24 Haziran 2014 Salı

DÜŞÜNCE İLE ENERJİYİ YÖNETMEK

https://twitter.com/kanaryamfenerli __/\/\____________/\/\_____________ KANARYAM █▓▒░▒▓█ FENERLİ ¯¯¯¯¯¯\/\/¯¯¯¯¯¯¯¯¯\/\/¯¯¯¯¯¯¯¯¯¯¯

Kelebek etkisi

https://twitter.com/kanaryamfenerli __/\/\____________/\/\_____________ KANARYAM █▓▒░▒▓█ FENERLİ ¯¯¯¯¯¯\/\/¯¯¯¯¯¯¯¯¯\/\/¯¯¯¯¯¯¯¯¯¯¯ Kelebek etkisi, bir sistemin başlangıç verilerindeki küçük değişikliklerin büyük ve öngörülemez sonuçlar doğurabilmesine verilen addır. Edward N. Lorenz'in çalışmalarından biri olan Kaos Teorisi ile ilgilidir. Daha sonralarda hava durumuyla ile ilgili verdiği şu örnek ile ünlenmiştir. "Amazon Ormanları'nda bir kelebeğin kanat çırpması, ABD'de fırtına kopmasına neden olabilir. Farklı bir örnekle bu, bir kelebeğin kanat çırpması, Dünyanın yarısını dolaşabilecek bir kasırganın oluşmasına neden olabilir." Fakat daha çok yaratılan bir kaosun büyüyerek artmasını ifade eder. Kriptografide kelebek etkisi Kriptografik öz işlevleri, girdinin boyutundan bağımsız olarak sabit değerli özler üretecek biçimde hazırlanırlar ve veri bütünlüğünün güvence altına alınmasında kullanılırlar. Bundan ötürü, verideki en küçük değişiklik, sonuç değerinin yarısından fazlasının değişmesine neden olur. Bu etkiye kriptografide "çığ etkisi" adı verilir. Örnek olarak MD5 algoritmasının verinin bir harfinin değişmesine olan tepkisİ dünyanın bir ucundaki kelebeğin kanat çırpmasının dünyanın diğer ucunda fırtınaya yol açması şeklinde tasvir edilen, dünyadaki en ufak vir değişimin, zincirleme olaylar şeklinde tahmin edilemeyecek boyutlardaki değişimlere neden olabileceğini açıklayan etkidir.bir çivinin kırılmasıyla bir savaşın kaybedilmesi durumuna benzediği büyük odunları yakmak için küçük çubuklar kullanılır ya hani, öyle bişey.. yamulmak da istemiyoum ama tabi.karma felsefesinin önemli bir parçasıdır. yaptığınız küçük bir iyilik birçok başka hayatı etkiler ve son olarak size tekrar iyilik olarak döner. bunu bazen farkedersiniz bazen edemezsiniz. ama yaptığınız küçük bir hareket geleceğin oluşumunu etkilemiştir. kelebek etkisi bu oluşumda bazen tersine de görev alabilir. yani yapılan büyük* bir hareketin etkisi küçülebilir de."ask midede kelebeklerin kanat cirpmasidir"ufak tefek ayrintilarin hayal edilemeyecek sonuclar dogurmasi, baslangicta oyle olmasa simdi boyle olmazdi denen sonuclarin bir yansimasidir.kelebek etkisi var olan düzensizlik ortamında oluşan düzendir. adını hatırlamadığım bir bilim adamı metooloji için bir alet denerken bulmuştur.gariptir ki kelebeğin kanatlarından çıkan bir rüzgar cihazda tufanlara neden olmuştur.kelebek etkisi bir felsefe olarak çok önemlidir.bulunduğumuz evren düzensizlik içinde bununan bir düzenlerdir. aynı mantıkla yola cıkarsak sizin kaybattiğiniz bir nanosaniye hayatınızı kurtarmış olabilir. şöyle ki bir trafik sisteminde bulunduğunuzu düşünün.sistem akışkan olduğu için birinin fren yapması arkasında ki 200 arabayı etkileyebilir. siz bu 200 arabanın içinde iken kaybettiğiniz iki saniye eve giderken olası bir kazayı önlemiş olur.kavradığınızda dehşete düşebileceğiniz bir olgudur aslında.düşündükce ne kadar manyakca birsey olduğunu....bu yüzden her daim sükretmek buradan geliyor olabilir.(fark etmediğimiz milyonlarca felaket gelebilir başımıza)filmide güzel gerci orada felsefe bakımından sadece 3 -4 kişinin hayatı öneme alınmış ama düşünce aynı o şekilde diyebiliriz. bir laf yada eylemle bulunan 4 kişinin hayatı değişiyor.

DESTİNASYON

https://twitter.com/kanaryamfenerli __/\/\____________/\/\_____________ KANARYAM █▓▒░▒▓█ FENERLİ ¯¯¯¯¯¯\/\/¯¯¯¯¯¯¯¯¯\/\/¯¯¯¯¯¯¯¯¯¯¯ Gidelecek yer anlamına gelir. türkçe değildir fransızca dır.gönderilen yer, hedef anlamındaki bu sözün iki ayrı kullanımı için (biletlerde) varış yeri ve (ticarette) hedef 1-farklı doğal özellikleri veya çekicilikleri olan ve ziyaretçilerin ilgisini çeken yer” 2-Geçici konaklamalar için ziyaretçileri cezbeden yerler 3- Kıtalardan ülkelere, eyaletlere, bölgelere, şehirlere, köylere kadar değişen büyüklükte yerler. 4- Siyasi olarak sınırları çizilmiş bir yerden çok, turistik kaynakların kümelendiği bir coğrafi alan. 6-Sosyolojik bakış açısıyla yapılmış bir başka tanıma göre ise destinasyon “bir çeşit ‘turistik toplumun’ ‘olağan toplum’ içinde yer aldığı coğrafi bir yer ya da bölge” olarak tanımlanıR 7-“çeşitli amaçlarla yaşadıkları yer dışında seyahat edenlerin ziyaret ettikleri veya ilgisini çeken, turistin sürekli olarak yaşadığı yer dışında ziyaret ettiği yer olarak tanımlanabilir. Bir yerin ‘destinasyon’ olabilmesi için bazı koşullara sahip olması gerekir. Bunların başında destinasyonu oluşturan özelliklerin “çekici, ulaşılabilir, ihtiyacı karşılayacak sayı ve nitelikte tesisler, paket turlar, etkinlikler ve destekleyici hizmetlerin olması geliyor. Bir yerin destinasyon olarak anılıp bu kimlikle pazara çıkabilmesi, sahip olunan özellikler yanında bu özellikleri ile algılanması da önemli ve gereklidir. Öte yandan seyahatin amacına göre destinasyonları sınıflandırmak mümkündür. Bu bağlamda, Sağlık amaçlı seyahat eden turistler için Afyonkarahisar bir termal turizm destinasyonu; Eğlence amaçlı seyahat edenler için Las Vegas bir eğlence destinasyonu; Dinî amaçlarla seyahat eden bir Müslüman turist için Mekke ve Medine bir inanç turizmi destinasyonu; Dinlenmek ve tatil yapmak amacıyla seyahat edenler için Bodrum bir tatil turizmi destinasyonu olarak sınıflandırılabilir. Destinasyonu çekici kılan özellikler

Hayrlar Feth Olsun ; Şerler Def Olsun !

https://twitter.com/kanaryamfenerli __/\/\____________/\/\_____________ KANARYAM █▓▒░▒▓█ FENERLİ ¯¯¯¯¯¯\/\/¯¯¯¯¯¯¯¯¯\/\/¯¯¯¯¯¯¯¯¯¯¯ Hayrlar Feth Olsun ; Şerler Def Olsun !

Tefe’ül - tevafuk-Teşe’üm-Evham-vesvese- tahkik-teberrüken taklid-teferruk- teferrüs- teferrüt- tefessüh-

