukabil olarak kullandığı takdirde Maturidiyye'yi de içine almaktadır.[1][2][3] Eş'ârîyye Mezhebi, Mu'tezile'ye karşı bir anti-tez olarak doğmuş ve Selef akidesini esas almıştır; fakat akaid meselelerinin ele alınışında kelâm bir istidlâl olarak kullanılmış ve te'vile yer verilmiştir. Eş'ariyye'ye mensup kelâm âlimleri zamanla te'vile daha çok yer vermişler, zaman zaman da kelâmda yenilikler yaparak, Kelâmı felsefe metotlarla tartışabilecek bir güce kavuşturmuşlardır. Gazzâlî'nin faaliyetleri bu hususun en canlı örneği olarak ele alınabilir. Kısacası, Eş'ârî kelâmında aklın büyük önemi vardır. Eş'ariliğin çıkışındaki ortam da bunun böyle olmasını zorunlu kılıyordu. Tarihçe--Eş'ârî ekolü hicri 4. ve 5. (miladi 10. ve 11.) yüzyıllarda önce Irak ve Suriye'de yaygınlık kazanmaya başlamış daha sonra da Nizamiye medreselerine Eş'ârî âlimlerinin tayin edilişiyle geniş bir alana yayılma imkânı bulmuş ve Mısır ile Mağrîb ülkelerine kadar yayılmıştır. İmam Bakillâni ve Ebül Maâli gibi düşünürlerin yönetimi altında gittikçe gelişen bu öğreti baskısını diğer itikadi fırkalar üzerine öylesine arttırmıştır ki Eş'arilik karşıtı akımlar 12. yüzyıl'da batıya geçerek inançlarını Endülüs Arapları arasında yaşamak zorunda kalmışlardır.--Eş'ârî'den sonra bu ekole mensup olarak, ortaya atılan fikirleri geliştiren âlimler arasında şunları saymak mümkündür: Ebû Bekir el-Bâkıllânî (403/1012-1013); İmâmu'l-Haremeyn Cüveynî (478/1085-86); Ebû Hâmid Gazzâli (505/1111); Şehristânî (548/1153-54); Fahru'd-din Râzi (606/1209-10); Sayfullah Âmidî (631/1233-34); Beydâvî (685/1286-87); Sa'dud-din Teftâzânî (793/1390-91); Seyyid-i Şerif-i Cürcânî (816/1413-14); Celâlu'd-din Devvâni (908/15025-03). Eş'ârî ekolünün ana hatlarıyla genel görüşleri; 1. Marifetullah: Akıl hiçbir şeyi vâcip kılamaz. Akıl, Allah'ı bulabilecek güçte bile olsa, Allah'ı bilmek şer'ân vâciptir. Aklen bir vucûbiyyet yoktur. Şeriattan ve dinden haberi olmayan insan, hiçbir şeyden sorumlu değildir. 2. Nübüvvet: Nübüvvet için erkek olmak şart değildir. Kadın da peygamber olabilir. 3. Cüz-i İrâde: Cüzî irade müstâkil değildir, onu da Allah yaratır. Eş'ariyye bu şekilde Cebriyye'ye yaklaşır. 4. Kesb: Kesb, insan gücünün güç yetirilen şeyle birlikte olmasıdır. Eş'ârîyye ekolünde kesb anlayışı kapalı bir şekilde anlatılmıştır. Bu yüzden anlaşılması diğer meselelere göre daha zordur. 5. Husn ve Kubh: Husn ve kubh şer'îdir, akıl ile idrak olunamaz. Ancak Allah'ın emir ve yasağı ile bir şeyin iyi ya da kötü olduğu bilinir. Bir şey emredilmiş ise iyidir, nehyedilmiş ise kötüdür. Emir ve nehiy olmadan iyilik ve kötülük bilinemez. 6. Tekvin: Tekvin hakiki bir sıfat olmayıp, itibarı bir sıfattır, kudret sıfatının bir taallukudur. 7. Sebep ve Hikmet: Allah'ın fiilleri bir hikmete göre olmadığı gibi bir sebebe de bağlı değildir. Çünkü Allah, yaptıklarından sorumlu değildir. 8. Güç Yetirilemeyen Şeyle Teklif: Allah'ın insanın gücünün dışında kalan bir şeyin yapılmasını emretmesi ve kullarını bununla mükellef tutması caizdir. Ama böyle bir durum vaki olmamıştır. 9. İbadet Mükellefiyeti: Kâfirler, iman etmekle mükellef oldukları gibi ibâdet etmekle de mükelleftirler. İbâdet etmedikleri için ayrıca ceza göreceklerdir. 10. İrtidad: Dinden çıkmış olan kimse, yeniden iman ederse önceki âmelleri de kendisiyle geriye dönmüş olur. 11. Kelâm-ı Nefsi: Allah'ın kendi kendine konuşması demek olan kelâm-ı nefsî'nin işitilmesi caizdir. 12. Kur'an: Kur'anın mahluk olup olmadığı problemi; Kelâm-ı nefsî durumundaki Kur'an mahluk değildir. O Allah'ın kelâmıdır. Ses ve harflerden oluşmaz. Elimizde bulunan mushaf ise, ses ve harflere muhtaç olan kelâm-ı lâfzîdir ve mahluktur. Eş'arilere göre "Bir şeyi dilediğimiz zaman sözümüz ancak ona "ol" dememizden ibarettir. O da derhal oluverir." (En-Nahl: 40) ayeti bunun delilidir. Kur'an yaratılmış olsa idi, Allah kendi sözü olan Kur'an'a ol demiş olacaktı. Halbuki "ol" sözü de Kur'ân'dadır. Ayrıca Eş’arilere göre Kur’ân’ın bazı âyetleri, bazılarından daha büyük değerdedir. Matüridîlere göre ise, böyle bir şey söylemek doğru olmaz. 13. Ezelde Ma'dûma Hitab: Allah'ın hitâbının ezelde ma'duma (yokluk) taalluk etmesi caizdir. Buna göre Allah ezelde mütekellimdir. Eş'ariler bu şekilde yaratılmışlara ait bir özellik olarak gördükleri değişim olayını Tanrı'nın üzerinden nefyederler. (bkn. Antropomorfizm) 14. Tevbe-i Ye's: Ümitsizlik halinde yapılan tevbe makbuldur. 15. Şefaat: Şefaat haktır ve kıyâmet günü gerçekleşecektir. 16. Ru'yetullah: Yüce Allah'ın ahirette mü'minler tarafından gözle görülmesi mümkündür ve görülecektir. Bu hem aklı deliller hem de naklî deliller ile desteklenmiştir; O günde (kıyamette) peygamberlerin, velilerin ve müminlerin yüzleri apaydınlıktır. Rablerine orada hiçbir engel olmaksızın bakıcıdırlar. (Kıyâme Sûresi: 22-23) Mâtûridîlik, (Arapça: الماتريدي) ünlü Türk din bilgini Matüridî'nin, Hanefî Mezhebi'nin kurucusu İmam-ı A'zam'ın düşüncesini tâkip eden, akla önemli bir yer veren İslam dini itikad mezhebidir. Türkiye, Afganistan, Pakistan, Hindistan ve Orta Asya ülkelerinde yaygındır. İmâm Maturidî'nin görüşleri--Maturidî'ye göre imânın tanımı--İslam'da iman Matüridîye göre iman; "kalp ile tasdik dil ile ikrar"dır. Diliyle ikrar ettiği halde kalbiyle tasdik etmeyen kimse mümin değildir. "İnanç, henüz gönüllerinize yerleşmedi" (Hucurat suresi/14) ayetiyle imanın kalp ile ilgili olduğuna işaret edilir. Ayrıca, "İşte Allah imanı bunların kalplerine yazmış...(Mücadele suresi/22) ayetinde de iman kelimesi kalbe izafe edilmiştir. Bu durumda imanın gerçek rüknü "kalp ile tasdik" tir. İman, tasdik etme, onaylamadır. İman tasdik olunca, aksi de tekzip yani inkâr ve yalanlama olacaktır. Tekzib, "inkâr" niyetiyle ifade ediliyorsa bunun anlamı küfür'dür. Matüridî, Kitab üt-Tevhid adlı eserinde "İmanın kalp ile tasdik veya marifet olduğu meselesi" başlığı altında, sadece bilmenin iman için yetersizliğini anlatır. O'na göre bir şeyin mahiyetini bilmek onu tasdik etmek anlamına gelmez. Bu sebeple kalpteki iman bilmekten başka bir şeydir. Yani, kalpteki iman ile bilmenin mahiyetleri ayrıdır. Ancak bilgi, kalple tasdikin meydana gelmesinde önemli rol oynar. Zira cehalet de bazen inkârcılığın sebebi olabilmektedir. Matüridî'ye göre hürriyet, îman ve küfrün varlık şartıdır. Yani iman ve küfür tercihle olur. İman-âmel İlişkisi Genellikle ilmihal kitaplarında kullanılan amel kelimesi; "yapılan iş, fiil, bir kişinin dinin emirlerini yerine getirmesi için yaptıkları" anlamındadır. İmam Şafiî'nin aksine Matüridî iman ile ameli birbirinden ayırır. Amelin imandan bir parça olması ve imanın artıp eksilmesi konusunda Matüridî, görüşlerini benimsediği Ebu Hanife'ye uyar. Ebu Hanife ve Matüridî'ye göre iman ve amel ayrı şeylerdir. Çünkü bir ayette "...Allah'a iman eden ve yararlı iş işleyen...(Talak Suresi/11)" ifadesi imanı amelden ayırmış, "yararlı iş işleyen" ifadesi "iman eden" ifadesinden ve ile ayrılmıştır. Ayette geçen imandan maksat, kalp ile tasdiktir. Matüridî'ye göre adam öldürmek, zina etmek, içki içmek... gibi büyük günahlar (günah-ı kebair) da mümini din'den çıkarmaz. Allah'a ve emirlerine-yasaklarına-inanan kimse bunlara uymaz, bunları uygulamazsa dinden çıkmaz ama büyük günahkâr olur. Günahkâr olan kimse tövbe ile Allah katında af dileyerek kurtulabilir. Bi kişinin tövbesinin kabul edilmesi kişinin niyetine ve yapdıklarına - yapacaklarına bağlıdır, bu nedenle her tövbe eden affedilmez. [kaynak belirtilmeli]Allah, Kur'an da "'Sizi yaratan O'dur, kiminiz inkârcı (kâfir), kiminiz mümindir. Ey inananlar! Mutluluğa ermeniz için hepiniz tevbe ederek Allah'ın hükmüne dönün" ayetleriyle müminlerin, işledikleri günahlardan tevbeyle affedileceklerini müjdeler. Yani, Allah'ın emirlerini uygulamayan veya uygulayamayan müminler günahkâr olurlar. Kâfirlik (küfr) ise yalanlamayla, inkârla olur. Maturidinin bu görüşü ameli imanın bir parçası sayan ve bu sebeple namaz veya orucun terkini küfürle eş tutarak ölümle cezalandıran şeriat yorumlarına katılmayan farklı bir bakış olarak düşünülebilir. Matüridî'ye göre ibadetler--Maturidiye göre Allah insanlara temyiz kabiliyeti denilen iyiyi kötüden, hayrı şerden ayırt etme ve aklını kullanabilme gücünü vermiştir. Allah, aklı olanları dinî yönden mükellef kılmış olup aklı olmayanlar "İlâhî emrin sorumluluğu dışındadırlar." Akıl sahipleri akıllarını kullanmak suretiyle yaratıcı ve tek olan Allah'ı bulmak ve bilmek zorundadırlar. Ancak, O'na göre Şeriat'ı ve Şeriat'ın bir bölümü olan ibâdetlerin ne şekilde yapılacaklarını akıllarıyla belirleyemezler. Bunları ancak peygamberler vasıtası ile öğrenebilirler. Matüridî, âmel ile imanı ayrı tutar ve amel ile imanın ayrı şeyler olduğunu savunur. O'na göre, iman etmek mutlaka ibadet etmeyi gerektirmez.' Allah'ın varlığının bilinmesi--İslâm dininde iman esaslarının başında Allah 'a iman gelir. Mümin; öncesi ve sonrası olmayan (ezelî ve ebedî), her şeyi yoktan var eden ve zât'ı, sıfatları ve fiileri yönlerinden bir olan Allah'a imanla yükümlüdür. Allah'ın varlığı, 'Birliği (tevhid), yaratıcılığı konusunda birçok ayetler vardır: (En'am suresi/101; Zumer suresi/62; Bakara suresi/117; Âl-i imran suresi/189; Maide suresi/18, 40, 120... gibi). Allah'ın varlığı ve Birliği mantık kurallarıyla da (akılla) ispatlanabilir. Kâinattaki varlıkların hareketlerini düzenleyen, bir nizam ve âhenk içerisinde bulunmalarını ve her birinin ayrı ayrı ve diğerlerine zarar vermeksizin görev yapmalarını sağlayan, her şeyin üstünde bir varlık var ki, O da, eşi ve benzeri olmayan Yüce Allahdır. Allah'ın zât'ına ve fiilerine ait sıfatları vardır ve bu sıfatlar Allah'ın Zât'ının aynı da değildir, gayrı da değildir. Allah'ın sıfatları sonradan yaratılmış da değildir. Allah'ın başka bir kelime ile ifâdesi--Allah'a, O'nu yaratılmış varlıklara benzetmeye götüren isim koymak (antropomorfizm) uygun değildir. Çünkü O, Kur'an'da belirtildiği üzere hiçbir şeye benzemez. (Şûra suresi/11). Matüridî, "dengi ve benzeri bulunan bir şey çokluk statüsüne girer ve iki sayısı ile başlar. O'na nispet edilebilecek bütün yaratılmışlık kavramlarının ve nitelendirilebileceği bütün sıfatların, yaratılmışlara nispet edildiği ve nitelendirildiği takdirde anlaşılabilecek bir manâ ile Allah'a izafe edilmesi bâtıl olmuştur" der. Bu sebeple Allah'ın, yaratılmışlardan birini çağrıştıran bir isimle, kelimeyle anılması caiz değildir. Allah'a "şey" denilebilir---Ebu Hanife gibi Matüridî de Allah'a Şey denilmesini câiz görür. Allah'a şey denmesini gerektiren sebep, cisimde mevcut olmadığı için bunu kullanmakta sakınca yoktur. Bunun iki yolla ispatlanması mümkündür: Birincisi, Kur'an'da kendisi için şey kelimesini kullanmaktadır. (Bakınız: Şura Suresi/11; En'am suresi/19) Allah'a şey denilmesi caiz olmasaydı ayetlerin bu kelimeyi Allah'a nispet etmemesi gerekirdi. İkincisi, aklî yoldur. Matüridî burada "örf açısından şey'iyyet başka değil, sadece varlık ifade (ispat) eden bir cisimdir. Sabit olmuştur ki bir varlığa şey nisbet etmek sadece onun zâtının varlığını ve yüceltilmesini ifade eder. Allah da buna lâyıktır." ifadelerini kullanırdı. Teftazanî Nesefi'nin Akaid'ine yazdığı şerhde bu konu ile ilgili açıklaması yer alır. Ebu Hanife ise Fıkh-ı Ekber adlı adlı eserinde bu konu ile ilgili olarak şunları yazar: "Allahu Teâlâ şey'dir. Ama eşya gibi bir şey değildir. Şey olmasının manâsı; cisimsiz, cevhersiz, arazsız, zıtsız, eşsiz, ortaksız ve benzersiz olarak sabit olmaktır." Ru'yetullah---Matüridî ahiret'de Allah'ın görülebileceğini, yani ru'yetullahın mümkün olduğunu savunmaktadır. Kitabındaki şu cümleyle konuya girer: "Aziz ve Celîl olan Rabbinin görülmesi hakkındaki söz şundan ibarettir: Bize göre O'nun (Allah'ın) görülmesi gereklidir, haktır, ancak bu rü'yet idraksiz (yani sınırsız) ve tefsirsiz (yani bakanın karşısında olmaktan ve belirli aralıkta olmaktan münezzeh) olacaktır."[kaynak belirtilmeli] Bilgiye ulaşma, kader ve irade hürriyeti-Matüridî, Kitab üt-Tevhid'inde bilgi ve önemi üzerinde ısrarla durur. Bilgi edinme yollarını Matüridî duyular, haberler ve akıl olarak belirler. O'na göre bilgi vehbî olmaz; kesbî'dir. Doğru akıl yürütmeyle ortaya çıkan bilgi bir âdet-i ilâhiye'dir. Allah insana akletme, aklını kullanma ve temyiz gücünü bahşetmiştir. Maturidi bu görüşü ile vehb ve mükâşefeyi bir bilgi ve irfan yolu olarak öne alan tasavvufçulardan ayrılır. Allah'ın mutlak kudreti ve kader ile insan iradesi arasındaki ilişki konusu İslâm düşünürleri arasında farklı yorumlara sebep olmuştur. Bazı Sünni İslam kaynaklarında Muhammed'in keni döneminde "kader"i tartışanlara sinirlendiği ve bu konuda tartışmayı uygun görmediği de anlatılmaktadır.