https://twitter.com/kanaryamfenerli __/\/\____________/\/\_____________ KANARYAM █▓▒░▒▓█ FENERLİ ¯¯¯¯¯¯\/\/¯¯¯¯¯¯¯¯¯\/\/¯¯¯¯¯¯¯¯¯¯¯ Âlimleri irfan sahib eden, üç harf ile beş noktadır.(عشقْ) Mü'minleri duhûlü cennet eyleyen, beş harf ile üç noktadır. (ايمان) Ugur inancı da bundan önce saydığımız batıl inançların akrabalarındandır ve Islâm'la kaldırılmıştır. Kur'ân-ı Kerim'de ugursuzluktan sözeden üç âyet-i kerîme vardır ve üçü de kâfirlerin uğursuz saymalarını anlatır. (Yâ-sîn (36) 7 8; Neml (27) 47; A'raf (7) 131.) Bu bile, uğursuzluğun, müslümanların işi olmadığını bize anlatmaya yeter.uğursuzluk gütmenin şirk olduğunu söylemiş, bir hadîslerinde de aynı sonuca varmak üzere uğursuzluğun "Cibt"e, yani Allah'ın dışında edinilen ilâhlara tapmak olduğunu haber vermiştir. (Ebû Dâvûd, tib 23; Müsned NI/477, V/60; Ibn Hibbân age. VN/ 646; Bir hadis-i şerifte de: "Bir kimseyi uğursuzluk gütmesi bir ihtiyacından alıkoyarsa şirk koşmuş olur" Münavî, Feyz VI/136 Ahmed ve Taberanî'den Hasen.) Çünkü herhangi bir şeyi uğurlu ya da uğursuz sayan insan, sanki o konudaki tesiri o şeye bağlamış demektir. Halbuki, her şey Alah'ın dilemesi ve gücüyle olur. Bu yüzden, her insanda bir parça da olsa uğursuz.sayma inancı bulunduğunu, böyle bir şeyle karşıkarşıya gelen insanın, yolundan dönmemesi gerektiğini söyleyen hadîsten sonra Ibn Mes'ûd, bu tür uğursuzluk düşüncesinin ilâcının "tevekkül" olduğunu söyler. (Ebû Dâvûd, tib 24; Tirmizî, siyer 47; Ibn Mâce, tib 43; Müsned I/389, 438, 440.) Peygamber Efendimiz de böyle bir durumla karşılaşan insanın; "Allühümme Lâ-ye'tî bi'l-Hasenâti illâ ente velâ yedfe'ussevvyiâti illâ ente, velâ havle velâ kuvvete illâ bike" yani. "Allahim iyilikler sadece senden gelir, kötülükleri de ancak sen savabilirsin, her türlü güç ve kuvvet ancak sendendir" (Ebû Dâvûd, tib 24.), demesini öğütler. Ibn Âbidîn: Uğursuzluk gütme, mütevekkil müslümanların değil, yahudilerin bir sünnetidir, der.( Ibn Âbidîn VI/363-64.) "Uğursuz sayan da uğursuz sayılan da bizden değildir..." (age. V/385 (Taberâni'den. Hasen İslam öncesi Kabe'de Hübel isimli putun önünde bulunan fal okları Mekke toplumu tarafından çok sık baş vurulan vasıtalardan biri idi[3]. Hz. Peygamber'in dedesi Abdülmuttalib'in, Zemzem kuyusunu açarken sadece Haris isimli bir oğlu vardı. Kureyşlilerden bazı kişiler tarafından rahatsız edilmesi üzerine bu durumu kendisini savunacak oğullarının olmamasına bağlayan Abdülmuttalib, Allah'ın kendisine on oğul vermesi karşılığında oğullarından birini kurban edeceğine dair bir adakta bulunmuş, daha sonra on oğlu dünyaya gelmişti. Kurban edilecek oğlunu belirlemek üzere çektiği kura ileride Hz. Peygamber'in babası olacak olan Abdullah'a çıkmıştı. Abdullah'ın kurban edilmemesini isteyen Kureyş'ten bazı kişilerin ısrar ve tavsiyeleri üzerine Medine'de bulunan bir kahineye gitmişti. Kahine, Abdülmuttalib'den Mekke'de bir kişinin diyetinin on deve olduğunu öğrenmesi üzerine yapılması gerekenleri anlatmıştı. Bu tavsiyeye uyarak Kabe'deki fal oklarına müracaat eden Abdülmuttalib, üzerlerinde "Abdullah" ve "Deve" yazan oklardan çekmiş, ilk on çekişte gelen "Abdullah"tan sonra on birincide "Deve" çıkmıştı. Abdülmuttalib iki kez daha fal oku çekmiş, bunlarda da deve çıkması sonucunda yüz deveyi kurban etmişti[ İbn Sa'd, Tabakâtü'l-Kübra, Beyrut tsz., I/88-94; İbn Hişam, es-Sîretü'n-Nebeviyye, tahk. Muhammed Muhyiddin Abdulhamîd, Beyrut 1981, I/164-169.]. Fatih Sultan Mehmed'in, dönemin Ebu Hanife'si olarak bilinen Molla Hüsrev'e ve diğer din bilginlerine Kur'an falı baktırdığı[Sennur Sezer, Osmanlı'da Fal ve Falnameler, İstanbul 1998, s. 11-12.], Şeyhülislam Ebussuud Efendi'nin Kur'an'la fala bakana "şer'an bir şey lazım gelmeyeceği" fetvası[Sennur Sezer, a.g.e., s. 13.] Kur'an fallarının Cafer-i Sadık[Ayşe Duvarcı, Türkiye'de Falcılık Geleneği ile Bu Konıda İki Eser: "Risâle-i Falnâme-i Ca'fer-i Sâdık" ve "Tefe'ülnâme", Ankara 1993.], Hz. Ali[İsmet Şanlı, "XVI. Yüzyıl Divan Şairi Fedâyî ve Fâl-nâme-i Kur'ân-ı Azîm'i", U.Ü. Fen-Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi, Bursa 2003, Yıl: 4, Sayı: 5, 2003/2, s. 161-178] ve hatta Hz. Peygamber'den geldiğini peşinen ifade ederler. Bazı Kur'an fallarında yer alan "inanmayanlara Müslüman adı verilemeyeceği ve bu rivayetin Hz. Peygamber'den geldiği" [Mehmet Temizkan, "Bir Kur'ân Falı", Milli Folklor, 2007, Yıl 19, Sayı 74, s. 70-74.] ifadesi bu anlamda dikkat çekicidir. "Kur'an Falı" demek yerine "Tefe'ül-nâme"[ Yusuf Ziya Sümbüllü, a.g.m., s. 386-387.], "Fâl-ı Hemze"[Mehmet Temizkan, a.g.m, s. 71.] gibi başlıklar kullanmışlardır. Kur'an falları, ya tek harfin yorumu veya harf gurubunun yorumu şeklinde ortaya çıkmaktadır[Sennur Sezer, a.g.e., s. 18-35.] Kur'an Falı, tek harf yorumuna dayanan bir eserdir. Bu eser, Süleymaniye Kütüphanesi, H. Semsi-F. Guneren Blm. No: 35'te 132a-142b yaprakları arasındadır ve toplam 233 beyitten oluşmaktadır. Mesnevi nazım şekliyle ve aruzun Mefâ'îlün mefâ'îlün fe'ûlün kalıbıyla kaleme alınmıştır. Aruz ve bazen de kafiye hatalarına çokça rastlanan eserin şairi belli değildir. Yazılış tarihi hususunda da her hangi bir kayıt bulunmayan eser, dil, üslup ve kelime kullanımı bakımından Eski Anadolu Türkçesi özelliklerini taşımaktadır. Harekesiz olan ve sade sayılabilecek bir Türkçeyle kaleme alınmış olan mesnevide "dürüşmek, güman, igen, yavuz, yahşı, toylamak, tapu, keleci, delim, yiğirek" gibi arkaik kelimelerle birlikte Arapça ve Farsça kelimeler de kullanılmıştır. Bu bakımdan eserin XIII-XV. Yüzyıllar arasında yazılmış olduğu söylenebilir. Kitap ismi olmaksızın besmeleyle başlayan ve 10 beyitlik bir girişten sonra Elif'den Ye harfine kadar 29 harfle ilgili ve her bir harfin yorumu için farklı sayıda beyitten meydana gelen bir eserdir. Esere göre, Kur'an falına şu şekilde bakılır. Abdest alınarak üç Fatiha, bir İhlas, yedi istiğfar ve yedi salavattan sonra "Allâhümme innî tevekkeltü 'aleyke ve veccehtü vechî ileyke ve tefe'eltü bi-kitâbike'l-kerîm ve'l-furkâni'l-'azîm fe-erinî mâ hüve'l-meknûn fî-sırrıke'l-mektûm fî-ġaybike'l-mahzûn. Allâhümme ahric lî âyeten estedillü bihâ 'alâ kazâike ve kaderike fî hâcetî. Allâhümme erini'l-hakka fe-etbe'uhû ve erini'l-bâtıla fe-ectenibuhû. Bi-rahmetike yâ erhame'r-râhimîn" duası [Ey Allah'ım, sana tevekkül ettim ve yüzümü (yönümü) sana çevirdim, yüce Kitabın ve büyük Furkanınla tefe'ül ettim. Saklı gaybında ve saklanmış sırrında olan gizleri bana göster. İhtiyacım olan şeyle ilgili bana kaza ve kaderini öğrenebileceğim bir ayet çıkar. Allah'ım bana doğruyu göster ki ona uyayım ve bana batılı göster ki ondan uzak durayım. Rahmetinle, ey merhametlilerin en merhametlisi.] okunarak Kur'an-ı Kerim açılır. Sağ sayfanın ilk ayetinin ilk harfine bakılır. Bundan sonra hangi harf geldiğinde ne olacağı harf sırasına göre anlatılmaktadır. u Kur'an falında Elif harfi anlatılırken, diğer Kur'an fallarında göremediğimiz Hz. Hızır'ın bir duasından bahsedilmektedir. Bu dua şöyledir "Sübhâne'llâh mâ-şâe'llâh lâ yesûku'l-hayra illa'llâh Mâ-şâe'llâh lâ yasrifü's-sûe illa'llâh. Mâ-şâe'llâh lâ kuvvete illâ bi'llâhi'l-'aliyyi'l-'azîm" Tefe'ül sonucunda gelen harflere olumluluk ve olumsuzluk açısından baktığımızda, harflerin yarısından biraz fazlasının eserin müellifi tarafından iyiye yorumlandığı görülür. 29 harften 16 tanesinin (Elif, Be, Se, Cim, Hı, Dal, Re, Sin, Dad, Zı, Kaf, Lam, Mim, Nun, Vav ve Ye) hayra delalet ettiği, 13 harfin (Te, Ha, Zel, Ze, Şın, Sad, Tı, Ayn, Gayn, Fe, Kef, He ve Lamelif) gelmesi durumunda sonucun hayırlı olmayacağı fakat aceleci davranmayarak, bir süre niyetin tehir edilmesi ve sabredilmesi, namaz kılarak hayır ve hasenatta bulunulması durumunda sonucun hayra dönüşeceği ifade olunmaktadır. Rasûlüllah (Sallellahü aleyhi vesellem)in peygamberliğinden önce müfsid cinler kâinat idaresine ait bazı haberleri Mele-i Â’lâ’dan kulak hırsızlığı yaparak çaldıkları bazı haberleri kâhinlere ve sihirbazlara ulaştırırlardı. Sahih-i Müslim’de Hz. Aişe (Radıyallahü Anha) validemizden rivayet edilen hadis-i şerif şöyledir: Hz. Aişe (R.Anha) Rasulüllah (s.a.v.)’a şöyle suâl açtığını hikâye eder: “Ya Rasulellah! Kâhinler bize bazı şeyler söylüyorlar, onları doğru buluyoruz!” Efendimiz (s.a.v.) Hz.leri cevaplarında: “O bir hak kelimedir, yani doğru sözdür ki, onu cinni ezberler ve dostunun kulağına atar; ve o doğruya yüz yalan ekler” buyurdular.Sahih-i Müslim’deki bir hadis-i şerifte: “Bir kimse bir biliciye, bir falcıya varıp ondan bir şey sorar ve ona inanırsa: kırk günlük namazı kabul olunmaz”Buharî’nin (Kitabü’t-tıb)ta Enes (r.a.)’den rivayet ettiği hadis-i şerifte bu hakikat şöyle ifade edilmiştir. “Adva-yani uyuz ve taûn gibi hastalıkların kendi kendine başkalarına geçmesini kabulden ibaret olan inanç-yoktur. Tıyere: -yani hayvanların ve kuşların hareketlerini uğursuz saymak da yoktur. Ancak iyi bir tefe’ül yani hayra yormak hoşuma gider. Sordular fâl-i hayır, hüsn-ü tefe’ül nedir ya Rasûlellah? Buyurdular ki: Güzel bir kelimedir.” Evet dilimizde “Fâl-i hayır”, “hüsn-ü tefe’ül” denilen şey ki: güzel bir kelimeden hayır manası çıkarmaktır. Ebü’l-Kasim el-Kuşeyri (986-1074 M.) diyor ki: Ebu Bekr b. Fürek El-İsfehanî (? - 406 H.) den dinledim. Diyordu ki: “Ben bir fitne yüzünden bağlı olarak Şiraz’a götürülmüştüm. Sabah vakti şehrin kapısına yaklaşmıştık. Çok üzgündüm. Aydınlık başlayınca gözlerim şehrin kapısının yanında bulunan bir mescidin mihrabı üzerindeki yazıya takıldı. Orada “Allah kuluna kâfî değil mi?” âyeti yazılı idi. Bunu görünce hemen kalbime bir kanaat geldi ki ben bu fitneden doğrudan doğruya Allah’ın yardımı ile yakın bir zamanda kurtulacağım. Ve öyle de oldu. Tefe’üle Osmanlı tarihinden de bir misal: Avusturyalı Hammer tarafından kaleme alınıp Mehmet Ata tarafından dilimize terceme edilen Osmanlı tarihinde: Fatih’in 1473 M. Ve 878 Hicri yılında Uzun Hasan ile yaptığı savaştan önce gördüğü ve sonradan ayni hakikat olarak çıkmış bir rü’yasının, Evliyaullah’tan Akşemseddin (Kuddise sirruhu) Hz.leri tarafından tabir edildiği kaydedildikten sonra aynen şu satırları okuyoruz: “Kendisi -Yani Akşemseddin (k.s.) Hz.leri Kur’andan tefe’ül ederek “Emsalsiz bir zafer ile Allah seni -düşmanlarına- galip ve üstün getirecektir.” (Feth/3) âyet-i kerimesi zuhur ettiğini, âyet-i kerimenin -ebced hesabı ile- 878 tarihini gösterdiğini ve kâf-ı hitap Hz. peygambere işaret olup nâm-ı padişahî Muhammed olmakla nusretin bu tarafta olacağına delâlet eylediğini söylemiştir.Kur’an’dan tefe’ül şöyle yapılır: Bir niyet tutularak Kur’an açılır. Sağ sayfada göze çarpan ilk âyetin mânasından çıkan sonuç ile tefe’ül edilir. Edebî ve tarihî kaynaklarda bu tür tefe’ül ile ilgili pek çok bilgi bulunmaktadır. II. Mehmed. 1446’da tahtı babasına terkedip Manisa’ya dönmek zorunda kaldığında Molla Hüsrev kendisini teselli etmek için Kur’an’dan tefe’ül etmiş, pek yakında yine padişah olacağı müjdesini vermişti. Özellikle sıkıntılı zamanlarda çok yaygın olarak başvurulan bu usul Kur’an’ın anlaşılıp uygulanmasını engellediği için Mehmed Akif tarafından, “İnmemiştir hele Kur’an bunu hakkıyla bilin/Ne mezarlıkta okunmak ne de fal bakmak için” beytiyle tenkit edilmiştir.Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’nin Meŝnevî’si ve Dîvân-ı Kebîr’i ile Sa‘dî’nin Gülistân’ı, Hâfız, Yûnus Emre, Niyâzî-i Mısrî’nin divanları da tefe’ül amacıyla kullanılmıştır. Ahmediyye, Muhammediyye ve Envârü’l âşıkîn gibi bazı eserlerle tefe’ül etmek halk arasında çok yaygın bir gelenektir. Bunların münevver zümre arasında en çok rağbet bulanı Mevlânâ’nın Meŝnevi’si ile Sa‘dî nin Gülistân’ı ve Hâfiz-ı Şîrâzînin divanıdır. Özellikle Dîvân-ı Ĥâfıž’ın kitap falları arasında ayrı bir yeri vardır. Bu eserden fal açmak için söylenen, “Ey Hâfız-ı Şî-râzî bize bir bak! Ben bir fal açmak istiyorum, sen de bütün gizlilikleri bilirsin” mânasına gelen şu Farsça tekerleme bütün İslâm dünyasında Dîvân-ı Ĥâfıž’dan tefe’ülün ön şartı gibi kabul edilerek asırlarca tekrarlanmıştır: “Ey Hâfız-ı Şîrâzî/Ber mâ nazar endâzî/Men tâlib-i yek fâlem/Tu kâşif-i her râzî. Fasîh Ahmed Dede’nin divanı da Mevlevîler arasında bu maksatla çok kullanılan bir eserdir. Uygulanması kolay olduğu için eski toplum hayatında her sınıf insanın bu eserlere çok sık müracaat ettiği bilinmektedir. Bu kitaplardan fal açmak, “kitap falı” denilen bir fal türünün doğmasına sebep olmuştur. 4000 yıllarına kadar uzandığını gösteren belgeler, Mısır, Çin, Babil ve Kalde 'de falcılık yapıldığını ortaya koymaktadır. En eski falcılık örneklerinin Mezopotamya'da bulunduğu tahmin edilmektedir." Çoğu Akkad'lar döneminde geliştirilmiş birçok kehanet tekniği bazı talihsizliklerden geleceğin tahmini yoluyla uzaklaşılabileceği düşüncesine dayanıyordu. Bu tekniklerin çeşitliliği ve günümüze ulaşan yazılı belge zenginliği ise kehanet ilminin hemen hemen bütün toplumsal katmanlarda saygınlığının olduğuna işaret eder.Timur, Melfuzât’ta “Çocukluk Çağı ve Şeyh Şemsüddin’in Rehberliğinde Eğitim” başlığında, kendisiyle ilgili bilgiler verirken, isminin Kur’an’dan tefeülle belirlendiği konusunda açıklamalarda bulunmaktadır. Timur’da karar veremediği durumlarda Kur’ân’a bu amaçla sık sık kullanmaktadır. Nitekim bir başka yerde, “bir işi yapmaya niyet etsem, istişare bir neticeye ulaşınca yine Kur’an’dan tefeül ederek, ona göre davranırdım” der.Ankara Savaşında mağlup ettiği Yıldırım Bayezid’i Kayser olarak anan Timur onun askerlerini de Rum olarak anar ve şöyle der : “Sonra kendüm Angürya yoluyla Kayser üstüne leşkerlerle yürüdüm. Kayser Bâyezid ise atlı ve yaya olarak yüz bin askerle beni karşılamıştı. Savaş başlayınca Rum askerini yendim. Askerlerim Kayser’i esir alıp önüme getirdiler. Yedi yıllık seferden sonra zafer ve galibiyetle Semerkand’a geri döndüm.” İSTİHARE..Seyit bin Tavus De’evat-u Hatip’ten naklediyor ve o da Hz. Rasulullah (s.a.a)’ten naklediyor ki buyurdu: Kuran-ı Kerim’den tefe’ül (yardım almak) istediğin zaman ; İhlas suresini üç defa oku. Sonra Muhammet ve O’nun aline üç defa salavat gönder. Sonra söyle: Ellahumme inni tefe’eltu bi kitabike ve tevekkeltu eleyke fe erini min kitabike ma huve mektubun min sirrikel meknuni fi ğeybik Sonra cami (Bütün surelerin olduğu)bir Kuran al sayfa ve sıraları saymadan sağdan ilk satırı al (oradan manayı çıkar). BAŞKA İSTİHARE ŞEKLİ.Bil ki Allame Meclisi Şıh Yusuf Katibi’nin öğrencilerinin yazdıklarından rivayet ediyor ki o da Ayetullah Alleme’nin hattından naklediyor:Hz. Sadık (a.s) buyurdu: Aziz kitaptan istihare etmek istediğin zaman besmeleden sonra söyle:İn kane fi gezaike ve gederike en temunne ela şieti ali Muhammed (s.a.a) bi fereci veliyyike ve huccetike ela helgike fe ehric ileyna ayeten min kitabike nestedillu biha zalike Sonra Mushaf-ı Şerif’i açıyorsun altı sayfa sayıyorsun ve yedinci sayfadan altı satır sayıyorsun ve ona bakıyorsun ve neticeyi oradan çıkarıyorsun. ZAT-UR RİFA İSTİHARE NAMAZI (NAMAZ İLE İSTİHARE) Kılınış tarzında zikredilir ki: Bir işi niyet ettiğin zaman al üç yaprak ve üçüne böyle yazıyorsun.Bismillahirrahmanirrahim Heyretun minellahil ezizil hekim li fulan ibn-i filan if’el Diyer üç sayfaya da aynı duayı yazıyorsun ama (if’el) yerine (La tef’el) (??) yazıyorsun. Onları kendi namazlığının altına bırakıyorsun. İki rekat namaz kılıyorsun ve namazdan sonra secdeye gidiyor ve secdede yüz defa bu duayı okuyorsun.Esteğirullahe birehmetihi hiyareten fi afiyetin Sonra oturuyorsun ve diyorsun.Ellahumme hir li vehter li fi cemi umuri fi yusrin minke ve afiyeh Sonra kağıtlara elini vuruyor ve onları karıştırıyorsun. Sonra birer birer dışarı çıkarıyorsun. Üç if’el peşpeşe çıkarsa o niyet ettiğin işi yapıyorsun. Eğer üç La Tef’el çıkarsa o niyet ettiğin işi yapmıyorsun. Eğer bir İf’el çıkar ve sonra La Tef’el çıkarsa beş sayfa çıkarır ve üç kağıt eğer İf’el çıkarsa ve iki kağıt La Tef’el o işi yaparsın. Tam tersi çıkarsa yani üç La Tef’el ve iki İf’el o işi yapmazsın. Muallif (Şıh Abbas Kumi) diyor: İstiharenin manası hayır talep etmektir. O zaman yapmak istediğin her şeyde Hakkı Taala’ dan hayır talep et. Rivayet olmuştur ki gece namazının son secdesinde hayır talep et. Yüz bir defa söyle:Estehirullahe birahmetih Sabah namazının nafilesinin son secdesinde ve diğer nafilelerin tüm rekatlarında da istihare müstehaptır. TESBİH İSTİHARESİ Bil ki Allame Meclisi (r.a) macit babasından naklediyor ve o da Şıh Bahai’den nakletmiştir ki müzakere ediyorlarmış Hz. Kaim (af)’den tesbih ile istihare olayını.Bu dur ki tesbihi eline alır ve üç defa salavat çevirir Muhammed ve Ali Muhammed’e (saa). Sonra tesbihten bir kısmını tutar ve ikişer ikişer çekmeye başlar. Sona bir tane kalırsa o niyet ettiği işi yapar ve iki tane kalırsa o niyet ettiği şeyi yapmaz. BAŞKA BİR TESBİH İSTİHARESİ Şıh Cevahir sahibi buyurmuştur: Bizim zamanımızdaki bazılarının yaptığı bir istiharedir ki Mevla’mız Hz. Kaim (a.f)’e nispet verilmiştir. Dua ve kıraat tan sonra tesbihten bir miktarını tutar ve sekiz sekiz saymaya başlar. Kalan tek olursa iyi ve çift olursa men demektir. Kalan sayı üç ise yapmak ve yapmamak aynı derecededir. Kalan dört ise iki men demektir. Eğer beş tane kalırsa bazıları onda zorluklar ve eziyet vardır demişler ve bazıları da yapılmasını kötü bilmişlerdir. Eyer altı tane kalırsa çok çok iyidir ve o işte acele etmelidir. Eyer yedi tane kalırsa hükmü beş ile aynıdır. Eyer sekiz kalırsa dört men demektir. BAŞKA BİR TESBİH İSTİHARESİŞıh Şehit Zikra kitabında buyuruyor: Şehit Garevi ki Seyyid-i Kebir Abit Raziyuddin Muhammed b. Muhammed Alademi el Huseynin zamanında yaşamıştır ondan önce meşhur olmayan bir istihare şekli de vardır ki buna adedi istihare denir. Bizde onu çeşitli rivayetleri ile kendi şıhlarımızdan Şıh-ı Kebir Fazil Cemaleddin bin Mutahher’den ki o da babasından ve o da Seyyid Reziyyuddin’den ki Hz. Sahib-ul Emr (a.f)’ten nakledilmiştir: Fatiha suresini on defa okuyorsun, ya da üç defa ya da en az bir defa. Sonra Kadir suresini on defa sonra bu duayı üç defa: Ellahumme inni estehiruke li ilmike bi agibetil umuri vesteşiruke li husni zenni bike fil umuri vel mehzuri Ellahumme in kanel emrul fulani mimma ged nitet bil bereketi e’ecazuhu ve bevadihi ve huffet bil kerameti eyyamuhu ve leyalihi fe hir li Ellahumme fihi hiyereten teruddu şemusehu zelulen ve teg’ezu eyyamehu seruren Ellahumme imma emrun fe e’temiru ve imma nehyun fe enteha Ellahumme inni estehiruke birehmetike hiyereten fi afiyetin Sonra tesbihten bir miktar alıyorsun ve hacatını niyet ediyorsun. Eğer tuttuğun miktar çift ise bu yap demektir. Eğer tek ise bu yapma demektir. Ya da tam tersi tek iyi çift kötü ki bu da istihare edenin kendi niyetine göredir. İSTİHARE İÇİN ÖZEL VAKİTLER Bil ki Merhum Muhaddisi Kaşani Takvim-ul Muhsinin de Kuran Kerim ile istihare konusunda haftanın günleri içerisinde belli saatler zikretmiştir. Ve bunun meşhur olduğunu zikretmiştir. Gerçi biz buna rivayetlerden delil bulamadık. Demiştir:Pazar günleri iyidir öğleye kadar. İkindi den sonra da akşama kadar.Pazartesi günleri güneş çıkana kadar. Güneş yükseldikten sonra öğleye kadar ve ikindiden sonra yatsının sonuna kadar.Salı günleri güneş yükseldikten sonra öğleye kadar ve ikindiden sonra yatsının sonuna kadar. Çarşamba günleri öğleye kadar. İkindiden sonra da yatsının sonuna kadar.Perşembe günleri güneş çıkıncaya kadar. Öğleden sonra da yatsının sonuna kadar.Cuma günleri güneş çıkana kadar ve güneş yükseldikten sonra da ikindiye kadar. Cumartesi günleri de güneş yükselene kadar ve öğleden ikindiye kadar.Bu cetvel Muhakkiki Tusi’nin Medhel-i Manzum’undan alınmıştır. Şıh Abbas Kumi’nin Mefatih-ul Cinan kitabından alınmıştır İstiare hususunda Sahîh-i Buharî'de yer alan 598 nolu hadis şöyledir: Abdullah b. Cabir (ra)'den rivayet olunmuştur: "Resûl-i Ekrem (sav) istihareyi bize Kur'an-ı Kerim'den bir sûreyi öğretir gibi öğretirdi. Şöyle buyurdu: "Sizden biriniz bir iş yapmayı tasarladığı zaman, farzın dışında iki rek'at namaz kılsın ve şöyle desin: ["Allahümme innî estehıyrüke bi-'ılmike ve estakdirüke bi-kudretike ve es'elüke min fazlike'l-'azîm fe-inneke takdirü ve lâ-akdirü ve ta'lemü ve lâ-a'lemü ve ente allâmü'l-ğuyûb. Allahümme in künte ta'lemü enne haze'l- emre hayrün lî fî dînî ve ma'îşetî ve âkıbeti emrî fe-yessirhü lî sümme bariklî fîhi ve in künte ta'lemû enne hâze'l-emre şerrün lî fi dînî ve ma'îşetî ve 'âkıbeti emrî fasrifhü 'annî vasrifnî anhü ve akdür li'l-hayre haysü kâne sümme ardınî bihî"] بَابُ التَّفَعُّلِ Tefe’ül: إِسْتَبْرَكَ : إِسْتِبْرَاكاً تَفَاؤُلٌ ( ج ) تَقَاؤُلاَتٌ : تَفَائُلٌ ( ج ) تَفَائُلاَتٌ إِسْتِهَامٌ ( ج ) إِسْتِهَامَاتٌ بَابُ التَّفَعُّلِ Buhârî, K. et-Tıb, 43, 44; Müslim, K. es-Selâm, 110. tefeüle Herhangi bir şeyden uğur çıkarmak, hayra yormak, iyiliğe işaretler bulmak... Bunda isabet etmese de, hayra yorduğu şeylerden bu mânâlar gerçekte çıkmasa da bir mahzur olmaz. Çünkü sonuç kötü değil, iyidir. iyiliğe sebep olmakta mahzur söz konusu olmaz. Bazen hakikaten ihtiyaca binaen çıkarılıyor karşımıza ama bunu sıklaştırmak çok doğru olmasa gerek. [1]l açmak.[2]Bazı hâdiseleri, tevafukları uğurlu saymak. Meselâ: Bir kitabı rast gele açarak ilk tevafuk eden yeri okuyup ona dikkat ederek onu uğurlu ve esas bir ders sayma gibi.[3]Olacak şeyi tahmin etmek. (Zıddı: Teşe'üm) (Kur'an ile tefe'üle ve rü'yaya itimada ehl-i hakikat tarafdar değiller. Çünki: Kur'an-ı Hakîm, ehl-i küfrü, kesretle ve şiddetli bir tarzda vuruyor. Tefe'ülde, kâfire ait şiddeti, tefe'ül eden insana çıktığı vakit, yeis veriyor; kalbi müşevveş ediyor. M.) (Beşer idrakinin akibetini kestiremediği mühim işlerde İslâm dini istihare ile tefe'ülü tâlim etmiştir... S.B.M. C: 11 sh: 113) (Ebu Hüreyre'den (R. A.) Resülullah'ın (S.A.M.): "İslâm'da teşe'üm yoktur, en hayırlısı tefe'üldür" buyurduğunu işittim, dediği rivayet olunmuştur. Mecliste bulunanlar: Tefe'ül nedir Ya Resülallâh! diye sordular. Resül-i Ekrem: Sizden birinizin duyduğu güzel sözdür buyurdu.Teşe'üm, şom tutmak ve hayırsız saymak demektir. Tefe'ül de uğurlu ve hayırlı saymaktır ki dilimizde yom tutmak diye ifade ederiz. Güzel sözle tefe'ül hakkında en güzel misal, Resül-i Ekrem'in Hudeybiyye seferinde Süheyl bin Amr'ın adiyle tefe'ül buyurmasıdır... Hudeybiyye'de Kureyş, müslümanları müşkil bir vaziyete soktuğu sırada Kureyş tarafından muahede akdine mezun bir hey'etin Süheyl bin Amr'ın riyaseti altında gelmekte olduğu duyulunca Resül-i Ekrem uysallık ve yumuşaklık ifade eden (Süheyl) adiyle tefe'ül ederek ashabına: "Artık işiniz kolaylaştı!" buyurmuştur.Güzel sözle tefe'üle dair güzel bir misâl de Arab edip ve şâiri Asmaî, İbn-i Avn'den hikâye ederek vermiştir ve doktora gitmek üzere evinden çıkan bir hastanın: (Sâlim) diye birisinin çağrıldığını duyarak hastalığından kurtulacağına yom tutmasıdır, demiştir. S.B.M. C: 12 Hadis no: 1936) Ve sen yine denendiğinde.. Ve yine kalbin daraldığında.. Ve yine bütün kapılar kapandığında.. Ve yine ne yapman gerektiğini bilemediğinde.. Uzun uzun düşün.. Ve hatırla yaratanını!.. "ALLAH kuluna kafi değil mi?" [Zümer Suresi - 36] "Ölüm kesin bir gerçektir". kaziyesini düşündü. Kendini batakl?k çamurunda gördü. Medet istedi, bir yol arad?, bir hâlâskâr taharri etti. Gördü ki, yollar muhtelif; tereddütte kaldı. Gavs-ı azam olan Şeyh-i Geylânî Radıyallahu Anhın Fütuhu'l-Gayb namındaki kitabıyla tefe'ül etti. Tefe'ülde şu çıktı: "Sen dârü'l-hikmettesin; önce, kalbini tedavi edecek bir tabip ara." Acaiptir ki, o vakit ben Dârü'l-Hikmeti'li?slâmiye âzâsı idim. Güya ehl-i islâmın yaralarını tedaviye çalışan bir hekim idim. Halbuki en ziyade hasta bendim. Hasta evvelâ kendine bakmalı; sonra hastalara bakabilir.... (Mektubat) “Ya rab! Çaresi bulunan şeyde acze, bulunmayan şeyde ye’se düşürme bizi… Kur'ân ile tefe'üle ve rüyaya itimada ehl-i hakikat taraftar değiller. Çünkü, Kur'ân-ı Hakîm, ehl-i küfrü kesretle ve şiddetli bir tarzda vuruyor. Tefe'ülde, kâfire ait şiddeti, tefe'ül eden insana çıktığı vakit yeis veriyor, kalbi müşevveş ediyor. (Mektubat) Kainattaki gidisati izlesek ve israfin ve intizamsizligin olmadigini gorsek,sanirim bu bizim icin en buyuk tahkik egitimi olacaktir. Bildiğiniz gibi, bir kitabı gelişigüzel açarak ilk tevafuk eden yeri okuyup ondan bir mesaj çıkarmaya tefe'ül denmektedir. Kur'an-ı Kerim'de, inançsızların anlatıldığı ve onların tehdit edildiği pek çok ayet bulunduğu için, tefe'ülünde bu ayetlerden biri çıkınca insanın ümitsizliğe düşme ihtimali olduğundan dolayı ve objektif bir kural olarak kabul edilemeyeceğini göstermek maksadıyla, İslam uleması Kur'an ile tefe'ülde bulunmaya taraftar olmamışlardır. Bununla beraber, Şah Veliyullah Dihlevî gibi büyükler arasında Kur'an ayetleriyle tefe'ülde bulunanlar da vardır.Ancak bir kimse bu konuda kendisi için tefe'ül yapsa bile, bir başkası için yapması doğru değildir. Bu nedenle Kur'an ayetlerine bakarak evlenecekler hakkında karar vermeyi uygun değildir. hıristiyanlık'ta benzer bir kavram olarak bibliomancy ve stichomancy kavramlarını barındıran fiildir. bibliomancy biraz daha genel bir ifade, ama ikinci tabir, bilhassa incil'i açıp geleceği yorumlamak gibi şeylerle gerçekleştiriliyor. tefeül'e gelecek olursak... tefeül için öncelikle, sakin bir kafa yapısı olması lazım. yani aklın müşevveş fikirlerle bulanmaması, ruhun nispeten duru ve dingin bir halde olması şarttır. yoksa benim gibi sıradan bir insanın, dur bakayım kur'an'dan hangi sayfa karşıma çıkacak deyip rastgele bu işe girişimesi beklenen neticeleri vermeyebilir. "büyük metafiziksel sorulara cevap aramak, varlığın ve gerçekliğin anlamına vakıf olmak veya bu kadar önemli olmayan günlük kararlar almak için kutsal veya antik kitaplardan rasgele sayfalar açmak ve açılan sayfadaki ibarelerden yorumlar çıkarmak."bir çeşit fal gibi gözükse de kutsiyet atfedilen mercinin takdirine bırakmak gibi birşey aslında. iran'da gençler sık sık hafız'ın* divanından tefe'ül açarlar.çift tırnak ile yazılanı yani tefe''ül arapçada dönüşlü fiil veznidir. beşinci vezin olarak da geçer. efe’ül, bir şeyi hayra yormaktır. Resulullah (asm) da tefe’ülde bulunmuştur. Mesela, Hudeybiye seferinde, karşı tarafla görüşmelerin tıkandığı bir zamanda, karşı tarafın elçi olarak Süheyl b. Amr’ı göndermesi üzerine, O’nun ismiyle tefe’ül ederek “İşiniz kolaylaştı.” diye ashabına haber verir. (Süheyl kelimesinde kolaylık anlamı vardır*Bazı hâdiseleri, tevafukları uğurlu saymak. Meselâ: Bir kitabı rast gele açarak ilk tevafuk eden yeri okuyup ona dikkat ederek onu uğurlu ve esas bir ders sayma gibi. *Olacak şeyi tahmin etmek.Beşer idrakinin akibetini kestiremediği mühim işlerde İslâm dini istihare ile tefe’ülü tâlim etmiştir Tefe’ül nedir Ya Resülallâh! diye sordular. Resül-i Ekrem: Sizden birinizin duyduğu güzel sözdür buyurdu. (Ebu Hüreyre'den (R. A.) Resülullah'ın (S.A.M.) : "İslam'da teşe'üm yoktur, en hayırlısı tefe'üldür" buyurduğunu işittim, dediği rivayet olunmuştur. Mecliste bulunanlar: Tefe'ül nedir Ya Resülallah! diye sordular. Resül-i Ekrem: Sizden birinizin duyduğu güzel sözdür buyurdu.Teşe'üm, şom tutmak ve hayırsız saymak demektir. Tefe'ül de uğurlu ve hayırlı saymaktır ki dilimizde yom tutmak diye ifade ederiz. Güzel sözle tefe'ül hakkında en güzel misal, Resül-i Ekrem'in Hudeybiyye seferinde Süheyl bin Amr'ın adiyle tefe'ül buyurmasıdır...Hudeybiyye'de Kureyş, müslümanları müşkil bir vaziyete soktuğu sırada Kureyş tarafından muahede akdine mezun bir hey'etin Süheyl bin Amr'ın riyaseti altında gelmekte olduğu duyulunca Resül-i Ekrem uysallık ve yumuşaklık ifade eden (Süheyl) adiyle tefe'ül ederek ashabına: "Artık işiniz kolaylaştı!" buyurmuştur. Güzel sözle tefe'üle dair güzel bir misal de Arab edip ve şairi Asmai, İbn-i Avn'den hikaye ederek vermiştir ve doktora gitmek üzere evinden çıkan bir hastanın: (Salim) diye birisinin çağrıldığını duyarak hastalığından kurtulacağına yom tutmasıdır, demiştir. S.B.M. C: 12 Hadis no: 1936) ok vasıtasıyla tefeül etmek , fal tutmak.deve dizine ve göğsüne dayanarak çökmek , bir şeyin mübarek adderek tefeül etmek.iyimserlik . Kurân-ı Kerim'den Tefe'ül Edip, Ebcedini Hesaplamak Caiz değildir, hattâ yerine göre büyük bir vezir de sayılabilir. Taşköprülüzade'nin Mevzûatü'l-Ulûm adlı eserinin Cifr maddesinde şöyle denmektedir: Ebced, bu ümmetin başında Hz. Ali'ye verilmiş. Sonra da Ehl-i Beyt'ten gelen bir zat bunu bilecek. Bu açıdan, mülhemûndan olmayanların ebced hesaplarına girmemeleri gerekir. Yoksa, günah işlemiş olabilirler. Ama, ölüm ve doğum tarihlerine ebced düşürmede mahzur yoktur. Ebcedin aslı vardır ve doğrudur, tarihen de sabittir. Fakat, bazı meseleler vardır ki, -bazı müşabih hadîsler, ebced ve cevşen gibi- hakikat oldukları halde, nakledenlerinden dolayı zamanla zaafa uğramışlardır. Eğer kuvvetli kişiler rivayet etselerdi, diğerleri gibi onlar da iştihar edecekti. Biz öyle şeylere inanıyoruz ki, ebced onun yanında çok basit kalır. Kaldı ki, ebcede inanmamanın getirip götüreceği bir şey de yoktur. Cevşen'e gelince: Sünnî kaynaklarda Cevşen'den bahsedilmiyor, Ama, İmam-ı Gazali, İmam-ı Şazelî ve Bediüzzaman gibi kametlerin tasdik ettikleri bir meselede temkinli olmamız, hiç olmazsa sükut etmemiz gerekmez mi? Hz. Ali'ye ait meseleleri nakledenlerin çoğunun Şii olması, bu rivayetleri toptan reddetmemizi gerektirmez. İbn-i Hadid, Nehcu'l-Belaga şerhinde çok önemli şeyler naklediyor; o söyledi diye, kötünün yanında iyi şeyleri de reddedemeyiz ya! Önemli olan, sünnet-i sahihanın kıstas kabul edilmesidir. Evet, önemli olan, bu tür meselelerde, Ehl-i Sünnet'in prensiplerine ters düşülmesidir. Yani, Sünnet'e muhalif şeyler var mı, yok mu ona bakılmalıdır.Cevşen'in bazı parçaları Hakim'in Müstedrek'inde var. Cevşen'in bize gelmesi Zeynel Abidin ile başlıyor ve ehl-i beyt imamları ile geiyor. Cevşen'de ehl-i sünnet akidesine aykırı tek şey bulamazsınız.Tefeül, hem İslam'ın hem de diğer dinlerin geleneklerinden birisidir. Gerçi selefi meşrep anlayışlar bu tarz tefeüllere pek itibar etmezler. Tefeül'de tasannu ve yapmacık ve kurgusal yaklaşımlar birçoklarını bu tarza mesafeli kılmıştır. Lakin geçmişte İran ve Hindistan gibi ülkelerde ve bu coğrafyanın kültüründe Kur'an ile tefeül yapmak nasıl hoş karşılanıyorduysa keza Hafız Şirazi'nin Divan'ı ile tefeül yapmak böyle bir alışkanlık ve gelenek idi. Muhiddin-i Arabi ve Şeyh Abdülkadir Geylani’nin (KS) düzenledikleri falnameler en meşhur ve maruflarındandır. Son dönem ulemasından Seyid Süleymen Hüseyni’nin de bir tefeülnamesi mevcuttur 1. Kur'an-ı kerim ile tefeul.2. Cuma hutbesinde İmam'ın okuduğu hutbeden tefeul.3. Sema öncesinde okunan Mevlevi Ayin-i Şerif'indeki güfteden tefeul.4. Mesnevi-i Manevi-i Mevlana Celaleddin'den tefeul.5. Fütühat-ı Mekkiyye'den tefeul.6-Hafız Şirazi'nin Divanı 7- Divan-ı Hikmet; Kuddusi Divanı Abdestli ve Kuran okuyabiliyor halde olmak şart ; yapacak , yaptıracak kişinin namazına devam eden biri olması uygun olur . Bu şeytani bir halle başbaşa kalmamak için tedbirdir . Diğer önemli olan şey bu fal değildir , İstahareye benzetilebilir , Kuranı kerim aracılığıyla Rabbimizle istişare ediyoruz. Yani Ona danışıyoruz.Tefeulde geleceğe niyet edilmez yaşanılan durumda yapılması gerekenin ne olduğuna bakılır . Çıkış yada hayır olanı bildirmesi için Hakka danışılır . Ve aynı şekilde şer olan yada haram olan bir şey için asla tefeul yapılmaz ! Bu insanı imandan eder !Örnek:Çalıştığım yerde şartlar zor ve beni çok zorluyor nefes alamıyorum işten ayrılmayı düşünüyorum , bir yandanda bunu yapmam bana hayır getirir mi diye emin olamıyorum . İşte O zaman : İki rekat Allah rızası için namaza durup dua ediyorum halimi arz ediyorum Rabbime dua ile ... 1 Fatiha 3 ihlas okuyup tekbir tehvid ve tesbihle salat ve selam getiriyorum . Okuduğum Fatiha ve ihalsı şerifleri hediye ediyorum . Daha sonra Kuranı kerimi elime alıp kapalı bir şekilde iken Niyet ediyorum ‘’ Allahım ey herşeyi bilen herşeyden haberdar olan Ya Habir Ya Alim ne yapcağımı bilmiyorum Kuran Azimüşan ile senin yüce ilmine ve varlığına danışıyorum .Sen Rahman ve Rahimsin bana razı olduğunu göster ve razı olduğuna beni razı et . Görmem gerekeni bana göster duymam gerekeni bana duyur , bilmem gerekeni bana bildir beni ihtiyacım olana eriştir ! Amin ‘’ Bu işlemde gözlerimiz kapalı olacak Ve niyetinize yoğunlaşacaksınız . Kuranı kerimin bir sayfasını açıp sağ el işaret parmağımızı üstünde gezindiryoruz . Gözlerimiz kapalı ve niyetmiz için hayr olanı arıyor bilinciyle . Hissi olarak kalben elimizin durduğu yerde gözlerimizi açıp ayet numarasını alıp . Mealine bakıyoruz . Bazen öye bir ayet gelir ki çözemezsiniz ayetin bir üstüne bir sonrasına bakın . Tefeulu en fazla üç kere tekrar edebilirsiniz . Gelen ayetlerin danıştığınız konu ile ilgisini mealler ve tefsirlerden araştırın . Ve en önemlisi bu ayetlerle olsun düşünceleriniz , ayetlerle yoğrulun yani. Bu size ayetlerin açıklanmasını kolaylaştıracak ve enerjinize yaşamınıza ulaşımı ve farkındalığını sağlayacak . Diğer bir husus tefeul yaptığınızda ayetler gerçekleşene kadar başka bir tefeul yapmayın yaptırmayın bu sizi ve zihninizi çıkmaza sokar .Yani size haber verilen ayetlerin tek tek gerçekleştiğini göreceksiniz ...Tefulu Kişi kendine yada tanıdığı haline vakıf olduğu birine onu niyetine alarak yapabilir .Tefulde işaret edilen ayetlere yoğunlaşmanız önemlidir , Ayetleri anlama çabasında olmak önemli ve bazen işin Keskin yanı bu size çok zor bir şey haber verilebilir siz gelceğe dair niyet etmesenizde gelecekle ilgili bir haber alabilirsiniz. Burada çok dikkatli olun . Verilen haber kesinlikle çıkar lakin bazen gerçekten zor bir süreç haber verilebilir ayetin isteiğini her yerde gözetme dikkatinde olun . Bu kadar ayrıntılı anlatmamın sebebi arkadaşlar bu fal değildir. Fal gibi kullanmak vebaldir ve bu insanı küfre götürür. divanda acılan bir sayfada.o sayfada baş orta ve sonundaki beyit tutulmak suretiyle yapılır.evliya çelebi seyahatnamesinin PEÇUYU anlatan bölümünde ,akıncıların hafız divanından yaptıkları tefeül şöyle yapılır.