[1] Ancak, eğer Tanrı ortak kabul etmeyen mutlak yaratıcı ise ve insanın eylemleri dahil kader ile olaylar önceden belirlenmiş ise, insan niçin sorumlu olsun ki? Bu soru ve insanın iradesinde hür olup olmadığı sorunu (hürriyet) tartışılmaya devam etmiştir. Cebriyyeciler kader ile her şeyin belirlendiğini, insanın eylemleri dahil her şeyin Tanrı tarafından, önceden değişmez bir şekilde tespit edildiğini ve zamanı gelince yaratıldığını ileri sürmüşlerdir. Onlara göre insanın fiilleri dahil her şey ilâhî irade ve emre bağlıdır ve insanın iradesi, çabası ile değiştirilemez. Tarihte bu anlayışın babası olarak Cehm bin Safvan (öl. 746) gösterilir. Buna göre insanların yaptıkları ve yapacakları her şey önceden takdir edilmiştir; insanlar yapmaya mecburdurlar; yapıp yapmama hürriyetleri yoktur. Cebriyye (fatalizm) karşısında bu mezheple taban tabana zıt görüşleri ileri süren bir grup oluştu. Bunlar da kulları, kendi eylemlerinin "yaratıcısı" kabul ediyorlardı. Kaderiyye'ye denilen bu guruba göre de insanın bütün eylemleri Tanrı'nın iradesinden tamamen ayrı ve bağımsız olarak sadece kendi iradesi ile meydana gelir. Bu görüşün öncüleri olarak Ma'bed el-Cühenî ve Geylân ed-Dımışkî kabul edilir ve onlar insanın, Tanrı'nın dahli olmaksızın başlı başına ve hür olarak eylem yaratacak kudrete sahip olduğunu ifade ederler. Mutezile mezhebine göre Allah âdildir. Bunun gereği olarak insanlara irade hürriyeti vermiştir. İnsan hürdür ve kendi eylemini kendi irade ve isteği doğrultusunda yapar. Yani Mutezile'nin bu konu hakkındaki görüşü Kaderiyye'ninki ile aynıdır. Selefiye bu konuları tartışmamayı yeğlemiş, Eş'ariye ve Matüridîye mezhepleri ise görüş farklılıklarından doğan çelişkileri çözmeye çalışmıştır. Matüridî de Eş'ari gibi, irade hürriyeti bakımından insanı iradesiz robot olarak gören Cebriye ile insanın eylemlerinde Allah'ın hiçbir etkisini kabul etmeyen Mutezile ve Kaderiyye arasında üçüncü bir yol izler. Zira Matüridî bu konuda Kesb ve halk terimlerini kullanır. Halk, insanın kendi kudret ve isteği olmadan meydana gelen eylemlerdir. Refleksler, kalbin çalışması... gibi. Bir de insanın kendi iradesi ile seçtiği eylemlerin yaratılmasıdır. Kulun eylemine "halk" değil, "kesb" denilir. Allah'a ait eylem de "kesb" değil, kesbe bağlı "halk"tır. Şeriat, tarikat, tasavvuf---Matüridiye göre din, Allah'ı bilmek ve O'na ibâdet etmektir. Bütün Peygamberler, Allah'ı bilmeye ve ibâdeti de sadece Allah'a has kılmaya davet eden tevhid dinine mensupturlar. Hiçbir Peygamber kendinden önceki peygamberlerin dinini reddetmemiştir. Âdem'den sonra bütün Peygamberler dini aynı, şeriatı değişik tebliğ etmişlerdir. Bu ifadelere delil olarak da "...Sizden her biriniz için bir şeriat ve bir yol belirledik. Allah dileseydi hepinizi tek bir ümmet yapardı. Lâkin size verdiği şeylerde sizi sınamak istedi. Bunun için iyi işlerde yarışın"(Mâide suresi/48)" ayeti gösterilir. Matüridî, tasavvuf ve tasavvufun kurumsallaşmış teşkilatı olan tarikatlara mesafelidir. Bu, duygusal değil ilmî bir tavır alıştır. Matüridî'nin mesafeli duruşu tasavvufçuların bilgi kaynakları anlayışı yüzündendir. EŞARİLİK VE MATURİDİLİK ARASINDAKİ FARKLAR Cüz’i İrader: Maturidilere göre insande müstekil bircüz’i irade vardır ve bu irade itibari b,r varlığa sahip olup Allah tarafındanyaratılmamıştır.Eş’arilere göre ise insan müstakil bir cüz’i iradeye sahipdeğildir,iradeyi insanda yaratan Yüce Allah’tır Tekvin: Maturidilere göre Yüce Allah’ın kendisiylefiillerin gerçekleştirdiği bir tekvin sıfatı vardır.Bu da irade, kudret gibisubuti sıfatlardandır.Eş’arilere göre ise Allah’ın subuti sıfatları arasındatekvin diye bir sıfat yoktur. Kudret sıfatı yaratma işlevini yerine getirir. Güç Yetirilmeyenin Teklif Edilşmesi ( Teklifu Ma La Yutak) : Eş’arilere göre Yüce Allah insanın güç yetiremeyeceği bir şeyiyapmasını isteyebilir ve onunla mükellef kılabilir, Maturidilere göre ise böylebir sorumluluk yüklemek caiz değildir, zira bunda herhangi bir hikmet yoktur. Nübüvvet: Maturidileregöre peygamber olmanın şartlarından biri erkek olmaktır. Eş’arilere göre ise,peygamber olmak için erkek olmak şartdeğildir, kadınlarda peygamber olabilirler. Sebep Ve Hikmet: Eş’arilere göre Allah’ın fiillerihikmetli olmak ve bir sebebe bağlı olmak zorunda değildir.Çünkü Allahdilediğini yapandır ve Allah yaptıklarından sorumlu değildir. Maturidiler iseAllah’ın fiillerinin bir hikmete bağlı olduklarını ve bir sebebe dayandıklarınıileri sürmüşlerdir.Zira Allah boşuna iş yapmaz. Hikmetsiz ve sebepsiz iş yapmakise boşunadır/abestir. İbadet Mükellefiyeti: Eş’arilere göre kafirler iman etmekleyükümlü oldukları gibi, ibadet etmekle de yükümlüdürler, ibadet etmedikleriiçin ayrıca ceza göreceklerdir. Maturidilere göre ise kafirler iman etmekleyükümlüdürler,ibadetle değil, ayrıca ceza görmezler. İrtidat: Eş’arileregöre irtidat eden kimse tekrar İslam dinine dönerse amelleride geri döner.Maturidilere göre ise amalleri geri dönmez. Ümitsizlik Halinde Yani Son Nefeste Tövbe ( Tevbe-i Ye’s) : Eş’arilere göre bu durumdaki birtövbe geçerli değildir. Maturidilere göre ise geçerlidir. Eş'arîlikle Maturidîlik arasında ihtilaf konusu olan meselelere dair birbirinden çok farklı rakamlar verilmektedir. Hadimi, Tarikat-ı Muhammediye şerhi'nde ihtilaflı meselelerin sayısının 73 olduğunu söylerken, İbn Subkî “İhtilaf konusu olan hususların adedi 13'tür. Bunlardan 7'si lafızla, 6'sı manâ ile ilgili ihtilaftır”, demektedir. Şeyhzâde eserinde 40 meseleden, Beyazı ise 50 meseleden bahsederler. îhtilaf konusu olan hususları, delilleriyle birlikte burada göstermek mümkün değildir. Ancak Şerhu'I-akâid'in ne ölçüde Hanefî ve Maturidî el kitabı olduğunu tesbite imkân vermek için bu farklardan kı­saca bahsetmek lüzumsuz olmayacaktır: Maturidî: Vacib varlıkta vücûd, zatın aynıdır. Eş'arî zat üzerine zaittir.