--ekseriya düşman üzerine çeteye gitmek arzu eylediklerinde divanı hafız dan tefeül edip hasbihal olarak bir beyti rana gelirse mütevekkilen alallah giderler.emri hüda mansur ve muzaffer gelirler. "Tefe'ül" ve "Kitap Açmak" da denir. Osmanlı döneminde, daha ziyade okuryazarların başvurdukları bir tür faldır.da denilen bu fal daha çok Orta Doğu ve Afrika'da yaygındır. "İslam'da Tefe'ül bil-hayr, yani hayırla tefe'ül, kişiye azim ve gayret vereceği için caizdir" diyenler vardır. Ama fala bakmak, baktırmak, bakıcıya başvurmak veya ne şekilde olursa olsun bir şeyi hayra yormamak kesinlikle yasaktır. Tefe'ül herhangi bir şairin Divan'ından yapılabilir. Mesela, Hazret-i Mevlana'nın "Mesnevi"si, "Divan-ı Kebir"i; Hafız Şirazi'nin Divan-ı, Sadi'nin Gülüstan'ı; Ahmeddiye, Muhammediyye tefe'ül vasıtası olarak kullanılır. Bazı eski kitapların sayfa başlarında Arapça ya da Farsça: "Acele et, muvaffak olacaksın!.." "Bu işten çekinme!.." "Senin için ganimet var!.." "Düşmanından korun!.." gibi cümleler yazılıdır. Söz konusu kitap açılır ve bu cümlelere göre hüküm çıkarılır. Tefe'ül şöyle yapılırmış: Niyet edilip Fatiha ve İhlas okunur. Sonra Besmele ile mesela, Mesnevi'den rasgele bir yer açılır. Sağ taraftaki ilk satır okunup, anlamına göre hüküm çıkarılır. "Tefe'ül"ün başka çeşitleri de vardır. Mesela, sabahleyin sokağa çıktıktan sonra karşılaşılan ilk tanıdık kişinin adının anlamı yorumlanır. Tefe'ül - Sülasi bir fiilin başına تَ getirilerek ve aynı zamanda sülasi fiilinin ikinci harfine (aynel fiil) ــّ ile harekelenmesiyle elde edilir. örnek كَبُرَ büyüdü - تَكَبَّرَ kibirlendi, büyüklendi شَجُعَ kahraman oldu - تَشَجَّعَ kahramanlık tasladı Tefe'ül kalıbı 1- Tefe'ül kalıbındaki bir filin nakıs fiil olduğunda masdarı örnekteki gibi gelir. Örnek: تَلَقَّى buluşmak - تَلَقٍّ، تَلَقِّي 2- Tef'il (تَفْعِيل) babındaki bir fiili dönüşlü ve geçişli yapar. Örnek: عَرَّفَ tanıştırdı - تَعَرَّفَ tanıştırdı 3- Bazı isimlerden fiil türekmek için de kullanılır. Örnek: الدَّارُ ev - تَدَيَّرَ ev edindi عندما تُغلقُ أبوابُ السعادةِ أما Teşe’üm: herhangi bir şeyden uğursuzluk mânâsı çıkarmak, ziyan geleceğini vehmetmek, kötülük ulaşacağını zannetmek... Evham büyütüp her türlü kötülüklere zemin hazırlayacağını iddia ederek korku ve endişe meydana getirmek... Böyle bir düşünce hem caiz değildir. Hem de hiçbir şeyin yaratılışında böyle bir uğursuzluk ve kötülük söz konusu olmaz. Allah (cc) hiçbir şeyin içine uğursuzluk koyarak yaratmamıştır. KULAK ÇINLAMASI VE AYAK UYUŞMASI Resulullah Efendimiz (s.a.v.) buyurdular: “Birinizin kulağı çınladığında beni ansın ve bana salavat getirsin .ve ‘zekerallahü men zekerani bi-hayrin’ desin”.Resulullah, “Muhammedün Resulullah sallallahü aleyhi ve selem” ve bunun benzeri salava-ı şerife okumak ile zikredilir, anılır. Mü’minin kulağı çınladığı esnada Resulullah (s.a.v.) onu Cenab’ı Hak katında anmış, ona dua etmiştir. Mü’minin ruhu bunu duyduğu zaman kulağı çınlar. Bunun için salavat’ı şerife okuması tavsiye buyurulmuştur.Nitekim ayak uyuşup karıncalandığında da salavat getirmek tavsiye edilmiştir. paylaşarak dostlarınızın öğrenmesine de vesile olun.kaynakbk. İbnu’l-Cevzî, el-Mevzuat, 3/76) tefessüh ağır yük götürmek sebebiye bitap ve takatsız olmak , laşenin tüyleri deriden ve derisi etten ve eti kemiğinden dökülüp ayrılmak , tefessüh etmek , bozulmak , tüyler deriden , deri etten , et kemiklerden , kabuklar ağaçlardan ayrılıp dağlmak , çürümek .bozulmak , çürümek تَفَسَّخَ : تَفَسُّخاً تَفَسُّخٌ ( ج ) تَفَسُّخَاتٌ teferruk imtiyaz , ayrıcalık , ayrılmak , teferruk , tefeddul , tefrik etmek , ammey - i nasa müşterek olmayıp bazısına mahsus olan , ruhsat , mezuniyet , ayrılmak , belli olmak , bütünlük , ilerlilik .imtiyazi , imtiyazlı , imtiyazcı , teferruk ve tefedüle mensup ve müteallık olan إِمْتِيَازٌ ( ج ) إِمْتِيَازَاتٌ إِمْتِيَازِيٌّ teferrüt yalnızlaşmak , tek olmak , yanlızlık , teferrüt . تَفَرُّدٌ ( ج ) تَفَرُّدَاتٌ teferrüs ziyarete kast ve teveccüh etmek ve adamdan hayır nişanesini anlayıp teferrüs etmek. إِسْتِمَاءٌ ( ج ) إِسْتِمَاءَاتٌ teferrüt tevafuk Evham vesvese Örnekleri Hâźâ Fâlu Ķur'ân Budur (Süleymaniye Ktp. Halet Efendi Blm. No: 213 yk. 5a-8a) Allâh adından dileseň fâlı sen Ŧur yuķaru elüňe śu al sen Nice ki bilürsen al dest ü namâz Ķıbleye dön yönüňi eyle niyâz Al elüňe Muśĥaf'ı açġıl daħi Oķuġıl üç Fâtiĥa sen ey aħî Üç daħi hem sûre-i İħlâś oķı Birle śafâ ile anda sen Ĥaķ'ı Üç śalevâtın yine Peyġamberüň Di nice kim resmdür ol serverüň Śoňradan oķı bu du'âyı tamâm Kim oňara işüňi Rabbü'l-enâm Allâhümme innî tevekkeltü 'aleyke ve tefe'eltü bi-kitâbike'l-kerîm fe-erinî mâ hüve'l-meknûm fî-sırrıke'l-meknûn fî-ġaybike ente 'allâmü'l-ġuyûb lâ 'ilme lenâ illâ mâ 'allemtenâ inneke ente'l-'alîmü'l-ĥakîm Ĥurûfü'l-Hemze 'Aceb ŧâli'dürür bu fâl-ı Hemze Kimüň 'aķlı iriserdür bu remze Bu fâluň issine irer sa'âdet Zehî devlet bu resme ķıldı 'âdet Ki maķśûda śafâ-birle iriser Neye kim el śunarsa el viriser Ĥarfü'l-Elif Elif geldi mübârek oldı fâluň Ümîd vardur sevinmek oldı ĥâlüň Ne ġam yirsin saňa devlet irübdür Neden dirseň murâduň Ĥaķ virübdür Gele śanmaduġuň yirden diremler Göresin düşmen elinden keremler Ĥarfü'l-Be Eger Be geldise devlet yaķındur İresin gizlü gence ħoş aķındur Ulu yerden śafâlar bulısarsın Ki yâruňdan vefâlar görisersin Mubâdâ kim ķaçan ola diyesin Ķamışdan śabrıla ĥalvâ yiyesin Ĥarfü't-Te Eger Te geldise tevfîķ bulasın Ki Ĥaķķ'a varmaġa yola giresin Śalâĥiyet maķâmında olasın Girü maķśûduňı anda bulasın Sevinüb gülisersin hemîşe Ki eylükle olısarsın hemîşe Ĥarfü'l-Ŝe Eger Ŝe geldise saňa zehî fâl Gele śanmaduġuň yirden saňa mâl Ki bundan daħi yegrek olısar ĥâl Yedigüň ĥarb şîrîn sükker bal Ŝevâb işle hemîşe ħayra dürüş Ki tâ saňa daħi el vire her iş Ĥarfü'l-Cim Çü Cim'dür yüri sen 'âlemde ĥâli Ķapuňda bulasın śâĥib-kemâli Gide ġuśśaň gele şâdî yerine Gören baħtıňı baħtıňa yerine İrişdüre saňa ġaybî fütûĥuň Ki ĥaddi olmayısar ol fütûĥuň Ĥarfü'l-Ĥa Eger Ḥa geldise fâluň beķâdur Ki devlet muĥkem ĥâlüň baķa dur Ķapular açıla saňa yeňile Ki düşmenler saňa dâim yeňile Gerek kim devletüň ŧura uyana Ĥasûduň ġuśśalardan oda yana Ĥarfü'l-Ħı Eger Ħı geldise var sende teşvîş Neden olmuş ola berâyla teftîş İşüň lâkin yine ķalmaz mu'aŧŧal Yaķında olasın ħayra mübeddel Belâdan ķurtuluben olasın śaġ Sa'âdetle yiyesin bal ile yaġ Ĥarfü'd-Dal Eger Dal oldı ħayradur delâlet Gelür şâdî gider ġamla melâlet Olasın âşinâ śâĥib-kemâle Revâdur ĥâcetüň dile kemâle Bilişlikler ķılasın yâd ile sen Sa'âdetdâr olasın ad ile sen Ĥarfü'ź-Źal Eger kim Źâl gelmiş ola fâluň Meźelletdür ĥarâba vardı ĥâlüň Sa'âdet püşt ü pâ virdi Settâr Yine oňa gide andaġı yâre Meger tevbe ķıla fâsıķ işine Pes öyle itmeyüb daħi işi ne Ĥarfü'r-Re Eger Re geldise devlet uyandı Sa'âdet şem'-i devlet-birle yandı Ħalâyıķ ortasında arta 'izzet Sevişür cân u dilden cümle millet Revâdur ger ķılasın şükr ü minnet Seħâ-birle alındı cümle žulmet Ĥarfü'z-Ze Eger Ze'dir çekerdür bend-i zaĥmet Yine Ĥaķ'dan irişe luŧf u raĥmet Ümîdin dâimâ Ĥaķ'dan uması Ķona devlet yuvasına hümâsı Belin tevbe ķuşaġıyla ķuşansun Hemîşe tersâ putların uşatsun Ĥarfü's-Sin Eger Sin gelse selâmet olısarsın Ki cümle yirde ĥurmet bulısarsın İşidesin geliser çoķ ħaberler Ķılalar mu'teberler i'tibârlar Çü Ĥak'dur ya beşerdür saňa yâri Bulasın śabrıla sevgilü yâri Ĥarfü'ş-Şın Eger Şın'dur düşmen ķıldı şerri Ķılalar ĥîleler bu ins ü peri Cüdâ olsun yüzünden śaķla özüň Ki tâ ilk yüzine baķma gözüň Eger sen kim ŧutasın dest-i tevbe Ķılasın 'âķibet sen 'azm-i Ka'be Ĥarfü'ś-Śad Eger Śad ola az dem śabr idesin Nice serkeşleri incayedesin Perâkende işüň cümle derile Ki ölmüş göňlüňüz bunda dirile Murâda iresin bî-'azm olasın Sa'âdet-birle sen hemdem olasın Ĥarfü'đ-Đad Eger Đad olsa işüň oldı düşvâr Nice eyâ ķarasın açdı düşvâr Çü azġun oldı sende bunca ef'âl Ne yanluya eyülük eylesün fâl İrişe lîke devlet bir nefesde Ziyâde olmaķ olsa ol hevesde Ĥarfü'ŧ-Ŧı Eger Ŧı'dur saňa yâr ola ŧâli' Zehî devlet eyüdür işbu ŧâli' Ululuķ tâcı ĥulle oldı ta'yîn Ŧarâvet baħtı bâġın ķıldı tezyîn Mübârekdür bu fâluň baĥtludur Bu fâl issi hemîşe baĥtludur Ĥarfü'ž-Žı Eger Žı geldise oldı mužaffer Ki vaķtüň olmaya hergiz mükedder Eger ŧopraķ ŧutarsaň ola altun Gerek varduķca devlet arta her gün Murâda iresin ivme yaķında Sevinesin ŧavarlarda ekinde Ĥarfü'l-'Ayn Eger 'Ayn ola 'ayn-ı râĥâtın var Oňasın oķuduķları yire var Eger ķaśd ide düşmen oňmaya hiç Ne iş ŧutsa ķıla mühmel-i derpîç Melûl olma bu işe ġam yime sen Ola mı olmaya mı hiç dime sen Ĥarfü'l-Ġayn Eger Ġayn ola ġâyet ola teşvîş Çepürdek işler ola ġâyet teşvîş Neye kim el śuna el virmeye ol Sefer ķılmaķlıġına baġlana yol Taśadduķ eylesün tevbe ķıluben Sevine Taňrı'dan iylük buluben Ĥarfü'l-Fe Eger Fâ'dur firâķ u ayrılıķdur Melâmet var śoňunda śayruluķdur Eger çi var ne kim oldısa taķdîr Velâkin tevbede ķılmaya taķśîr Mażarrat var śoňunda menfe'at var Ki bundan ŧarfasırda ma'rifet var Ĥarfü'l-Ķaf Eger Muśĥaf açub çünki gele Ķaf Söyleşüb kimse senüňle urmasun laf Saňa devlet irişe bil ki Ĥaķ'dan Seçesin bâŧılı bir demde ĥakdan Neye kim el śunarsaň el viriser Saňa düşman olanlar yalvarıser Ĥarfü'l-Kef Eger Kef ola var sende kifâyet Saňa ŧoġrı derim yoķdur kinâyet Ser-â-ser 'âleme meşhûr olasın Ħalâyıķ arasında nûr olasın Nice miskînlere ħayruň irişe Senüňle hem sa'âdet el virişe Ĥarfü'l-Lam Göresin fâluňa çün Lam geldi Ki üstüňe şerîf-i eyyâm geldi Bilürseň ŧâli'üň mes'ûd olubdur Ki Ĥaķ'dan 'âķıbet maĥmûd olubdur Hemîşe vaķtiňe 'ayş ü ŧarab var Velâkin kimseden bunda sebeb var Ĥarfü'l-Mim Eger Mim olsa ĥarfüň cem' ola mâl Sa'âdet ŧutuben ola ĥoş-ĥâl Açıla üstüňe altun ķapular Niceler ķarşuňa ķıla ŧâpular Olasın baħtlu baħtıyıla râĥat Ķılasın devlet ile ĥoş ferâġat Ĥarfü'n-Nun Eger kim fâluňa çün Nun geldi Aňa bir dükenmez ĥûn geldi Şu dem kim Muśĥaf'ı girü açasın Ulu ni'metleri Ĥaķ'dan umasın Ne ĥâcet kim dilerseň ola revâ Bite zaĥmuň irişe saňa devâ Ĥarfü'l-Vav Eger Vav ola varlıķ yüz ŧutısar Velâyet buyruġuna göz ŧutısar Mübârekdür bu fâluň şâd olasın Sevinüb ġuśśadan âzâd olasın Vefâlar bulısarsın her ŧarafdan Vaķâr ile naśîbüň var şerefden Ĥarfü'l-He Eger He'dür ola mâluň helâket İrer mâl issine andan felâket Bunda bu ġuśśadan zaĥmet çekersin Melâlet görüben zaĥmet çekersin Taśadduķ ola tevbe ola çâre Oňıla bu sebebden dilde yâre Ĥarfü'l-Lamelif Gelürse Lamelif şûrîdedür fâl Ĥaźer ķılmaķ gerek nite ola ħâl Taśadduķ-birle ola tevbe çâre Oňıla bu sebebden bite yâre Yaķîn müddetde lâkin düşe düşmen Ĥaķîķat böyle dirse saňa düşmen Ĥarfü'l-Ye Eger Ya geldi çekmez kimse yayın Geçe ĥoşluġıla hem ķış u yazın Ulular ile sen hemdem olasın Ki śâĥib-ĥüsn ile maĥrem olasın Eyülerden ola sende 'alâmet Ki ħayruňdan göre 'âlem temâmet Mensur Örnekler 1. Hâzâ Fâlü Ḳur'ân-ı 'aẓîm (Süleymaniye ktb. Ali Nihat Tarlan bl. No: 174, yk. 32-33) Her kim Kelam-ı kadîmden fal açmak dilese evvel gerekdir pâk ṭahâret ve abdestle itiḳat pak birle eline mushaf alup üç kerre Fâtiḥa ve üç kez sûre-i İḫlâṣ oḳuya ve üç kerre ṣalevât getüre ve bir kez bu du'âyı oḳuyup Muṣḥaf-ı şerîf aça. Du'â budur; Bismillahirraḥmanirraḥîm Allâhümme innî tevekkeltü ʻaleyke ve tefe'eltü bi kitâbike'l-kerîm. Fe-erinî mâ hüve'l-mektûbi fî-sırrıke'l-meknûn ve ḳavlike'l-ḥaḳḳu bi-haḳḳı Muḥammedin nebiyyüke 'aleyhiṣṣelâtü vesselâm. Ṣağ yanınuñ yedinci satırınuñ evvelindeki harfe nazar ide her ne harf gelürse i'tibâr ide gerekse hayra delâlet itsün, gerekse şerre her kim i'tibâr etmeyüp şek getürse kâfir olur. Neʻûẕü bi'llâhi min-ẕâlik Harfü'l-Elif Gelirse kavlühû te'âlâ "Allâhu lâ ilâhe illâ hüve'l-ḥayyül ḳayyûm" te'vîl hayırdır ve şâzlıkdır. Be: "Berâetün mine'llahi ve resûlih" murâd ve devlet hayırla hâsıl olmakdır inşâe'llâh Te: "Tebâreke'lleẕî bi-yedihi'l-mülk ve hüve ʻalâ külli şey'in ḳadîr" Ŝe: "Ŝümme'lleẕîne keferû bi-rabbihim yaʻdilûn" te'vili murâdına yetişmekdır. Hakk'un inâyetiyle Cim: "Cennâtü ʻadnin yedḫulûnehâ" hadsiz ve hesabsız mâl eline gire ve mübârek sefer kıla seferden dahi faydalar göre Ḥa: "Ḥâ Mîm ve'l-kitâbi'l-mübîn" murâdına yetişmekdir ve bir kimseden yardım irişe ve kendinüñ dahi kuvvet ve kudreti ziyâde olmakdır. Ḫı: "Ḫateme'llâhu 'alâ-ḳulûbihim" istiğfâr idüp bu niyyet üzerine sabr ide Hakk'a tevekkül kıla Dal: "Demmere'llâhü 'aleyhim ve li'l-kâfirîne emsâlühâ" murâdına yetişe gamdan ve gussadan kurtulup şâd ve hurrem ola Ẕel: "Ẕevâtâ efnânin febieyyi âlâ'i rabbikümâ tükeẕẕibân" murâd-ı hayra müyesser olmakdır. Düşmanları kahr olup ni'met ele girmekdır. Re: "Resûlün mine'llâhi yetlû suhufen mutahharah" devlete yetişüp sıhhat ve selametlikdır. Ze: "Züyyine li'n-nâsi hubbü'ş-şehevâti mine'n-nisâ" birinci gün sabr ide. Sabr itmese muradı hâsıl olmaya sabırla eline gire Sin: "Se'ele sâ'ilün bi-'aẕâbin vâḳı'" ferah ve şâzlıkdır Şın: "Şehide'llâhü ennehû lâ ilâhe illâ hû" korkudur 'avret mekridir kendi diliyle incinmekdır amma sabırla zafer bula Ṣad: "Ṣâd ve'l-Ḳur'âni ẕi'ẕ-ẕikr" hayra beşâretdır kavm arasında dahi muradı hâsıl olmakdır Đad: "Đarabe'llâhü meŝelen li'l-leẕîne keferû" düşman kuvvetlü ola andan hazer eyleye Ṭı: "Ṭâ Hâ mâ enzelnâ 'aleyke'l-Ḳur'âne li-teşḳâ" hayırlu kapular açılmakdır şer kapular yapulmakdır. Hâkim olup murada irişmekdir Ẓı: "Ẓahara'l-fesâdü fi'l-berri ve'l-bahri" ilkin hâsıl olup muradın bulmakdır dünyası ahireti ma'mur olmakdır 'Ayn: "Abese ve tevellâ" tevbe kılup bu niyetden dönmek gerek Ġayn: "Ġâfirü'ẕ-ẕenbi ve kabilü't-tevbi" hayır kapuları açılup şer kapuları yapulmakdır ve cemi' muradını bulmakdır inşâellâh Fe: "Felâ uksimü bi-mevâkı'i'n-nücûm" işleri asan olup tagılmışları hâsıl olmakdır inşâe'llâh Ḳaf: "Ḳaf ve'l-Ḳur'âni'l-mecîd" padişahlardan ve ululardan hürmete ve 'izzete yetişüp rahat olmakdır Kef: "Kef Ha Ya 'Ayn Ṣad Ẕikrü raḥmeti Rabbike 'abdehû Zekeriyyâ" hayra yetişmekdir. Sadaḳa virgil ve ḳara gussadır birinci gündekin Lam: "Lem yeküni'l-leẕîne keferû" ni'metdir hayra irişüp devlet ḳapuları açmakdır inşâe'llah Mim: "Mâ-kâne Muhammedün ebâ ahadin min ricâliküm" sabırdır sabretmese melâmete dahi kazaya delâlet ider her yakadan Nun: "Nun ve'l-ḳalemi ve mâ yesṭurûn" râḥat ve şâzlıḳdır cemi' işlerinde Vav: "Ve min verâihim muḥîṭ" âdem oğlanına muhtaç olmakdır He: "Hel etâ 'ale'l-insâni hîynün" murad yetişüp yardım hâsıl olmakdır ve dahi düşmanları kahr olmakdır Lamelif: "Lâ uḳsimü bi-hâẕe'l-beled" işleri teşvişlü olmakdır ve dahi beden zahmet çekmekdır. İstiğfâr idüp dönmek evlâdır. Ye: "Yâ Sîn ve'l-Ḳur'âni'l-ḥakîm" hayr ve sevinmek ve sağlıkdır eğer faldan sonra sefer itse mübarekdir sağ ve selamet gele inşâe'llâhu te'âlâ Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem buyurdu ki; “Kulum beni nasıl bilirse (zannederse) ona öyle muamele ederim” [4] bu nedenle Allah Teâlâ’nın celâlini dahi cemâl olarak kabul etmek gerekir. وَاِذَا اَرَدْنَا اَنْ نُهْلِكَ قَرْيَةً اَمَرْنَا مُتْرَفِيهَا فَفَسَقُوا فِيهَا فَحَقَّ عَلَيْهَا الْقَوْلُ فَدَمَّرْنَاهَا تَدْمِيرًا “Bir şehri yok etmek istediğimiz zaman, şımarık varlıklarına yola gelmelerini emrederiz, ama onlar yoldan çıkarlar. Artık o şehir yok olmayı hak eder. Biz de onu yerle bir ederiz.” [5] Mushaf-ı hüsnüne çün[6] tefe’ül[7] eyledim ben, Burc-u belâda gördüm kendimi fâl içinde. Ne zaman ki güzellik Mushafında fal açtım ben, Fâl içinde kendimi belâ burcunda gördüm. مَا اَصَابَ مِنْ مُصِيبَةٍ فِى اْلاَرْضِ وَلَا فِى اَنْفُسِكُمْ اِلاَّ فِى كِتَابٍ مِنْ قَبْلِ اَنْ نَبْرَاَهَا اِنَّ ذَلِكَ عَلَى اللهِ يَسِيرٌ “Yeryüzüne ve sizin başınıza gelen herhangi bir musibet yoktur ki biz onu yaratmadan önce o, Kitap’da bulunmasın. Doğrusu bu Allah’a kolaydır.” [8] Taliimi yokladım mihnet evinde buldum, Anın için yürürüm herdem melâl içinde. Bahtımı yokladım mihnet evinde buldum, Onun için yürürüm her zaman sıkıntı içinde. Sahabeden Sa’d ibn-i Zübeyr radiyallâhü anh hazretleri önce Enbiyâya üç ihlâs okur, sonra Kur’ân-ı Kerimin bir sahifesini açarak sonuna kadar okur, behemehâl isâbetli bir âyet bulurdu. Niyâzî-i Mısrî kaddese’llâhü sırrahu’l azîz de kendisini belâ burcunda gördü, Mûsa hadisesi isâbet etmişti. Onun hayatı hep mücadele ile geçmiştir. Firavun ile muharebe etti, Firavun boğuldu, sonra kavmi buzağı yapıp ona taptı vesâire gibi. Hazreti Mısrînin zamanında da Mûsa aleyhisselâm zamanı gibi birçok tarikat ehliyle Ehlullâhı inkâr edenler vardı. Onlar durmadan tevhid ehliyle uğraşırlar ve onlara rahat vermezlerdi. Cefr ilmi bir fal ya da çalışarak başarılabilecek, öğrenilecek bir ilim değil, keşf ve ilham yolula öğrenilebilecek bir anlamda manevi mertebe. Üç aşaması var biri astroloji ve rüyalarla alakalı ilm-i nücûm ilmini (İslam edebiyatında müneccimlik ve cefr birleştirilerek bir tür oluşturulmuş ve bunun adına da "melâhim" denmiştir),remil (sihir, ilm-i hurûf, ebced, tılsım vs.) ve sonunda keşf-keramet ve ilhamla başarılabilen ehli beyt bilgisini de içeren cefr-i Rabbanî. Aslında ehli beyt bilgisini, Hz. Ali'nin Kuran-ı Kerim'in Batıni yorumları olarak da tanımlayabiliriz. (Ben öyle anladım!) Tasavvufi dünyada, Muhyiddin İbnü'l Arabî'nin el Fütûhâtü'l Mekkiyesi'nde anlattığı harflerle varlıklar arasındaki ilişkide bu ilme dayanmaktadır. Devrimize yakın yaşamış alimlerden Bediüzzaman Said Nursi'de eserlerinde besmelenin, hû zamirinin ebced metoduna göre bazı gizli manalar içerdiğini belirtmiş, eserlerinde cefr ilmine yer vermiştir. FÂL-İ TEKRÂR İnşâ’allâh tekrâr gelen harfları beyân ider.Eğer tekrâr elif gelse: Mekirdür?, hâsıl olmaz.Eğer tekrâr be gelse: Bir kişü mu’âvenet itmeyince hâsıl olmaz.Eğer tekrâr te gelse: Cehd ide, dünyâ zevki hâsıl ola.Eğer tekrâr se gelse: Gâyet iyüdür.Eğer tekrâr cîm gelse: iyüdür, üç günde hâsıl olmaz.Eğer tekrâr ha gelse: Bir ulu kişi araya girmeyince hâsıl olmaz.Eğer tekrâr hı gelse: Ahz-i nasîb tarafından hîle ola.Eğer tekrâr dâl gelse: İşi iyüye döne inşaallâhu ta’alâ.Eğer tekrâr zâl gelse: Gâyet yaramazdur, el işi işlemeye.Eğer tekrâr râ gelse: İyüdür, yakında hâsıl olur.Eğer tekrâr ze gelse: Gâyet yaramazdur, ol işi işlemeye.Eğer tekrâr sîn gelse: Eline giren çıkar şöyle bilesin.Eğer tekrâr şın gelse: Da’v(â)cısı yana kendüni dahi hâsıl olmaz.Eğer tekrâr sad gelse: Başına veya … nesnesine kasd ideler, zinhâr üç gün uyumaya ve gâfil olmaya.Eğer tekrâr dad gelse: Evi kavmi râzı olur işiyle.Eğer tekrâr tı gelse: Cehd eylesün, işi hâsıl olur üç güne degin.Eğer tekrâr zı gelse: Ol işi çâre bulunmaz, işlemeye. Eğer tekrâr ayın gelse: Ol iş nice def’a kasd olmışdur, hâsıl olmamışdur, nice gün dahi hâsıl olmaz.Eğer tekrâr gayın gelse: Nahsdur, işlemeye. Eğer tekrâr fe gelse: Düşmânı gâlib olur, şöyle bile.Eğer tekrâr kâf gelse: Cehd iderse hâsıl olur.Eğer tekrâr lâm gelse: Yedi günden iden sonra yedi yıla degin hâsıl olur inşaallâhu ta’alâ. Eğer tekrâr mîm gelse: İyüdür mâl içün.Eğer tekrâr nûn gelse: Gussa üstüne gam ola. Eğer tekrâr vav gelse: Bir kurı gavgâ görecegü, yalan da’v(â) gibi nesne hâsıl olmaz.Eğer tekrâr he gelse: İyü degildür, gam üstüne gam olur. Eğer tekrâr lâmelif gelse: Fâlın teşvîş ola; yaramazdur, gâfil olmaya.Eğer tekrâr ye gelse: Yaramazdur; gâfil olmaya, günâhını dileyesin.

TARİH ANEKTODLARI

https://twitter.com/kanaryamfenerli __/\/\____________/\/\_____________ KANARYAM █▓▒░▒▓█ FENERLİ ¯¯¯¯¯¯\/\/¯¯¯¯¯¯¯¯¯\/\/¯¯¯¯¯¯¯¯¯¯¯ Anekdot (Fransızca: anecdote), Bir edebî eserde anlatılan olayın başlı başına ayrı bir bütünlük gösteren parçasıdır. Kısa öykü, fıkra, menkıbe anlamları da taşır. Fransızcadan Türkçeye geçmiştir. http://www.zohreanaforum.com/ataturk-haberleri/52313-makbule-atadan.html

LABİRENT DESTİNASYON

https://twitter.com/kanaryamfenerli __/\/\____________/\/\_____________ KANARYAM █▓▒░▒▓█ FENERLİ ¯¯¯¯¯¯\/\/¯¯¯¯¯¯¯¯¯\/\/¯¯¯¯¯¯¯¯¯¯¯

MANİFESTO

https://twitter.com/kanaryamfenerli __/\/\____________/\/\_____________ KANARYAM █▓▒░▒▓█ FENERLİ ¯¯¯¯¯¯\/\/¯¯¯¯¯¯¯¯¯\/\/¯¯¯¯¯¯¯¯¯¯¯ Toplumsal bir hareketin duyurulması ve savların belirtilmesi üzerine kurulan, bir akımın, bir hareketin oluşunu bildiren yazılara manifesto ya da bildiri denmektedir.Toplumsal bir hareketin siyasal inanç ve amaçlarının açık ifadesi. Eşyanın cinsi, kapların adedi, nevi, markası, numarası ve gayrisafi ağırlığı ile konişmento veya yük senetlerinin numaraları ve milletlerarası antlaşmalar ve gelenekler de göz önünde tutulmak suretiyle tesbit edilecek diğer bilgilerin yer aldığı belge. bir gemideki malları göstermek için kaptan tarafından boşaltma işlemlerinin yapılacağı gümrük idaresine verilen liste. bildiri. Sanat bildirgesi, beyannâme. Yeni bir sanatedebiyat anlayışı getirmek ve o yolda eserler verip bir akım oluşturmak, çığır açmak iddiasında olan edebî toplulukların / hareketlerin ilkelerinin yer aldığı ve kamuoyuna duyurulan bildirge. Edebiyatımızda, bu anlamda ilk manifesto Fecr-i Âtî topluluğu tarafından yayımlanmıştır. Sanat Manifestoları Soylu Yenilikçi Şiir Manifestosu 2003 Bâki Ayhan T. Fecr-i Ati Encümen-i Edebisi Beyannamesi Parçalı Ham Manifesto Somut Şiir Manifestosu Yenibütün Şiir Manifestosu Fütürizm Bildirgesi 1909 Filippo Tommaso Marinetti Kübizm Manifestosu Pablo Picasso Sürrealizm Manifestosu 1924 Andre Breton Rus Fütürist Manifesto 1912 D.Burliuk, Aleksandr Krutçenykh, V.Mayakovski ve V.Hlebnikov Doğuş Bildirisi 1964 Haluk Aker, Rahmi Akseki, Ataol Behramoğlu, Erhan Etiker, Eser Gürson, Abdullah Nefes, İsmet Özel ve Semih Tezcan Komünist Manifesto 1848 Karl Marx ve Friedrich Engels Radikal Dadacı Manifesto Hans Arp, Hans Baumann, Viking Eggeling, Alberto Giacometti, Walter Helbig, Carl-Henning, Marcel Janco, Otto Morach, Hans Richter Debian Manifesto Hacker Manifestosu 1986 The Mentor aka Loyd Blankenship Yön bildirisi 1961 Yön Dergisi Atlantik Bildirisi 1941 Amasya Genelgesi 1919 Mustafa Kemal Atatürk, Hüseyin Rauf Orbay, Refet Bele ve Fuat Cebesoy. 12 Mart 1971 Muhtırası 1971 Dogma 95 Manifestosu 1995 Lars Von Trier ve Thomas Vinterberg Russell-Einstein Manifestosu 1955 Bertrand Russell ve Albert Einstein Art Manifesto Ekim Manifestosu O Onaltılar Manifestosu R Russell-Einstein Manifestosu