(Burada Maturidî sözü ile Maturidiye, Eş'arî sözü ile Eş'arîye mezhepleri kasdedilmektedir).Maturidî: Vücûb zat üzerine zait değildir. Eş'ari Vücûb itibarî bir şeydir.Maturidi: Vücûb bizzat hakikatin kendinde gerçekleşmesidir. Eş'ari:Vücûb, zatın vücûdu gerektirmesidir. Maturidî: Beka,vücûdun devamıdır, vücûddan ayrı bir sıfat değildir.Eş'arî:Beka,vücûd üzerine zaid bir sıfattır. Maturidî:Kudret, irâdeye göre ortaya çıkan ve bir şe­yin yapılmasını veya yapılmamasını mümkün kılan ezelî bir sıfat­tır. Eş'ari: Taalluk ettiği vakit makdûrda tesirli olan bir sıfattır. Maturidi:İrâde sıfatında mahabbet yoktur. Eş'arî: İrâde mahabbet ve rızâdır. Maturidî: Sem' ve basar ilim sıfatından başkadır. Eş'arî: ilim­le aynıdır. Maturidi:Kur' an , keyfiyetsiz bir şekilde söz olarak Al­lah'ın sıfatıdır. Eş'ari: Kur'an tek bir şeydir. Maturidi:Kelâm-ı nefsi işitilemez. Eş'ari: İşitilebüir. Maturidi:Tekvin ALLAH'ın sıfatıdır. Eş'ari: Değildir, iti­barî bir şeydir. Kudret sıfatına racidir, Maturidî:Eşyanın varlığı “kün”(ol) kelimesine değil, bu kelimenin olmasına bağlıdır. Eş'arî: Eşyanın vücûdu ALLAH'ın ezeli kelâmına bağlıdır. Maturidî:İsim müsemmanm aynıdır. Eş'arî: Aynı değildir. Maturidî:Kader,eşyanın ezeldeki takdiri, kaza bu kade­re göre eşyanın meydana gelmesidir. Eş'arî: Kaza takdirdir, takdi­rin meydana çıkmasına kader denir. Maturidî:ALLAH'ın eli, ALLAH'ın yüzü (yedullah,, vechu1lah)hakdır. Aslı malum, vasfı meçhuldür. Eş'arî: (sonraki Eş'-arîler) Bunlar mecaz ifadelerdir, yed ve vech kudret ve zat demektir. Maturidî:Tevfik, kolaylaştırmak ve desteklemektir. Eş'­arî: Taat için kudret yaratmaktır. Maturidî: İnsanların güç yetiremediği bir şeye ALLAH'ın tek1if etmesi mümkün değildir. Eş'arî: Caiz ve mümkündür. Maturidî: ALLAH'ın fiillerinde, zaruret yolu.ile değil, lüzum ve lütuf yolu ile hikmet ve illetler vardır. Eş'arî: ALLAH'ın fiil­lerinde lüzum yolu ile değil, cevaz yolu ile hikmetler olabilir, fakat olmayabilir de. Maturidî: Hikmet,ALLAH'ın ezelî bir sıfatıdır. Eş'arî: Eze­lî bir sıfat değildir. Maturidî: ALLAH'ın va' idinden, yani tehdidinden dön­mesi imkansızdır. Eş'arî: ALLAH ve va'idinden hulf edebilir, cayabilir. Maturidî: ALLAH çirkin bir şey yapmaz, zira çirkin bir şeyi yapması çirkin olur. Bu da aklen imkânsızdır. ALLAH mü'mini ebedi olarak cehennemde yakmaz, kâfiri cennete göndermez. Eş'arî: Al­lah'ın fiillerinde çirkinlik diye bir şey yoktur. ALLAH bir peygamberi ebedi olarak cehennemde yaksa, buna karşılık bir kâfiri cennete gönderse dahi çirkin bir iş yapmış olmaz. Maturidi: Küfür ve şirkin affedilmesi-şer'an değilde - aklen caizdir. Eş'arî: Aklen de şer'an de caiz değildir. Maturidî: Akıl bazı şeylerin güzelliğini ve çirkinliğini (hüsnünü ve kubhunu) idrâk edebilir. Eş'arî: Akıl hiç bir şeyin güzelliğini ve çirkinliğini kavrayamaz.. Maturidî: ALLAH'ın var ve bir olduğu (vahiy gelmese bile) ak­len farzdır. Eş'arî: Değildir. Sit-ı Nübüvvet, yani peygam­berliğin sesi ve tebliği ulaşmamış olan bir bölge ahalisi, Maturidîlere göre sadece ALLAH'ın varlığım bilmek ve buna iman etmekle mükel­leftirler. Eş'arilere göre hiç bir şeyle mükellef ve hiç bir işten mesul değillerdir.Maturidî:İman tasdik ve ikrardan ibarettir. Eş'arî: îma­nın mahiyeti sadece tasdiktir. Maturidî: İman ne artar ne de eksilir. Eş'arî: Artar ve eksilir. Maturidî: Mukallidin imanı sahihtir. Eş'arî: (Eş'arîlerin ekseriyeti) değildir. Maturidî:Nakli deliller kesinlik ifade eder. Eş'arî: (sonraki Eş'arîlerin çoğunluğu) Etmez. Maturidî:İman mahlûk değildir. Eş'arî: Mahlûktur. Maturidî: Şu anda mümin olan kişi müslümandır, ömrü­nün sonunda kâfir olursa, küfür üzere ölmüş, olur. Eş'arî: İtibar hatime yedir. Küfür üzere Ölen bir kişi -daha evvel müslüman bile olsa- daima ve ömür boyu kâfir olarak yaşamış sayılır. Mümin için de durum budur. Maturidî:Said ve cennetlik bazan cehennemlik, şaki ve cehennemlik de bazan cennetlik olabilir. Eş'arî: Olamaz. Maturidî:“inşALLAH müminim,ALLAH dilerse müslümanım” denemez, (müminim hakka, gerçekten müslümanım, demeli, inşaallah sözü imana şübhe sokar.) Eş'arî: Denebilir (İmanda istis­na). Maturidî: Peygamberlikte erkeklik şarttır. Eş'arî: De­ğildir. Maturidî: Nebi ve resû1ler vefat ettikter sonra da ha­kikaten nebî ve resuldürler. Eş'arî: Hükmen nebi ve resuldürler. Maturidî: İman ile îslâm birdir. Eş'arî: Başka başka şeylerdir. Maturidi:İnsan nevinden olan Hz. Musa gibi peygamber­ler, melek nevinden olan Hz. Cebrail gibi peygamberlerden, melek peygamberler avamdan, avamdan olan salih ve takva sahibi mü­minler peygamber olmayan meleklerden üstündür. Eş'ari: İnsan pey­gamberler melek peygamberlerden üstündür ama bunun dışında umum melekler umum insanlardan üstündür. Maturidi: Kudret, iki zıd işi yapmak imkânı veren bir sı­fattır. Eş'ari: Bir kudretle sadece bir iş yapılır, iki zıd şeyi yapan kud­ret ayrı ayrı iki kudrettir. Maturidî: İnsan fiili esas olarak ALLAH'ın kudreti ve tekvini iledir, günah ve sevap, kötü ve iyi vasfını kazanması insanın kudreti iledir. Eş'arî: İnsan fiili tek başına ALLAH'ın kudreti tarafından mey­dana getirilir. İnsan kudretinin fiilin meydana gelmesinde herhangi bir dahli ve tesiri yoktur. Maturidî:İkâ' saf bir yokluk değildir. Varlıkla yokluk ara­sında olup hal adını alır. Eş'arî: îkâ' saf yokluktur. Maturidi:İrtidâd eden mümin sonradan tekrar İslâm'a dönse, irtidâdla boşa giden amelleri geri gelmez. Eş'arî: Geri gelir. (Habt-i amel). Maturidî:Ye 's halindeki tevbe makbuldür ama bu du­rumdaki iman muteber değildir. Eş'arî: Ye's halindeki tevbe de iman da makbul ve muteber değildir. Maturidî:Müteşabih âyetler te 'vi1 edilemez. Eş'­arî: (sonraki Eş'arîler) Edilebilir. Maturidî: Daha üstün biri varken üstün birinin imam ve halife olması caizdir. Eş'arî: Efdal varken mefdûl halife olamaz. Maturidi:Kâfir, amel ve ibadetle mükellef değildir. Önce imanla, iman ederse ondan sonra amel ve ibadetle mükellef olur. Eş'arî: Amelle de mükelleftir. Maturidî:İ'ctihad konusu olan meselelerde ALLAH indin­de hak ve doğru birdir. Eş'arî: Birden fazladır. Maturidî: İki kadir tarafından bir makdûr meydana ge­tirilebilir. Eş'arî: Getirilemez. Maturidi:Sebepler ve illetler, tesirli oldukları alanlar­da ve yerlerde, kuvvet ve tabiat gibi hakikî müessirdir. Eş'ari: Adî müessirdir. Maturidî:Araz için beka yoktur. Eş'ari: Vardır. Maturidî: Hüsnü ve kubhu zatî olan iman ve küfür gibi şey­lerin neshi caiz değildir. Eş'arî: Caizdir. Maturidi:Peygamber gönderilmeden önce bazı hükümlerin bilinmesi mümkündür. Eş'ari: Mümkün değildir. Maturidî;Mümaselet, zatî sıfatlardaki iştiraktir. Eş'arl: Mümaselet; bütün sıfatlardaki iştiraktir. Maturidî:Rüya ruhun bir nevi müşahedesidir. Eş'ari: Hayal-ı bâtıldır. Maturidî: ALLAH rüyada görülemez. Eş'ari: Görülebilir. Maturidî: Kesb azm-ı musaramamdır. Eş'arî: İnsan kudretinin makdura iktiranıdır. Maturidî: Ezelde ma'duma yani yok olana ilahi hitap taalluk etmez onun için ALLAH ezelde mütekellim değildir. Eş'arî: Hitab-ı ilâhî ma'dûma taalluk edebilir, ALLAH ezelde mütekellimdir. Maturidî: Sahih nazar, ALLAH'ın yaratması ve insanın kesbi ile ilim ifade eder. Eş'arî: Sadece ALLAH'ın yaratması ile nazar-ı sahih ilim ifade eder. Maturidîler: Tekvin mükevvenin gayrıdır. Eş'arî: Aynıdır. Maturidîler: Darbın akabinde vaki olan elem, kırma fiilinden sonra hâsıl olan kırılma, insan fiiline müteallik değildir. Eş'arî: Mü­tealliktir.İhtilaf konusu olan meseleler aşağı yukarı bunlardan ibarettir.Maturidîlerle Eş'arîler arasındaki ihtilaflı konulara bir misâl;-İki mezhep arasındaki farkı ve bu farkın mahiyetini daha iyi gö­rebilmek için, bir meseleyi delilleriyle nakledelim:-Maturidîlere göre erkek olmak peygamberliğin şartlarındandır. Eş'arilere göre peygamber olmak için erkek olmak şart değildir, kadından da peygamber olabilir.Maturidîlerin delilleri:”Ey Muhamnıed, senden önce, sadece ken­dilerine vahyettiğimiz erkekleri (ve ricali) peygamber olarak gön­derdik” (Nahl, 16/43; Yusuf, 12/109; Enbiya, 21/7). Bu üç âyet peygamberlerin sadece erkeklerden gönderildiğini, kadından peygamber gönderilmediğini açıkça ifade eder.. Ayrıca ka­dın halife, vali, emir, komutan ve kadı olma hakkına ve ehliyetine sahip değildir. Ehliyeti eksiktir. O halde peygamber de olamaz. Fa­kat müftü olabilir, fetva verebilir.Eş'arîlerin delilleri: “Biz Musa'nın annesine vahyettikki.”(Ta-ha, 20/38; Kasas, 28/7), âyeti Hz. Musa'nın annesine vahyin geldiğini açıkça göstermektedir.Vahyin gelmesi ise peygamberliğin alâmetlerinden ve özellikîerindendir. Ayrıca kadın müftü, mürşide ve veliye olabilmektedir. Dini hü­kümleri talim ve tebliğle de mükellef bulunmaktadır. Emr bi'I-ma'ruf venehy ani'l-münker onun da vazifesi bulunmaktadır. Ö halde ka­dından peygamber olabilir. Meryem, Asiye, Sâre, Hâcer, Havva, Mu­sa'nın annesi (a.s.) gibi hanımların nebi oldukları ifade edilmiştir. Maturidilerin karşı delilleri:”Biz sadece erkekleri peygamber olarak gönderdik”, mealindeki âyetin delâleti kesindir. Onun için “Musa'nın annesine vahyettik” mealindeki âyeti, “Meselâ Hz. Şuayb gibi o zaman hayatta bulunan bir peygambere vahyettik. O peygam­ber de vahyimizi ya haber salarak veya bizzat Hz. Musa'nın annesine ulaştırdı” şeklinde anlamak gerekmektedir. Âyet şu tarzda da izah edilebilir: Biz Musa'nın annesine bir melek gönderdik. Fakat bu melek gönderme işi peygambere melek gönderme şeklinde değildi. Hz. Meryem hakkında, “Biz ona ruhumuzu gönderdik” (Meryem, 10/17) âyetinde belirtildiği gibi bir melek göndermedir. İşte bu melek kendisine ALLAH tarafından vahyedileni Hz. Musa'nın annesine teb­liğ etmiştir. Âyetin diğer bir yorumu da şudur: Hakk Taâlâ gerçek­ten ve doğrudan Hz. Musa'nın annesine vahyetmiştir. Fakat bu vahiy, “Rabbin arıya vahyetti ki...” (Nahl, 16/18) âyetinde geçen vahiy gi­bi ilham manâsına gelmektedir. Eş'arîlerin karşı delilleri:”Biz Musa'nın annesine vahyettik.,.” mealindeki âyet, hiç bir şekilde, “Biz sadece erkekleri peygamber olarak gönderdik...” mealindeki âyetten daha az açık ve daha az ke­sin değildir. Bu âyet de en az o âyet kadar açık ve kesindir. Bu ka­dar çok açık ve kesin olan bir ifadeyi birtakım zanni ve tahminî yorumlarla te'vil etmek doğru değildir. Hakk Taâlâ'nın “Biz ona ruhu­muzu gönderdik”,demesi ve bununla Hz. Meryem'e Cebrail'i gönder­dik manâsını kasdetmesi sizin görüşünüzü değil, bizim kanâatimizi teyid edefT Zira Ruh adı da verilen Cebrail, peygamberlere gönderilen bir melektir. O halde Hz. Meryem bir Nebiyyedir. Âyette “Biz sade­ce erkekleri peygamber olarak gönderdik”, denilmesi, insan nevin­den peygamber gönderilmesini garib karşılayan ve peygamberlerin ya melek veya melekler gibi yemeyen, içmeyen, uyumayan ve cinsî münasebette bulunmayan varlıklar olması lazım geldiğini zan ve iddia edenleri red içindir. Âyet “Biz daha evvel de erkeklerden, yani insanlardan peygamber göndermiştik, hiç bir zaman insanlara me­lekten peygamber göndermemiştik”, manâsına gelmektedir. Esasen Furkan suresinin 25/7. ve 20. âyetlerinde de bu hususa işaret edil­miştir. İşte deliller ve karşı deliller böylece sürüp gitmektedir. İhtilaf konusu olan her meselede tarafların dayandıkları birtakım nakli ve aklî delilleri mevcuttur. Bu görüşler gelişi güzel ve indi mülâhazalar­la ortaya atılmış değildir. Fakat bu gibi konuların fiilî ve amelî ha­yatla hiç bir ilgisi bulunmadığı için, tatbikatta herhangi bir karışık­lığa sebebiyet vermemekte, sadece bir kanâat olarak kalmakta, bazan Eş'arîlsr Maturidîlerin, bazı Maturidiler de bazı konularda Eş'arîlerin fikir ve kanâatlarmı gayet rahat bir şekilde benimsemekte­dirler. Nitekim peygamberlikte erkek olmanın şart kılınması mesele­sinde başta Fahruddin Razî olmak üzere bir çok Eş'arî âlimi Maturidî görüşünü benimsemiş ve savunmuştur. Bir de doğrudan âyet ve hadislerle ilgisi bulunmayan “Vücûb ve zaruretin mahiyeti ve tefsiri, vücûbun yokluk mu, varlık mı oluşu ve mümâseletin ne olduğu” gibi akli konularla ilgili ihtilaflar vardır. Buna da bir misal verelim:- Maturidîlere göre mümâselet, yani iki şeyin birbirinin misli ve dengi olması, aslî ve zatî sıfatlarda iştirak manâsına gelir. İştirakda ise iki hususun bulunması lazım gelir:- a) Vacib, caiz ve mümtenî olan hususlarda iştirak, b) Birbirine misil ve denk olan iki şeyin yekdiğerinin yerini tu­tabilmesi. ALLAH'ın sıfatlarında bu iki husustan hiç biri düşünülemez. O halde ALLAH, hayat, ilim, kudret, irâde, sem', basar, kelâm ve tek­vin sıfatları itibariyle