ÖNYARGI insan hayatıyla ilgili ön yargılar hata yaptırır.

https://twitter.com/kanaryamfenerli __/\/\____________/\/\_____________ KANARYAM █▓▒░▒▓█ FENERLİ ¯¯¯¯¯¯\/\/¯¯¯¯¯¯¯¯¯\/\/¯¯¯¯¯¯¯¯¯¯¯ Ön yargı, Bir kimse veya bir şeyle ilgili olarak belirli şart, olay ve görüntülere dayanarak önceden edinilmiş olumlu veya olumsuz yargı, peşin yargı, peşin hüküm, peşin fikir genel ve özel kullanınımlarında bir taraf tutma biçimidir. Bir ideolojik fikri veya bakış açısını koşulsuz desteklemek anlamında kullanılır. Ön yargı, halk arasında genellikle bir kişinin kararlarının ağırlıklı bir şekilde tek taraflı olarak ortaya çıkmasında kullanılmaktadır. Gene halk arasında ön yargı, bir kişinin kararlarınınnesnel olmayıp öznel olduğunu ifade etmek için kullanılmaktadır. "Ön yargı" bir kişinin kararlarını alırken nesnel değerleri kullanmadığını iddia etmez. Kısaca kişinin yargılarını oluşturan değerler bütünlüğüne karşı bir söylem getirmektedir. Ön yargılı kişinin kullandığı (sayısından bağımsız) olguların diğer olgularla (kişinin kullanmadığı veya kabul etmediği) karşılaştırıldığında kişi tarafından atanan değerlerin doğru (kapsamı, içeriği anlamında) olmaması sonucunda ortaya çıkmaktadır. Einstein'ın ön yargıya ilişkin bir sözü bulunmaktadır: "İnsanların ön yargılarını parçalamak, bir atomu parçalamaktan daha zordur." insan hayatıyla ilgili ön yargılar hata yaptırır. Ön yargı, aslında iyi bir şeydir. bir kere yargılama sürecinin gerektirdiği anlama/kavrama aşamalarının zihinsel yorgunluğundan korur bizleri. aslında hiç bir şey bilmediğimiz gerçeği ile yüzleşmekten uzak tutar. üstelik, durum ve/yeva insanları kendi kafamıza göre algılama imkanı da verir bizlere; ilk tecrübelerimizi hayat boyu geçerli kılma şansı tanır, hayatı ciddi oranda kolaylaştırır. ne yazık ki hepimizin benliğine bir şekilde işlemiştir kendisi. inkar da etsek, nefret de etsek bir şekilde bir yerden mutlaka patlak verecektir. ayrıca (yanlış olmasın) einstein dediydi sanırım yok edilemeyen tek şey önyargıdırdiye. çok doğrudur. toplumsal ya da bireysel tercihler her zaman ön planda tutulduğundan farklı durum ve modellerle karşılaşıldığında hemen kişisel veya toplumsal tercihlerimize başvururuz. Ön yargı, secilmis cehalet olduguna gore elbette iyi bir seydir. ustune ustluk anlamak kavramak tartmak yargilamak beynimizi yoran fonksiyonlardir. hem tembellikten, cehaletten kime ne kotuluk gelmis?en guzel sistem otonom sinir sistemidir. Ön yargı, nın anlamını bilmeden ortaya atılan önermelerden biridir. deneyim iyidir, tedbir iyidir ve bunlar önyargıyı önyargı olmaktan uzaklaştıran dayanaklardır. oysa önyargı ise çoğu zaman yeterli / kuvvetli, bir dayanağı olmadan, yeteri kadar denenmemiş, sınanmamış kör inançlara sahip olmaktır. dile getirilen, getirilmiş önyargılar için geçerli önerme.önyargılar vardır, bunları dile getirirseniz insanlara onları değiştirme fırsatı verirsiniz. böylelikle de o önyargıların kırılmaları kolaylaşır. önyargıyı inkar etmeye kalkışırsanız ya da yok sayarsanız ise er ya da geç önyargılarınızın mahkumu olursunuz. klasik anlamda psikolojide şemaların gruplamaların gerekliliğinden öte bir nokta vardır burada. bu şemalar vardır. yok diye çabalamaktansa mevcut olan çoğunlukla da saçma olabilen önyargıyı dile getirmek önce kendi sesimizden duymak sonra da sınamak gereklidir. ha tabi bu bunca ikiyüzlü toplumlarda en ufak dürüstlük bile problem olduğu için önyargı kötüdür gibi daha da ikiyüzlü çıkarımlar ortaya çıkmıştır. halbuki önyargı zaten mevcuttur. şemalar zihnin işleyişi için gereklidir. önyargıların iyi olması ise dile getirilmeleri ile kırılmaları fırsatını sunabilmeleri ölçüsünde geçerlidir. bazen, önyargı kavramının, prensip sahibi olmak ya da hayata karşı belli bir duruşa, hayat, dünya hakkında belli düşüncelere sahip olmakla karıştırılmasından dolayı kötü anlama çekilen önerme. hayır, önyargı pek de iyi bir şey değildir; sizi yanıltabilir, bakışınızı kısır bırakabilir; haksızlık etmenize yol açabilir kimi zaman... amma ve lâkin, karşınıza çıkan her hâle, gördüğünüz her insana, girdiğiniz her yere de "dur, haksızlık etmeyeyim, bir bakayım, şans vereyim" diye yaklaşmak da akıl kârı ve de insanlık gereği değildir. bir yerden sonra iyimserlik, anlayışlılık zehirlenmesi yaşatıp, en iyi ihtimalle bulantı ve kusmaya, kötü ihtimalle başınıza iş açmaya ya da insandan, dünyadan soğutmaya kadar götürebilir. sizi siz olmaktan çıkarır; beğenilerinizi, inanışlarınızı şüpheli duruma düşürebilir tamamen önyargısız olmak. önyargılarınızı biraz da sizsinizdir. ve önyargısızlık bazen hiç yargısızlıktır... yazıktır. Ön yargı, sızlık nötrdür. sıfır noktasıdır, tarafsızlıktır. birisine baştan 10 puanla başlatmak değildir. iyimserlik ya da pollyannacılık oynamak değildir. tarafsız durmaktır. önyargı ise bunların aksidir; bir insanı 1 ya da 10 puanla başlatmaktır. zira "karşınıza çıkan her hâle, gördüğünüz her insana, girdiğiniz her yere de "dur, haksızlık etmeyeyim, bir bakayım, şans vereyim" diye yaklaşmak da bir önyargıdır. öğrenilmiş düşünce yerine öğretilmiş düşünceyi benimsemiş zayıf toplumların savunduğu inanç. dolayısıyla bu toplumdaki bireylerin karar mekanizmasını çalıştıran makine uzaktan kumandalıdır. ve bu kumanda, bazen ataerkil bir aile reisinin, bazen oyaerkil bir hükümet reisinin, bazen de çok uzaktaki güceerkil bir emperyalist devlet reisinin elinde olabilir. eğer bu zayıf toplumdaki zavallı bireylere bu makinenin kullanım kılavuzu dağıtılıp nasıl çalıştığının eğitimi verilmezse, kısa bir zaman sonra kumandaya bile gerek kalmaz ve bu acı durum toplumsal bir reflekse dönüşüverir. önyargıyla ilgili birkaç kategorize örnek vermem gerekirse buyurun: 1- eğitim önyargıları; a) ingilizce eğitim şart. b) dersane şart. c) 3 buçuk saatlik hayati bir sınav hart (şart değil evet hart), neyse... 2- hak hukuk önyargıları; a) büyükler genelde haklıdır. b) ağzı laf yapan genelde haklıdır. c) güçlü güçsüzden güçlüdür (e evet bunda bir şey yok), neyse... 3- ekonomik önyargılar; a) üretim yapma montaj yap. b) mallar ithal olsa da bol bol tüket. c) dolar al euro al (ama bir şey satma), neyse... 4- sağlık önyargıları; a) yabancı doktorlar süperdir. b) yabancı isimli hastaneler süperdir. c) psikologlar falan deli doktorudur bir işe yaramazlar, vesaire... 5- teknolojik önyargılar; a) paran varsa jip al. b) paran yoksa biriktir gene jip al. c) masraflarını falan siktiret, toplumsal tasarruf falan kimin umurunda (not: jip burada mecaz anlamda kullanılmıştır, jip yerine istenilen her lüx konulabilir.) A ► Antisemitizm (12 K, 27 M) H ► Hıristiyanlık karşıtlığı (1 K, 3 M) ► Homofobi (4 K, 22 M) M ► Milletlere karşı ırkçı duygular (5 K, 1 M) N ► Nefret suçları (3 K, 1 M) Ön yargı C Cinsiyetçilik Ayrımcılık, bir kişiye ya da gruba, belli özelliklerinden dolayı önyargılı davranmaya denir. Bu davranış, pozitif ya da negatif yönde olabilir. Ancak, ayrımcılık dendiğinde genellikle negatif anlam anlaşılır. Ayrımcılık bir siyasî, dinî tercihi benimseyenlere (dinî ayrımcılık) ya da bir ırka, cinsel yönelime, cinsiyete, yaşa karşı olabilir (bkz:ırkçılık; homofobi; bifobi; cinsiyet ayrımcılığı; transfobi; yaşçılık)

keser döner sap döner gün gelir hesap döner

https://twitter.com/kanaryamfenerli __/\/\____________/\/\_____________ KANARYAM █▓▒░▒▓█ FENERLİ ¯¯¯¯¯¯\/\/¯¯¯¯¯¯¯¯¯\/\/¯¯¯¯¯¯¯¯¯¯¯ keser döner sap döner gün gelir hesap döner