insanların misli değildir, bu yönden onlara benzemez. Bu sıfatlar bakımından insanlar da ALLAH'ın misli olamazlar, ona benzeyemezler. Zira arada mümâselet yoktur. Eş'arîlere göre, mümâselet, bütün vasıflarda iştirak suretiyle ha­sıl olur, Hatta iki şey bütün vasıfları itibariyle birbirinin misli olsa da tek bir vasıfta değişik ve farklılık gösterseler aralarında mümâ­selet hasıl ve sabit olmaz. Bundan dolayı Eş'arîler der ki: ALLAH ha­yat sahibidir, âlimdir, kadirdir, işiticidir... demekten, ALLAH'la insan­lar arasında bir mümâseletin ve benzerliğin mevcud olması gerek­mez. Zira insanlarla ALLAH'ın arasında bir mümâseletin ve benzerli­ğin bulunması için, istisnasız bütün vasıflan yönünden insanların ALLAH'ın misli olmaları icabeder. Bu ise imkânsızdır. Mutezileye göre, mümâselet, en hususi bir vasıfta iştirakin bu­lunması suretiyle de hasıl ve sabit olabilir. Misâl: Araz ve hadis olduğu için değil de sırf idrâk olduğu için bir ilim ve bilgi diğer bir ilim ve bilginin mümasili ve dengidir. Şu halde ALLAH -âlimdir, diye değil de- ilmi vardır, diye vasfolunsa insanla O'nun arasında bir mümâselet ve benzerlik hasıl ve sabit olur. Bu sebeple Mutezile ALLAH'ın zatı üzere zaid sıfatları bulundu­ğunu red etmiş ve: ALLAH ilim sıfatına sahip olmadan âlimdir, kudret sıfatına haiz olmadan her şeye kadirdir... diye iddia etmiştir. Pek tabiî mümâselet konusunda da tarafların tamamiyle aklî de­lilleri ve muhaliflerinin delilleri için de karşı delilleri mevcuttur. Fa­kat naslarla ye akidelerle doğrudan değil, dolaylı olarak bir müna­sebet ve irtibat kurulmuş olan bu ve benzeri konularda sözü fazla uzatmakta bir yarar görmüyoruz. Hanefî fakihleri ve Maturidîler bir tarafı, Eş'arîler karşı tarafı tutmuş değillerdir. Hemen hemen her bir meselede Eş'arî görüşüne katılan Maturidîlerden bir veya bir­kaç âlim vardır. Bunun aksi de böyledir. Beyazî eserlerinde bunlara kısmen işaret etmiştir. Bir misal:-Maturidilere göre peygamber olmak için erkek olmak şart­tır. Bir çok Eş'arî âlimi de bu görüşü benimsemişlerdir.[36]Şeyhzâde şöyle der: Hanefî hocalarının cumhuruna göre mukal­lidin İmam sahihtir. Eş'arîlerin cumhuruna göre sahih değildir.[37]Görülüyor ki, burada ekseriyete göre bir hüküm verilmektedir. Eş'arî görüşünde olan Maturidîler bulunduğu gibi, Maturidî görü­şünde olan Eş'arîler de vardır. Maturidîlere göre rü'yetullah sem'an ve şer'an vacib ise de aklen vacib değildir. Eş'arîler rü'yetullah'ı aklen de vacib görür­ler. Fakat Fahruddin Razî Eş'arî olduğu halde Maturidî görüşünü savunmuştur. Pratikte bir karışıklığa sebebiyet verme durumu olmadığı için ihtilaf konusu olan hususlarda herhangi bir görüşü benimsemek ek­seriya fazla önemli sayılmamış, tenkit ve itiraz konusu yapılmamış­tır. Fakat bu kaidenin istisnaları çoktur. Amelî mezheplerde durum böyle değildir. Kadından peygamber olur mu olmaz mı? konusunda Maturidîler veya Eş'arîler gibi düşünmek ve inanmak, pratikteki so­nuçları itibariyle hiç önemli değildir. Zira nasıl olsa Hz. Peygamber'den sonra bir peygamber gelmeyeceği konusunda her iki taraf da müttefektirler. İhtilaf konusu olan hususlar sadece Maturidîlerle Eş'arileri ilgi­lendirmemektedir. Bir konuda Maturidîlerle Eş'ariler ihtilaf ederlerse, bazan Maturidller Mutezile ile, Eş'arîler de Cebriye ile birleşmek­tedirler. İrade-i cüz'iye, teklif-i mâlayutâk, ta'zib-i mutî, şükr-i mün'-im ve hüsün-kubuh, konularında bu husus bütün çıplaklığı ile orta­ya çıkar. İmam Gazali “Şeriat gelmeseydi, ALLAH'ı tanımak ve verdi­si nimetlere karşı şükretmek insanlar üzerine vâcib olmazdı, bu konuda Mutezile aksi kanâattedir, yani Vacib olurdu',der” demekte­dir.[38] Görülüyor ki. Mutezile ile Maturidiler arasında müşterek olan bir kanâati Gazali sadece Mutezileye nisbet etmekte, Eş'ari gö­rüşünü de Ehl-i sünnet görüşü olarak takdim etmekte, aslında İmam-i Azam'a ait olan bir sözü naklederken O'nun ismine işaret etme ih­tiyacını dahi duymamaktadır, Taftazânî şöyle diyor: “İman artar ve eksilir. Eş'arîye, Mutezile. İmam Şafiî ve daha bir çok âlim bu kanâattadır. Ebu Hanife'ye, Ha­nefi fakihlerine, İmamu'l-Harameyn'e ve daha pek çok âlime göre imanda artma ve eksilme olmaz”.[39] Eş'arîlerden Fahruddin Razî. Amidi ve Nevevî de Ebu Hanife ile aynı kanâattadırlar. Görülüyor ki, bu sefer de Eş'arîler Mutezile ile birleşmekte, mesele çok daha dallı budaklı bir hal almaktadır. Bu gibi sebeplerden dolayı ihtilaf konusu olan hususlara sadece Eş'arîlerle Maturidîleri taraf olarak görmek yanlış ve yanıltıcı olur. Onun için ihtilaflardaki bu özelliğe daima dikkat etmek gerekmektedir. Eş'arîlerle Maturidîler arasında ihtilaf konusu olan hususlar ekseriye te'lif edilmek istenmiştir. Bu husus imanın artması ve ek­silmesi konusunda kendisini açık olarak göstermektedir. Bir çok me­sele derinlemesine ve sıhhatli ölçüler içinde incelendiği zaman, ara­da hakiki bir ihtilafın olmadığı görülür. İhtilaf kelime ve tabirlere değişik manâlar vermekten ve tarafların birbirinin maksadını iyice kavramamalarından doğmaktadır. Kelâm kitaplarının çoğu, bu ara­da Şerhu'l-akâid imanın artması ve eksilmesi meselesindeki farklı görüşleri bağdaştırmak ve uzlaştırmak suretiyle itikadî ihtilafların nasıl te'lif edildiğine dair çok güzel örnekler verirler. Eş'arîlerle Maturidîler arasındaki ihtilaflı konuların çoğunda ihtilaf tamamiyle nazarî (teorik) dir, hiç bir amelî (pratik) yönü yok­tur. Meselâ Hz. Peygamber'den sonra peygamber gelmeyeceği husu­sunda bütün İslâm mezhepleri ittifak etmişlerdir. Durum bu olduğu halde, yani erkekten bile peygamber gelmesi bahis konusu olmadığı halde kadından peygamber gönderilmesi caiz midir, değil midir? me­selesinde Eş'arîlerle Maturidîler ihtilaf etmişlerdir. Hz. Meryem gib; bazı kadınların peygamber olduğuna inanan Eş'arîler, konunun ta­mamen nazarî olmadığım örnek göstererek ispat edebilirler. Ancak mesele bugün için tamamiyle nazaridir. Hz. Meryem'in nebiye veya veliye olduğuna itikad edilmesi pratikte hiçbir netice meydana ge­tirmez. Bu konuda daha açık misâl şudur: ALLAH insana gücünün yetme­diği bir şeyi teklif etmemiştir. Kur'an'da ve hadiste veya diğer se­mavi dinlerde bunun misali yoktur. Bu konuda Eş'arilerle Maturidî­ler ittifak etmişlerdir. Fakat acaba ALLAH insana gücünün yetmediği bir şeyi teklif etseydi...bu caiz olur muydu, olmaz mıydı, hususunda ihtilaf etmişlerdir. Bu ihtilaf, aslında var olmayan mesele ve mevzularla ilgili tamamiyle nazarî bir ihtilaftır. Âhirette ALLAH'ın görüleceği konusunda ittifak eden Eş'ariye ve Maturidiye, ru'yetu İlahın sem'an ve şer'an vacib olduğu hu­susunda ittifak etmişler, fakat sem'an ve şer'an caiz olup olmadığı hususunda ihtilaf etmişlerdir. Maturidîler ikinci, Eş'arîler birinci şıkkı tercih etmişlerdir. Yani ru'yetullah Eş'arîlere göre aklen caizdir, Maturidîlere göre akıl bu konuda hüküm veremez. Aslında bu gibi ih­tilaflara itikad ve iman ihtilafı değil, fikir ve kanâat ayrılığı demek daha doğru olur. Mesele böyle görüldüğü içindir ki, ru'yetullah ko­nusunda Ebu Muîn Nesefî Tabsiretu'l-edille'de, Pezdevî Keşfu'1-esrar'da ve Sâbunî el-Bidaye'de kendileri Maturidî oldukları halde Eş'arî görüşüne sahip çıkmışlar ve onu desteklemişlerdir. Buna karşılık esas itibariyle Eş'arî oldukları halde Fahruddin Razî bu konuda Ma­turidî görüşünü savunmuştur. Bu gibi ihtilaflar, ameli ve tatbikî ne­ticeler meydana getirmeyen nazarî ve fikrî ihtilaf olduğu için Eş'arî­lerle Maturidîler arasında fikir ve kanâat mübadelesi eksik olmamış­tır. Fıkıh konularında telfike şiddetle karşı çıkanlar bile Eş'arî - Ma­turidî akaidinin karışımından ibaret olan Şerhu'l-Akâid'i ve benzeri eserleri, hatta tamamiyle Eş'arî olan Akaidu Adudiye ve şerhleri gibi kitapları okumakta ve okutmakta bir sakınca görmemişlerdir. Bu durumdan İslâm düşüncesi zarar değil, fayda görmüştür. Fakat ihtilaf­lar delilleriyle bilindikten sonra serbestçe tercihler yapılsaydı, şüp­hesiz ki daha faydalı olurdu. Ama tartışmalar ekseriya böyle olmamış, çok dar çerçevede kalan kısır çekişmelerden ibaret kalmıştır. İtikadî mezhepler ve felsefî cereyanlar arasında Eş'arîlerle Maturidîlerin işgal ettikleri yer şöyle tesbit edilir: “Felsefenin önün­de Mutezile, Mutezilenin önünde Eş'ariye vardır.'Mutezile, felsefe ile Eş'arîye arasında, Eş'arîye de Mutezile ile Selefiye arasındadır. Eski Eş'arüer Selefiyeye, sonrakiler felsefeye daha yakındır”.[40] “Maturidiye Selefiye ile Eş'arîye arasındadır. Eş'arîyeden ziyade Selefi­yeye yakındır”.[41] Bu duruma göre Mutezile ile Selefiye arasında Eş'arîye, Eş'arîye ile Selefiye arasında da Maturidîye yer almaktadır. Bu husus iki bakımdan doğrudur: 1) Maturidîler “yedullah, vechullah, istiva” gibi tabirleri te'vil etmedikleri halde, Cüveynî'den itibaren Eş'arîler bu gibi ifadeleri te'­vil etmişlerdir. Bundan daha önemlisi, Eş'arîler ALLAH'ın fiili sıfatla­rını te'vil ettikleri ve tekvini bir sıfat olarak kabul etmedikleri halde Maturidîler ALLAH'ın fiilî sıfatlarını ve tekvini kabul ederler. Bu gibi şeyleri te'vil etmezler. 2) Eş'arîler, nazarî, nıücerred ve felsefî konulara fazla daldıkları halde Maturidîler bu hususlara çok daha az girmişlerdir. Onun içindir ki, bir Maturidî kelâmının varlığı bile kabul edilmemiştir. İşte bu gibi sebeplerden dolayı Maturidîye akaidi Selefiye hare­ketine çok cazib görünmüştür. Eş'arîlere fazla muhalif olan Selefîler Maturidüere yakın bir alaka duyarlar. Diğer taraftan irâde, kaza, kader, hüsün, kubuh, teklif-i mâlâyutâk, hikmet, illet, kudret ve ALLAH'ı aklen bulma ve bilmenin vacib olması gibi temel konularda Maturidîler, Eş'arüerden çok Mutezileye yakındırlar. Hatta bu meselelerde Mutezile'ye çok yaklaşır, bazan da onunla kaynaşırlar. Aslında bu gibi konularda bile Maturidîyenin Eş'arîlerden çok İbn Teymiye ve İbn Kayyım gibi Selefîlere daha ya­kın oldukları rahatlıkla söylenebilir. Muhammed Abduh ve O'nu takib edenlerin Maturidî akaidine ilgi duymaları ve üzerinde durma­ları bundan ileri gelmektedir. “Eş'arî, Ebu.Ali Cübbaî'nin çeşmesinden içmiştir”,”Eş'arüer Mu­tezile ile aynı meşrebdendir”, “Eş'arîler Mutezilenin hünsalarıdır” (yani bir kimsenin Eş'ari mi yoksa Mutezile mi olduğu kolay kolay belli olmaz, Eş'arüer Mutezilenin bozuntusu veya dişisidir) sözlerine rağmen bazı temel konularda Eş'arîlere karşı Mutezile, Maturidîye ve Selefiye birleşmişlerdir. Kâinattaki sebep-netice (determinizm, icabiye) fikrine Cebriyeden sonra Eş'arîler kadar yabancı ve uzak kalmış başka bir mezhep yoktur. Mutasavvıfların ekseriya Eş'arî ol­malarının bir sebebi de budur. Eş'arîlerle Maturidîler arasındaki ihtilaflar acaba manevî mi­dir, yoksa lafzî midir? Başka bir tabirle bu ihtilafların İslâmdaki Önemi ve değeri nedir? İslâm nazarında bu ihtilaflar büyük ve ehem­miyetli midir yoksa küçük ve basit midir? Bu sorulara çok farklı cevaplar verilmiştir. Bu ihtilafların büyük, önemli ve esaslı gösterilmesi halinde, Maturidîlerle Mutezile arasın­da veya Eş'arîlerle Mutezile arasında fark kalmıyacağını sezenler, bu iki mezhep arasındaki farkları küçük, basit ve Önemsiz göstermişler, böylece Maturidîlerle Eş'arileri yekdiğerine yaklaştırarak Ehl-i sün­net adı altında toplarken Mutezile, Şia, Hariciler... gibi İslâm mezhepleriyle Sünnî mezhepleri arasındaki farkı büyütmüşlerdir. Maturidîlikle Eş'ariliği bağdaştırırken, bu iki mezhebin diğer mezheplerle uzlaşmasına engel olmak için ya aşılması imkânsız kaim ve yüksek duvarlar inşa etmişler veya geçilmesi mümkün olmayan uçurumlar meydana getirmişlerdir. Diğer bazı âlimler ise baklayı ağızlarından çıkararak gerçeği ol­duğu gibi söylemişler, taraf tutma ve grup kayırma gibi bir endişe ile hareket etmemişlerdir. Mezhep mutaassıbları ise bu gibi yorum ve açıklamalara bakarak, kendi mezheplerinin dışında kalan herkesi bir ve aynı hükümde tutmuşlardır. Şimdi bu hususu örneklerle izah edelim:[42] Ehli sunnetin itikad anlayışı, Mezhebler imam Maturidi ve İmam Eşari üzerinedir. Ayrıca bunlardan evvel Selef'in (itikad) anlayışı da bulunmaktadır. Selef alimleri hem Maturudi itikad anlayışını hem Eşari anlayışını tenkid etmekte, ayrıca Maturidi ve Eşari arasında da bazı farklılıklar olmakla beraber, Küfre götürecek fark yoktur ve hiç biri kafir sayılmamıştır. Ebu Nasr Tâceddin Abdulvehhâb b.Ali b. Abdi’l-Kâfî b. Ali b. Temam es-Subkî (ö. 771/1370) 15 Tabakâtu’ş-Şâfi’iyyeti’l-Kubrâ, (Kahire 1965), III/377-389 sahifelerinde Mâturîdî’ler ile Eş’arîler