kahve

https://twitter.com/kanaryamfenerli __/\/\____________/\/\_____________ KANARYAM █▓▒░▒▓█ FENERLİ ¯¯¯¯¯¯\/\/¯¯¯¯¯¯¯¯¯\/\/¯¯¯¯¯¯¯¯¯¯¯ kahve ağacının ilk bulunduğu yer olan Habeşistan'ın Kaffa yöresinin Arapça karşılığı "qahwah " dır. Araplar bugün bilinen kahveyi henüz tanımıyorken kelime keyif veren içki, şarap anlamında kullanmaktaydı. Bugünkü anlamını 14. yüzyılda kazanmaya başlamıştır. Bu Türkçe'de "kahve"ye dönüşmüş, buradan da Avrupa'da café, caffe, koffie, coffee, koffie, Kaffee şekline gelmiştir. Kahve, kökboyasıgiller (Rubiaceae) familyasının Coffea cinsinde yer alan bir ağaç ve bu ağacın meyve çekirdeklerinin kavrulup öğütülmesi ile elde edilen tozun su ya da süt ile karıştırılmasıyla yapılan içeceği. Çiçekleri beyaz ve hoş kokulu, kirazı andıran kırmızı meyvasının içinde iki çekirdek bulunan, dikildikten yaklaşık 3 yıl sonra meyve vermeye başlayan ve 30-40 yıl boyunca aralıksız meyve veren bir ağaç türüdür. Doğal haline bırakıldığında 8-10 metreye kadar uzayan ağaç, meyvelerin kolay toplanabilmesi için sürekli budanarak 4-5 metre uzunluğunda bir çalı boyutunda tutulur. Kahvenin defne yaprağına benzer derimsi ve kenarları dalgalı kışın dökülmeyen koyu, parlak ve sivri uçlu yaprakları vardır. Bol yağış alan, ortalama sıcaklığın 18-24°C arasında bulunduğu ve don olayının görülmediği, ekvatorun 25 Kuzey'i - 30 Güney'i arasındaki kuşakta yetişir. Soğukta ağaç ölür, ayrıca ani ısı değişiklikleri de ağaca zarar verir. Nemli ortamı sevdiğinden, kahve ağacının düzenli yağışın olduğu tropik bölgelerde yetiştirilmesi gerekir. Doğada pek çok yetişen türü olmasına rağmen yalnızca coffea arabica ve coffea robusta adındaki türlerin tarımı yapılmaktadır. Bol yağışların ardından kahve ağacı, yılda iki ya da üç kez bembeyaz muhteşem çiçekler açar. Güçlü ve keskin kokuları kimi zaman yasemini kimi zaman portakal ağacının çiçeğini andırır. Yeni çiçek vermeye başlamış bir ağaç, dallarında bir yılda toplam 20-30 bin çiçek taşır. Kahve çiçekleri açtıktan birkaç saat sonra solmaya başlar ve yavaşça meyve olmak için hazırlanırlar. Kahve çiçeği beyaz renktedir ve yasemin gibi kokar. Kahve meyvesi; büyüklüğü, şekli ve rengindeki benzerlikler nedeniyle "kahve kirazı" olarak da adlandırılmaktadır. İçinde ince iki çekirdek bulunur. Çekirdeklerin birbirine bakan tarafı düz, dış tarafı yuvarlaktır. Her çekirdeğin içinde aynı biçimde bir tohum (kahve tanesi) vardır. Tanenin düz yüzeyinde, içi sert bir besidokusu ile dolu olan, derin bir çizgi yer alır, Besidokusunun dış tabakası ince bir zarla kaplıdır. Zarın dışında ise daha sert bir kabuk vardır. Eğer kahve çekirdeği daha sonra tohum olarak kullanılacaksa çekirdek kabuktan ayrılmaz. Bazı kahve ağaçlarının meyvesinden iki yerine bir tane çekirdek çıkar. Bu çekirdek (peaberry), diğerlerine göre çok daha yuvarlak bir şekle sahiptir. Tek olarak çıkan çekirdekler, diğerlerinden ayrılarak üretim sürecinden geçirilir. Genellikle fiyatları da normal kahveye göre çok daha pahalıdır. Kahve meyvelerinin çok düzenli kontrol edilmeleri gerekir, çünkü olgunlaştıktan sonra 14 gün içinde çürümeye başlarlar. Yengeç ve Oğlak dönencesi arasında tropikal iklimli bölgelerde ağırlıklı olarak tarımı yapılmaktadır. Toprak, aldığı su, güneşlenme zamanı, nem kahvenin tadını ve aromasını değiştirmektedir. Eğer kahve yanardağın eteğinde yetiştiriliyorsa kül kokuyor. Muz ağaçlarının gölgesinde yetişiyorsa daha aromatik bir tadı oluyor. Brezilya kahve üretiminde dünya birincisidir. Onu Vietnam ve Kolombiya takip eder. Etiyopya'da keşfedilen ilk kahve bitkisinden türemiş olan Coffea Arabica, daha çok yüksekliği 800-2000 metre arasında olan dağlık platolarda veya volkanik yamaçlarda yetişir. Her yağmurlu dönemin ardından çiçek açar ve meyvelerinin olgunlaşması için yaklaşık 9 ay gerekir. Tipik bir arabica ağacı, bir yılda yaklaşık 5 kg meyve verir ve bu meyvelerden 1 kg kahve çekirdeği elde edilir. Yeşilimsi sarı renkteki oval Arabica çekirdeklerinden üretilen kahve, Robusta'ya göre daha az kafein içerir. Ayrıca daha lezzetli ve tatlı bir aromaya sahiptir. Arabica kahvesi dünya kahve üretiminin %70'ini oluşturur. Ancak hastalıklara ve iklim koşullarına çok dirençli olmadığından yetiştirilmesi daha zordur ve daha pahalıdır. En çok bilinen çeşitleri; Brezilya, Orta-Doğu Afrika, Hindistan, Endonezya'da yetişen "Bourbon" ve Latin Amerika'da yetişen "Typica"dır. Bunları Tico, Blue Mountain, Mundo Novo, Caturra ve San Ramon izler. Arabica türünün asit oranı Robusta'ya göre daha az ve aromalıdır. Bu yüzden damak tadı için en çok bu türü tercih edilir. Türkiye'de ise yanlızca Mersin ve Anamur'da deneme dikimleri iyi sonuç vermiştir. Hali hazırda 850 hektar alanda kahve tarımı yapılmaktadır. Coffea Canephora (Robusta) Coffea robusta, 0-600 metre arasında yetişir. Arabica'nın tersine düzensiz olarak çiçek açar ve meyvelerinin olgunlaşması için yaklaşık 10-11 ay gerekir. Sarımsı kahverengindeki yuvarlak Robusta çekirdeklerinden üretilen kahve, Arabica'ya göre yaklaşık iki kat daha fazla kafein içerir. Robusta kahvesi dünya kahve üretiminin yaklaşık %30'unu oluşturur. Hastalıklara ve iklim koşullarına çok dirençli olduğundan yetiştirilmesi çok daha kolay ve ucuzdur. En çok bilinen çeşitleri; Java-Ineac, Nana, Kouliou ve Congensis'tir. Kahve içerdiği kafein maddesinin uyarıcı niteliği yüzünden dikkat artırıcı ve stimülan özelliğe sahiptir. Ağrı kesicilerin etkisini %40 arttırmaktadır. Filistin'de bir kahvehane, 1900. Filistin'de eski usüllerle kahve öğüten kadınlar, 1905. Kahve’nin anavatanı olan Etiyopya’nın yüksek yaylaları, yabani kahve bitkisinin doğal olarak yetiştiği bölgelerde yerli halk bu bitkinin tanelerini un haline getirip bir çeşit ekmek yapıyordu. Meyveleri kaynatıldıktan sonra suyu içilmek suretiyle tıbbi amaçlı kullanılıyor ve "sihirli meyve" olarak adlandırılıyordu. Kahve, ünüyle birlikte hızla Arap Yarımadası'na yayıldı ve 300 yıl boyunca Habeşistan'da keşfedilen yöntem ile içilmeye devam edildi. 14. yüzyılda ise yepyeni bir keşif ile ateşte kavrulan kahve çekirdekleri, ezildikten sonra kaynatılarak içime sunuldu. Kahve’yi ilk olarak işleyip içmeye başlayan Yemen'deki sufi tarikatıdır. Buradan 1470’li yıllarda Aden’de, 1510’da Kahire’de1511’de Mekke’de görülmüştür. Yavuz Sultan Selim döneminde (1517) Yemen Valisi Özdemir Paşa, Yemen'de içtiği ve çok sevdiği kahveyi İstanbul'a getirmiştir.Kahve, kısa zamanda itibarlı bir içecek olarak saray mutfağında yerini aldı ve büyük ilgi gördü. Saray görevleri arasına "kahvecibaşı" adında bir de rütbe eklendi. Padişahın ya da bağlı olduğu devlet büyüğünün kahvesini pişirmekle görevli olan kahvecibaşı, sadık ve sır tutmasını bilenler arasından seçilirdi. Osmanlı tarihinde kahvecibaşılıktan sadrazamlığa yükselenlere bile rastlandı. Saraydan konaklara ardından evlere giren kahve, İstanbul halkının kısa sürede tutkunu olduğu bir lezzet haline geldi. Satın alınan çiğ kahve çekirdekleri tavalarda kavrulup, dibeklerde dövüldükten sonra cezvelerde pişiriliyordu. 1544 yılında İstanbul’da Tahtakale’de iki Suriyeli Arap ilk kahvehaneyi açmışlardır. O zamanlar kahvenin faydalı olup olmadığı tartışma konusudur. Kendinden önceki şeyhlülislamların aksine Bostanzade Mehmet Efendikahvenin haram olmadığını, hatta faydalı olduğuna dair fetva vermiştir.[1] İstanbul'a gelen Venedikli tacirler, çok sevdikleri bu içeceği Venedik'e taşıdı. Böylece Avrupalılar kahveyle ilk kez1615'te tanışmış oldu. Önceleri limonata satıcıları tarafından sokaklarda satılan kahve, 1645'te açılan İtalya'nın ilk kahvehanesinde yerini aldı. Kısa zamanda sayıları hızla çoğalan bu kahvehaneler de; diğer pek çok ülkede olduğu gibi özellikle sanatçıların, öğrencilerin ve her kesimden halkın bir araya gelerek sohbet ettikleri en gözde yerler oldu. Kahve Paris’e 1643, Londra’ya 1651’de ulaştı. Avrupalılar dünyanın çeşitli yerlerinde kahve plantasyonları kurdular. Endonezya-Cava’da 1712 yılında kahve tarımı başladı. Hollanda Cava ve Doğu Hint Adaları’nda, Fransa Antiller'de kahve yetiştirdi. Kaldi adındaki çoban 8. yüzyıl ortalarında Habeşistan Kaffa'da yaşayan Khaldi adındaki bir çobanın bir çalıya ait kırmızı meyveleri yemesinin ardından hayvanlarının daha hareketli oldukları dikkatini çekmiş ve kendisi de bu meyveyi denemiştir. Verdiği hissi ve keyfi sevince diğerlerine de haber vermiş ve kahve bugünlere kadar gelmiş. Yemenli Şeyh Şazili Şeyh Şazili 14. yüzyıl sonlarında Yemen’de yaşamış olması muhtemel bir Sufi Şeyhi’dir. Kahveyi ilk içtiği rivayet edilen kişilerden biridir. Gece ibadetinde dinç ve uyanık kalabilmek için özellikle geceleri kahve içtiği, ve kahveyi ilk kullanan sufilerden biri olduğu belirtilmiştir. ez-Zebhani 16. yüzyılın Arap yazarı Ceziri’ye göre kahve’yi ilk içen kişi ez-Zebhani olarak bilinen Yemenli Cemalleddin Ebu Abdullah Muhammed İbn Said’dir. Bir olay yüzünden Aden’i terkederek Etiyopya’ya giden Zebhani orada kahve içen insanlarla karşılaşmış; Aden’e döndüğünde hastalanmış ve aklına kahve içmek gelmiş. Kahve onu iyileştirmiş. Kahve’nin yorgunluk ve uyuşukluk giderme, canlılık ve dinçlik kazandırma özelliklerini keşfetmiş. Süleyman peygamber 16. yüzyıl rivayetlere göre de kahveyi içen ilk kişi Süleyman'dır. Süleyman yolculukları sırasında uğradığı bir şehirde şehrin sakinlerinin bilinmeyen bir hastalığa yakalandığını görür ve Cebrail’in buyruğu üzerine Yemen’den gelen kahve çekirdeklerini kavurarak bundan hazırladığı içeceği hastalara verir. Bunu içen hastalar iyileşir. [kaynak belirtilmeli] Dünya’da petrol’den sonra en büyük ticaret alanını oluşturan üründür. İlk kez 1727 yılında Brezilya’dan kahve ithal edilmeye başlanmıştır. Türkiye’deki en eski kahveci 1871 yılında kurulmuş Kurukahveci Mehmet Efendi'dir. Anadolu’da kahve ekimi ile ilgili çalışmalar yapılmış fakat başarılı olunamamıştır. 2.Dünya Savaşı sırasında Tekel kapsamına alınmıştır. 1980’li yıllarda Nestlé firması Nescafé’yi piyasaya sürmüştür. 2004'ten beri Türkiye'de sadece Mersin ve Anamur'da 16 hektarlık bir alanda kahve tarımı yapılmaktadır.[kaynak belirtilmeli] Kahve tarımı aynı cins kahvelerden de yapılsa yetiştikleri bölgenin toprak, iklim yapısı ve o bölgedeki geleneklerden gelen işleme yöntemlerine göre değişiklik gösterebilirler. Sıklıkla bilenen yöresel kahveler aşağıdaki gibidir: Ethiopian Yirgacheff – Şarabımsı buruk tadı olan Etiyopya kahvesi. Ethiopia Sidamo – Yoğun egzotik meyveler ve turunç tatları içeren Etiyopya kahvesi. Santos – Brezilya’da bir liman adıdır,kahve yetişmez. Rio Minas – Genellikle Türkiye'de ve balkanlarda türk kahvesi için sıkça kullanılan ekonomik bir Brezilya kahvesi. Sumatran – Düşük asit dengesine sahip Endonezya kahvesi. İsli kokusu ve ve topraksı karamelimsi tadlarıyla meşhurdur. Supremo – Kolombiya'da en kaliteli kahve kategorisine verilen addır. Excelso – Kolombiya'da Supremo'ya göre daha küçük boyutlara sahip kahve çekirdeğidir. Filtre kahve harmanlarında sıkça kullanılır. Şekerli tatlara sahiptir. Antigua – Guatemala'nın Antigua ovasında yetişen çikolatamsı ve baharatlı lezzetleriyle ön plana çıkan kaliteli kahvedir. Tarrazu – Kosta Rika dünyanın en prestijli ve dengeli kahvelerini üretmektedir. Fındıksı, çikolatamsı tatlar içeren ve finca adı verilen çiftliklerde yetiştirilip işlenen bu kahve Tarrazu ismiyle bilinmektedir. AA – Özellikle Kenya'da kahve hasatları bir arada toplanıp boyutlarına göre ayıklanır. En büyük boyutlara sahip çekirdeğe AA ünvanı verilir. Türk Kahvesi – Telvesi ile servis yapılan tek kahve çeşidi Mırra - Şanlıurfa'ya özgü, birkaç kez demlenerek hazırlanan acı kahve. Espresso - Makine ile hazırlanan, koyu kavrulmuş, İtalya'ya özgü bir kahve türüdür. Cappuccino – Espresso ve su buharı ile köpük haline getirilmiş süt eklenen kahve (köpük 2 santim kadar). Caffe Lungo – Espresso’nun büyüğü denilebilir. Espressonun makinada daha uzun süreyle filtrelenmesidir. Caffe Americano – Espresso’nun sıcak su eklenerek yumuşatılmış şekli Caffe Latte – 40 ml Espresso'nun üzernine 80 derecelik sıcak sütün ilave edilmesi ve sütün üzerinde 2 cm kremamsı süt köpüğünün ilave edilmesi ile oluşur.%25 kahve %75 sütten oluşur. Latte Macchiato – Sıcak süt ve süt köpüğünün üzerine espresso eklenerek yapılır. Temelde diğer tüm sütlü kahvelerden en buyuk farkı sütün kahveye değil, kahvenin sütün üzerine eklenerek yapılmasıdır. Caffe Macchiato – Espresso’ya süt köpüğü eklenerek hazırlanan kahve. Mocha – Latte’ye çikolata tozu veya şeker eklenmesiyle yapılan kahve. Viennese – Espresso’ya çikolata ve krema katılarak hazırlanan Viyana usulü kahve. Filtre Kahve - Orta kalınlıkla çekilmiş kahvenin bir genellikle bir kağıt filtre yardımıyla filtre edilerek demlenmiş kahve çeşididir. French Press - Kalın çekilmiş kahvenin aynı ad verilen bir demleme kapında suyla karıştırılıp ucunda metal bir süzgeç olan pistonla filtre edilerek hazırlanan kahve çeşididir. Cafe au lait – Fransızların sütlü filtre kahvesi. Sütü kahvesinden daha fazladır. 1/3 kahve 2/3 sıcak süt.

naif NAİFLİK

https://twitter.com/kanaryamfenerli __/\/\____________/\/\_____________ KANARYAM █▓▒░▒▓█ FENERLİ ¯¯¯¯¯¯\/\/¯¯¯¯¯¯¯¯¯\/\/¯¯¯¯¯¯¯¯¯¯¯

Diksiyon ve Hitabet

https://twitter.com/kanaryamfenerli __/\/\____________/\/\_____________ KANARYAM █▓▒░▒▓█ FENERLİ ¯¯¯¯¯¯\/\/¯¯¯¯¯¯¯¯¯\/\/¯¯¯¯¯¯¯¯¯¯¯ Ses Özellikleri, Boğumlama ve Kusurları http://www.sorucenneti.net/diksiyon-ve-hitabet-dersi/diksioyn-ve-hitabet-dersi-notlari-turkcenin-ses-ozellikleri-bogumlama-ve-kusurlari-2.html