arasındaki ihtilaflardan şöyle bahseder: “Tahavî ile Eş’arî arasında sadece on üç konuda ihtilaf vardır. Eş’arîlerle Mâturîdîler arasındaki ihtilaf on üçten ibarettir. Bu on üç meselenin yedisi lafzî ihtilaftır. Sadece altı tanesi mana ile ilgilidir. Bu on üç meselede bir kimsenin başka bir kimseye muhalefet etmesine, haddi zatında muhalefet bile denmez.” (es-Subkî, Tâceddin Abdulvehhâb b. Ali, Tabakâtu’ş-Şâfi’iyyeti’l-Kubrâ, Kahire 1965, III/378) Maturidi ve Eşari Arasındaki Farklar 1- Maturidi’lere göre Tekvin (masivayı yok veya var etmek); diğer sıfatlar gibi Allah’ın sıfatıdır ve O’nunla kaimdir. Mukevvin = Yaratıcı’nın sıfatı Tekvin, mukevven = yaratılmıştan başka olduğu halde, masivanın var olmak zamanında, her cuzune bağlıdır; Kudret ve İrade sıfatları gibi.. Eşari'lere göre tekvin sıfatı, hadistir; Allah’ın Zat’ıyla kaim değildir. Çünkü tekvin, Allah’ın fiili sıfatlarındandır. Halbuki fiili sıfatların hepsi de tekvin gibi hadistir. Zira kainat zatıyla ve sıfatıyla hadistir. Öyle ise Allah’ın fiili sıfatlarının hepsi hadistir. Çünkü masivaya muteallak (bağlı olan), masivadır. 2- Maturidilere göre Allah’ın kelamı (konuşması) bizzat işitilmez, ancak ona delalet eden işitir. Eşarilere göre, Allah’ın kelamı bizzat işitilir; Musa Peygamber’in kıssasında beyan ve meşhur olduğu gibi.. İbni Fevrek der ki: ‘ Bir kişi Kur’an’ı okurken iki şey işitir; okuyanın sesi, Allah’ın kelamı.‘ Kadı Bakıllani der ki: ‘Harici adetlere binaen Allah’ın kelamı işitilmez. Velakin işitilmesi mümkündür. Allah dilediği kuluna tabii kanunların hilafına işittirir. Fakat işitilen, elbette harf ve lafızdan mücerred ve hali olarak vasıtasızdır. ‘ Ebu İshak El-İsferayini ve tabileri derler ki: ‘Allah’ın kelamı, ne vasıta ile ne de vasıtasız olarak asla işitilmez.’ Ebu Mansur Maturidi’nin ihtiyar eylediği hüküm de böyledir. 3- Maturidilere göre, Allah hikmet lafzıyla vasıflanır; hikmet kelimesi ister ilim, ister hükümler manasında kullanılsın.. Eşari'lere göre, eğer hikmetin manası, ilim ise, Allah onunla vasıflanır; hikmet sıfatı Allah’ın Zat’ıyla kaimdir.. ve ezelidir. Aksi halde, hikmet, ahkam ve hükmetmek manasında ise, o da tekvin gibidir; Allah onunla vasıflanmaz. 4- Maturidi'lere göre, Allah’ın irade sıfatının her şeye şumulu vardır. Her hayrı, her şerri, küfrü ve imanı, taati ve isyanı, O hem diler, hem takdir eyler. Amma taatlerde dileği ve isteği, sevgisi ve emri vardır. Lakin isyan ve küfürde rızası, sevgisi ve emri yoktur. Eşari'lere göre, irade ile rıza arasında fark yoktur. Allah’ın sevgisinin, irade gibi her şeye şumülü vardır. 5- Maturidi'lere göre, teklife bağlı bazı hükümlerin bilinmesi, akıl ile mümkündür. Zira akıl, eşyaların güzelliğini ve çirkinliğini bilmek hususunda bir alettir. İmanın lüzumlu olduğu ve Yaratıcı’ya şükretmek, akıl ile idrak olunur. Elbette akıl iman etmeye ileticidir. Çünkü Allah onu iletici yaratmıştır. İşte akıl peygamberlerden işittikten sonra inanmakla mukellef olduğu gibi, işitmeseydi dahi yine velinimeti olan Allah Teala’yı bilmesi gerekliliğini, yine peygamberlerden öğrenir.. Hatta Allah’ın varlığını idrak etmemekte, hiçbir kimse için mazeret yoktur. Çünkü yer, gök ve içindekileri insanoğlu görür. İşte bu kadar eserleri görüp inanmak mecburiyetindedir. Hatta hiçbir peygamber gönderilmemiş olsaydı bile Allah’a inanmak yine lüzumlu ve farz olurdu. Eşari'lere göre, akıl ile hiçbir şey vacib veya haram olmaz. Vacib veya haram oluş; Allah’ın gönderdiği hukukla, yani kitab ve elçi ile bilinir. Her ne kadar akıl, çirkinliği ve iyiliği idrak etse de, teklife bağlı bütün hükümleri Şari’den işitmek ile idrak eder. 6- Maturidi'ler dediler ki: Saidler bazen şaki, şakiler de bazen said olur. Eşariler: ‘Buna itibar yoktur; itibar akibetedir. Akıbet ise Allah’ın ilmine dayanır. Hiç kimse Allah’ın ilmini bilenemez. Öyleyse ‘ İnşaAllah mu’minim’ demek caiz olur’ dediler. Maturidiler dediler ki: Şek üzerinde ‘ İnşaAllah muminim’ demek caiz olmaz. Ehli tahkikten birçokları dediler ki: İman bir kimsenin kalbinde yerleşirse, artık akıbetinden korkulmaz. 7- Maturidi'ye göre kulun gücünün yetmediği şeyde, ona İlahi teklifin yüklenmesi mümkün değildir. Fakat kulun gücünün yetmediği şeyi yüklenmesi mümkündür. Eşari'lere göre, ikisi de mümkün değildir. Eşariler, El-Bakara suresinin son ayetini delil almışlardır. 8- Maturidi'lere göre kufrun afuv olması; şeran ve alken mümkün değildir. Eşarilere göre ise, şeran değil; amma alken mümkündür. 9- Maturidi'lere göre mu'minin ebediyen ateşte, kafirin de cennette kalması şeran ve aklen mumkun değildir. Eşarilere göre şeran değil; amma alken mumkundur. 10- Maturidi'lere göre, isim ve musemmanın manaları birdir. Eşari'lere göre bir değildir; zira isim, musemma, tesmiye, ayrı ayrıdır. Her iki mezhebin arasında hükmeden bazı ehli ilim şöyle demişlerdir: Burada üç şey var: 1- İsim musemmanın aynıdır;-2- İsim musemmanın başkasıdır-3- İsim ne aynıdır ne gayrıdır. İttifakla isim musemmayı tayin etmek içindir; zira isim, musemmasıyla vardır. 11- Peygamberlerde, Maturidi'lere göre erkeklik şarttır. Eşari'lere göre şart değildir. Bilicma, kadınlardan peygamber gelmemiştir. 12- Kulun yaptığı işin ismi, Maturidilere göre kisb=kazançtır; halk=yaratmak değildir. Binaenaleyh Allah’ın yaptığı işe halk denilir, kisb denilmez. Fe, ayn, lam’dan ibaret fiil kelimesi, kisb ve halk manasını kuşatır. Eşarilere göre fiilin iki manası vardır: 1- Hakiki manası, ki var demektir. -2- Mecazi manasıdır. Kulun yaptığı işe mecaz olarak fiil denilir. Kulun yapamadığı işe de halk denilir. Kulun yapabildiği şeylere hakiki mana olarak kisb denilir. 1- Cuz’i irade:-Eş’ari'lere göre cuz’i iradeyi Allah yaratır. Maturidî'lere göre ise cuz’i iradeyi Allah yaratmaz 2-Husun ve kubuh:-Eş’ari'lere göre husun ve kubuh, yani bir şeyin iyi veya kötü olduğu aklen bilinemez. Husun ve kubuh , Allah’[]ın emir ve nehiyleriyle bilinir. Allah bir şeyi emrettiyse o şey iyidir. Allah bir şeyi yasak etti ise o şey kötüdür. Maturidîlere göre ise husun ve kubuh akıl ile idrak olunur. Emir ve nehiy bir şeyin iyi veya kötü olduğuna dela

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

https://twitter.com/kanaryamfenerli