Eklemeli diller...türkçenin düzensizlikleri ve Üstünlüğü Türkçenin Yozlaşması

https://twitter.com/kanaryamfenerli __/\/\____________/\/\_____________ KANARYAM █▓▒░▒▓█ FENERLİ ¯¯¯¯¯¯\/\/¯¯¯¯¯¯¯¯¯\/\/¯¯¯¯¯¯¯¯¯¯¯ Eklemeli diller, kelime köklerinin değişmeyip sonlarına veya başlarına ekler konarak farklı kelimelerin türetebildiği diller. Bu tür dillerde her bir hece, kelime anlamını değiştiren bir görev görebilmektedir. Türkçe, Fince, Japonca, Korece, Macarca gibi diller morfolojik olarak bu gruba dahildir. Dillerin morfolojik bakımdan sınıflandırılmasında bu terim, 1836 yılında Wilhelm von Humboldt tarafından tanıtılmıştır.[1] Eklemeli dillerde kelime köklerinin çekimi olmadığı için düzensiz fiiller ve kelimelerde istisnalar çok nadirdir. Türkçede göz-gözlük-gözlükçü-gözlükçülük farklı anlamdadırlar; ancak kelime yapısında değişim olmaz.Birçok antik yakın doğu dili eklemeli dillerdendir. Örneğin Sümerce, Elamice, Hurrice, Urartuca, Hattice, Gutça, Lullubice ve Kassitçe. Altay dilleri Çoğu Ural dilleri Türkçe Moğolca Japonca Korece Baskça Çeçence Abhazca Gürcüce Lazca Farsça Batı Çerkesçesi Doğu Çerkesçesi Karaayakça (Amerikan yerli dili) A ► Altay dil ailesi (4 K, 4 M) B ► Bantu dil ailesi (2 K, 1 M) ► Baskça (2 M) D ► Dravid dilleri (2 K, 5 M) E ► Ermenice (5 K, 4 M) J ► Japonca (6 K, 7 M) K ► Keçuva dilleri (1 K, 1 M) M ► Malayca (8 M) N ► Nahuatl dili (3 K, 4 M) S ► Svahili (2 M) ► Sümerce (1 K, 2 M) T ► Türk dilleri (9 K, 85 M) Y ► Yukagir dilleri (1 M) . Eklemeli diller A Abazaca B Batı Ermenicesi Batı Çerkesçesi C Cava dili D Doğu Ermenicesi Doğu Çerkesçesi F Farsça Fince H Hemşince Hurri dili K Kannada dili Kerekçe Klingon dili Korece L Lazca M Mansice S Sümerce U Udince türkçenin düzensizlikleri fazla değildir. hatta guinnes rekorlar kitabı'ndaki en düzenli doğal dil ünvanı türkçe'ye aittir. sesli ile biten kelimeler iyelik eki aldıklarında normalde -n ekini doğrudan alırlar (kutum - kutun - kutusu gibi). su kelimesi bu eki aldığında araya kaynaştırma harfi alır. sum denmez de suyum denir. (suyum - suyun - suyu gibi) ne kelimesi de yukarıdakine benzer bir duruma sahiptir. lakin "nem" ya da "neyim", "nen" ya da "neyin", "nesi" ya da "neyi", "nemiz" ya da "neyimiz", "neniz" ya da "neyiniz" şekillerinin her biri kullanılmaktadır. imek) (kimilerince olmak kelimesi türkçe'nin tek düzensiz fiili olarak addedilir, lakin isimlerin sonuna gelen -im -sin -dir -iz -siniz -dirler gibi haller alan ek fiil, olmak fiilinin çekimi değil, imek fiilinin çekimidir. olmak gayet de normal çekimlenebilir: oluyorum, oluyorsun vs vs gibi.) v) son hecesi u harfini içeren fiillerin geniş zaman çekimlemeleri normalde -arım -arsın vs şeklindedir. yalnız vurmak ve durmak fiillerinde farklı bir durum sözkonusudur, bunlar "vururum", "dururum" şekillerinde de kullanılabilirler. buyun denmez, bunun (ya da şunun) denir: ama "suyun üstünde" denir, ve bu tektir. (iv) doktorsun - doktor isin.. gibi... (v) tek hecelilikle alakası yok. kurarım, kusarım, susarım, sorarım, gülerim gibi "normal" örnekler çok. sadece ve sadece vurmak ve durmak fiilleri sorunlu. vurmak ve durmak fiillerindeki durum sanmak fiilinde de sozkonusu. geni$ zaman ucuncu $ahis cekimi, genel kurallara gore "sanar" $eklinde olmasi gerekirken (yanmak -> yanar, kanmak -> kanar), biz "sanir" deriz. sadece ve sadece vurmak ve durmak olmasa gerek düzensiz olarak adlandırılan. bulmak fiili de böyle. bulurum (bularım değil). son hecesi u harfini iceren fiil kokleriyle ilgili duzensizlikler 3 olsa gene iyi. osurmak, okumak, buyumek, kuculmek, kurumak, durmak, vurmak da genel kurala uymuyor. normalde önüne sayı sıfatı gelen isme çoğul eki ulanmazken, bazı aykırı durumlarda eklenen sayı sıfatıyla beraber oluşan tamlama özel bir grubun adı oluyorsa kural es geçilir. üç silahşörler, kırk haramiler, yedi cüceler gibi olağan şeylerdir. geniş zamanla ilgili düzensizlik durumu için bir kural geliştirilmiş, şöyle ki: *çok heceli ve sessiz harf ile biten fiiller -ır, -ir, -ur, -ür eklerinden birini alır. (anlatırım, seslenirim, vs.) *tek heceli ve sessiz harf ile biten fiiller iki gruba ayrılır: -- fiilin son harfi "l" ve "r" ise -ır, -ir, -ur, -ür eklerinden birini alır (genelde). (veririm, gelirim, vs.) [1] -- diğer tek heceliler de -ar ve -er eklerinden birini alır. (anarım, donarım, vs.) *sesli harfle biten fiiller -r ekini alır. ayrıca 5 fiil de son sessiz harfi "t"yi yumuşatarak "d" ye çevirir: gitmek - giderim etmek - ederim tatmak - tadarım gütmek - güderim ditmek - diderim [1] bu fiiller: almak - alırım bilmek - bilirim bulmak - bulurum durmak - dururum gelmek - gelirim görmek - görürüm kalmak - kalırım olmak - olurum ölmek - ölürüm vermek - veririm varmak - varırım vurmak - vururum ancak, bircok istisna var: sanmak - sanırım (kurala gore sanarim olmasi gerekiyor ancak ikisi de kullaniliyor sanırım) yarmak - yararım (kurala gore *yarırım olmasi gerekiyor) karmak - kararım (*karırım) germek - gererim (*geririm) sermek - sererim (*seririm) şimdiki zaman çekimlerinde de bulunan düzensizliklerdir. * a veya e ile biten fiillerin şimdiki zaman çekimlerinde a'lar "ı", e'ler de "i" olur: anla - yor - sun = anlıyorsun ye - yor - uz = yiyoruz * düzlük-yuvarlaklık (küçük) ünlü uyumuna uymayan fiiller çekimde bu uyuma uydurulur: oyna - yor - sunuz = oynuyorsunuz söyle - yor - lar = söylüyorlar yolla - yor - lar = yolluyorlar özle - yor - um = özlüyorum ancak bu fiiller olumsuz durumda değişikliğe uğratılmaz: oynamıyorum söylemiyorum yollamıyorum * 5 fiil son sessiz harfi "t" yi "d"ye çevirir: gitmek - gidiyorum etmek - ediyorum tatmak - tadıyorum gütmek - güdüyorum ditmek - didiyorum "Kurtulmak" ve "Kurtarmak" fiilleri birbirinden gelmiş. Yani en azından biri, birinden gelmiş, bu belli. Ama fiillerin köklerine indiğimizde "kurtul" ve kurtar" oluyor ve bu şekildeyken bir bağlantı kuramıyoruz. Elbette zamanla değişikliğe uğramıştır ama ben bu fiillerin (ve bunun gibi birçok fiilin) arasındaki bağlantının nasıl oluştuğunu merak ediyorum. Veya daha açık bir ifadeyle bunların tam kökünü ve hangisinin hangisinden türediğini. "Kurtarmayı" asıl fill olarak aldığımızda sanki "kurtulmak" onun edilgen hali, "kurtulmayı" asıl fiil olarak aldığımızda da "kurtarmak" onun oldurgan hali gibi geliyor Kurtar < kutğar/kurtar < kutgar < kurtgar kurtul < kutul < kutrul kudurmak ve kuduz kelimelerinin de kut'tan geldiğini öğrendim. İhtimal Arapça kökenli kuds (Kudüs), kudsî (kutsi), kuddûs, kuddûsî, mukaddes, takdis ve acayip bir melez olan kutsal (Öztürkçe kut'a batı dillerinden alınma -sal mı eklendi, yoksa kudsî kelimesinden serbest çağrışım yoluyla mı uyduruldu, bilmiyorum) kelimelerinin bu kut ile uzak geçmişte bir ilşkileri var. -cu eki meslek (kitapçı), alışkanlık (uykucu, yalancı) ve taraftarlık (barışçı, solcu, Türkçü) bildiriyor. Yolcu'da sanki nevi şahsına münhasır bir anlam var. Almancı var ki ne şekil bir düşünce tarzıyla oluşturulduğunu hala anlayamadım (Almanya taraftarı olan anlamındaki değil, Almanya'da yaşayan Türk anlamındaki..Fransa'ya göçmüş Türkler için Fransızcı demediğimiz Kök halindeki fiilleri geniş zamanda çekerken: -Fiil tek heceliyse: -er eklenir. Ör: seç-mek --> seçer -Fiil birden fazla heceye sahipse: -ir eklenir. Ör: kaldır-mak --> kaldırır Tek heceli fiillerden tam olarak 12 tanesi düzensiz, ve 2. gruptaki fiiller gibi "-ir" eki alıyor. Ör: olmak fiili, kurala göre "olar" olmalıyken, olur diyoruz. Bu 12 fiilin listesi: -olmak -ölmek -kalmak -varmak -gelmek -görmek -almak -vermek -vurmak -bulmak -bilmek -durmak sanmak fiili iki türlü de çekilebiliyor. Sanırım, sanırsın, sanır....ya da sanarım, sanarsın, sanar... ünsüz yumuşamasıyla ilgili. P, ç, t, k sessizleriyle biten kelimelere, sesli harfle başlayan ek gelince, bu harfler genellikle yumuşuyor. Ör: Kitap --> kitaba Ama fiillerde yumuşama yapmıyoruz. Yapmak --> yabıyorum olmuyor. Bu kuralın 4 istisnası var. Gitmek, tatmak, Etmek (ve tüm "etmek"le biten fiiller), Gütmek. -lık ekinin de aynı özelliği var. Kitaplık, tuzluk derken bir anlamda iyilik, kötülük, insanlık derken başka bir anlamda dolmalık, turşuluk derken daha başka anlamda kullanılmış. Kış süresince demek için kışın diyoruz Aynı şekilde yazın da diyoruz. Ama diğer iki mevsimde bu olmuyor. Sonbaharın, ilkbaharın? p,m,r,s harflerinden hangisinin kulanılması gerektiğini anlamıyoruz.. ör. bembeyaz / besbelli Türkçe öğrenenlerin karşılaştıkları bir başka sorun ise, bazı kelimelerde son harf yumuşak okunan bir sessiz olduğu için, kelimeye eklenen ekler ünlü uyumuna uymuyor. Ör: Saat --> Saatlar --> Saatler Dikkat --> Dikkatı --> Dikkati Alp --> Alp'a --> Alp'e "Sarp" kelimesi. Sarp'e mi Sarp'a mı? Türkçede teras sözcüğünün kullanılmasına karşıyım, bütün sözcüklerden daha fazla hem de. Yüzde yüz doğru diyemeyeceğim (çünkü kendi tespitim) ama bence bu sözcüğüm kökeni şöyle: Yine Türkçede bulunan Taraça sözcüğü İngilizceye terrace diye geçmiş Sonra bu terıs diye okunan terrace de tekrar Türkçeye teras diye geçmiş olmalı. Taraça zaten terasla aynı anlama geliyor. Coğrafyada teraslamanın diğer adı taraçalandırma..Kimi yabancı kelimeler Türkçeye iki ayrı yoldan ya da iki ayrı zamanda iki kez geçebiliyor (banka/banko). Eskiden (mesela 18. yy ve öncesi) geçenler halka maloluyor, çoğunlukla ünlü uyumu gereği dönüşüyorlar. Aynı kelime daha sonra, özellikle Fransızcadan, tekrar geçtiğinde biraz "elit" ve çoğunlukla aslına daha yakın oluyor. taraça daha eski ve İtalyancadan, teras daha yeni ve Fransızcadan (İngilizceden değil) Bence de ettirgen değil (çünkü kapattırmak şeklinde ettirgen yapıyoruz). Emin olmak için online TDK sözlüğündeki örneklere baktım: 1. Evvelki hafta mühendis İlhami Bey'le karısı çok güzel bir bambu takımı kapattılar. (Ucuza almak) 2. Emine aklını oynattı sandılar ve evine kapattılar, kapısını kilitlediler. (Kapamak) 3. Örnek yok. (Bir kadınla nikâhsız yaşamak.) 4. Gazete kapatmak. (Faaliyetine son vermek) 5. Geçen gün Kristal'i kapatmış, vur patlasın, çal oynasın âlemi yapmış. (Sadece kendi kullanımına tahsis etmek) 6. Sanatçılar arasındaki tatsız olayı kapatmak istiyordu. (Bitirmek) ettirgen çatıda kullanılmadığı kesin. İtmek ve ittirmek Dolabı biraz it. Dolabı biraz ittir. Oğuz Düzgün 1) Türkçe’miz fiil yönünden gerçekten işlek bir dildir.Diğer dillerden isim almış olsa da çok sayıda fiil almamıştır.Fakat İngilizce’nin %80’inin Latince gibi dillerden alıntı olduğu bilinmektedir.Günümüzde Türkiye ve Orta Asya Türkçe’leri incelendiğinde, Türkçe’nin asliyetini doğal değişmeler dahilinde koruduğunu görmekteyiz.Belli bir zaman diliminde bazı kelimeler alınmışsa da bu kelimeler halk diline fazla nüfuz etmemiş, devlet diline has kalmıştır.Hatta pek çok Osmanlı Padişah’ının şiirleri incelenirse ne tatlı bir Türkçe kullandıkları ortaya çıkacaktır.Türkçe bilim dili olabilecek, kendine yetebilen nadide dillerden birisidir.Yavuz Sultan Selim’in edebi sanatlarla zenginleştirdiği ve Şah İsmail’e gönderildiği rivayet edilen, o dönemin Türkçe’siyle yazılmış bir kıtasını sizlerle paylaşalım: Sanma şahım herkesi sen sadıkane yar olur Herkesi sen dost mu sandın belki ol ağyar olur Sadıkane belki ol alemde dildar olur Yar olur, ağyar olur, dildar olur, serdar olur. Bu şiiri incelediğimizde Türk’ün ince edebi zekasını müşahede edebiliyoruz. Orhun abidelerindeki şiirsel üsluba fazla şaşırmamak gerekir.Bu üslup daha da güzel süslemelerle Osmanlı döneminde de devam etmiştir.Şiir Müslüman Türk’ün de hayatında ayrılmaz bir parça olmuştur.Ben bu şiirin ince özelliklerini öğrencilerime anlatıyordum.Dersleri çok da iyi olmayan bir kız öğrencim bu şiirdeki edebi sanatın benzerini uyguladığı çok güzel bir şiir yazdı.. Üstelik 5-10 dakika içinde yazdı bu şiiri..Pek çok öğrencim de bu şiire birer nazire yaptılar.Daha önce hiçbir şiir deneyimi olmayan ve fazla da okumayı sevmeyen bu çocuklara böyle sanatlı bir şiiri yazdıran nedir? Elbetteki o çocukların analarından süt emdikleri sırada ruhlarıyla ve kulaklarıyla emdikleri Türkçe sütü, bu müthiş kabiliyetlerin doğmasına sebep olmuştur.Türkçe en okumuşunu da,hiç okumamışını da şiire, edebiyata meftun eden nadide bir dildir.Aşık Veysel gibi çok az tahsil görmüş insanlara o ölümsüz eserleri yazdıran neden, kendi içlerindeki deha ve yeteneklerin Türkçe bağında sünbüllenmesinden ibarettir. 2)Türkçe’deki kurallılık Türkçe’yi ezber dili olmaktan çıkarmakta bir mantık dili haline getirmektedir.Hint Avrupa dillerinde bir çok Düzensiz Fiil ve Kelimeler yoğun bir ezber faaliyetini gerektirmektedir.İngilizce, Gramer kitaplarında geçen yüzlerce düzensiz fiil bize bu hakikati haykırmaktadır.Her kesin bildiği bir Go- fiilinin Past Tense(geçmiş zaman) hali Went şeklindedir.İnsanın mantığını Go’dan Went’e götürecek hiçbir mantıksal köprü kurulamamaktadır.Yüzlerce böyle formu ezberlemek gerekmektedir.Ancak Türkçe’mizde bu kelimenin karşılığı olan Git- fiilinin dili geçmiş zaman hali, Git-ti şeklindedir.Bu kelime bir –ti ekiyle kökünden başkalaşmadan oluşmaktadır.Diğer bütün fiillerde istisnasız aynı ekler mantıksal bir süreçle yeni fiiller kurmaktadır.Bu diğer eklerde ve zamanlarda da aynı şekilde görülmektedir.Demek ki Türkçe, ezberden ziyade mantığı öne alan yegane dillerden birisidir. Bu açıdan öğrenilmesi –bazı ses özelliklerinin dışında-kolay bir dildir. 3)Hint Avrupa dillerini konuşan dil bilginleri tarafından ortaya atılan bir iddia da Hint Avrupa dillerinin diğer dil ailelerinden üstün olduğu iddiasıdır.Bu iddiaya göre diller yapıları bakımından 3 öbeğe ayrılmaktadır: 1)Tek heceli diller (yalınlayan diller):Çince bu dil grubuna örnek gösterilir.Bu dilde bir kelime farklı tonlama ve seslerle farklı manaları oluşturmaktadır. 2)Düzenli diller:Türkçe, Japonca, Macarca gibi sondan eklemeli ve düzenli yapılar içeren diller bu gruba girmektedir. 3)Bükümlü Diller:İngilizce, Fransızca ve Farsça gibi içinde düzensiz fiiller ve kelimeler bulunan diller girmektedir.Bu dillerde kelimeler aslından oldukça farklılaşabilmektedir. Avrupalı bazı dilbilimcileri, bükümlü dillerin en üstün diller olduğunu iddia etmektedirler.Bize göre bu iddia tutarsızdır.Ben bu tür dilleri değişime ve başkalaşmaya her an açık ihtiyarlamış diller olarak görmekteyim.Nasıl ki düzenini muhafaza etmiş bir binayla düzensizliğe, deformasyona doğru giden harap olmuş bir bina bir değildir.Bunun gibi Türkçe ile Hint Avrupa dilleri arasında da o kadar fark vardır.Türkçe düzenini muhafaza etmiş bir bina gibidir.İngilizce gibi Hint Avrupa dilleri ise başkalaşmaya yüz tutmuş, düzensizleşmiş kelimelere sahiptir.Türkçe’nin haricindeki dilleri küçümsediğimiz düşünülmemelidir.Bize göre bütün diller güzeldir, bunların kendine has güzellikleri vardır.Ancak bazıları bazılarından düzen yönünden üstün görünmektedir.İşte Türkçe düzenlilik yönünden bu tür dillerden üstündür. 4)Hint Avrupa dillerinde fiilimsilerin yapımı, Türkçe’mizden oldukça farklı bir şekil göstermektedir.Türkçe’mizde fiilimsiler -an, -esi, -erek, -ince gibi eklerle yapılmaktayken Hint Avrupa dillerinde ise birkaç farklı cümleyle yapılmaktadır.Örneğin, Türkçe’mizde: Ağlayan çocuk geldi. Bu cümle İngilizce’de: 1.cümle: Child came/ who he is crying:2.cümle Türkçe=Çocuk geldi/O kimse ki ağlıyor. Farsça’da: Merd ki teşekkur mikone=adam ki / O teşekkür ediyor. Örneklerde görüldüğü gibi, Hint Avrupa dillerinde bir fiilimsi eki olmadığından iki farklı cümle kurulmaktadır.Bilhassa birinci örnekte bu açıkça görünmektedir.Ama Türkçe’mizde sıfat fiil, zarf fiil gibi fiilimsi ekleriyle yeni cümleler kurmadan, hızlıca ifade edilmek istenen düşünce ifade edilir. Bu da Türkçe’ye konulmuş güzel bir özelliktir.Konuşma ve düşünmede seriliği sağlamıştır.Şunu bir kere daha ifade etmek istiyorum ki, biz bu açıklamaları milliyetçi bir ruhla yapmıyoruz.Asırlardır Hint Avrupacıların ırkçı uygulamalarla yaptıkları yanlışları düzeltmeye çalışıyoruz.Örneğin, Arapça’nın ister vokalleri yönünden, ister kelimelerindeki mana kuşatıcılığı yönlerinden Türkçe’den üstün olduğunu açık yüreklilikle söylemek istiyorum.Ancak Türkçe’nin de bu dillerden bazı üstün yönleri bulunduğu bir gerçektir.Türkçe’nin Hint Avrupa dillerinden de bir çok yönden üstün olduğunu tekrar etmeme gerek yok sanırım. 5) Hint Avrupa dillerinde bir dağınıklık göze çarpmaktayken, Türkçe’de eklerin sağladığı geniş çaplı bir düzenlilik görülmektedir.Türkçe’mizde bir cümleyi oluşturan unsurlar birbirlerine canlı birer harçla kaynaşmış görünüm arz etmektedir.Örnek verelim: Ben okula gidiyorum. Bu cümlede görüldüğü gibi ekler kelimeleri adeta birbirine kenetlemiştir.Hafif ses değişimleri ile oluşan ekler sanki kelimenin devamı gibi hissedilmektedir.Ancak anlamda büyük değişiklikler de yaşanmaktadır.Bu cümleyi çok çeşitli şekillerde ifade edebiliriz: Ben okula gidiyorum. Ben gidiyorum okula Okula ben gidiyorum. Okula gidiyorum ben. Gidiyorum okula ben. Gidiyorum ben okula. Bu cümlelerin bu kadar değişik dizilimlerle ifade edilebilme özgürlüğü vardır. Evet Türkçe bu yapısı itibariyle tam bir edebiyat dilidir de. Kelimelerin ve cümledeki unsurların bu denli değiştirilmesiyle cümlede verilmek istenen mesajın muhafaza edilmesi bir mucizedir. Diğer Hint Avrupa dillerinde bu özgürlüğe rastlanılmaz.Cümle belli bir yapıya hapsedilmiştir bu dillerde. Hafif bir unsur değişikliği cümlenin anlamını tamamen değiştirebilmektedir.Az önce eklerin güzelliğinden bahsetmiştim.İngilizce bir cümle yazalım isterseniz aşağı: I am going to school. Az önce yazdığım cümlenin İngilizce’si bir cümle.Örneğin Türkçe’de şahıs zamirini çıkardığımızda anlam bozulmamaktadır ancak İngilizce’de bu böyle değildir. Okula gidiyorum. Evet bu cümledeki fiilin sonundaki şahıs eki sayesinde birinci tekil şahıs zamiri muhafaza edilmektedir. Adeta Yaratıcı, şartları itibariyle asırlarca savaşlar, göçler nedeniyle hızlı yaşaması gereken bu kavmin diline böyle kolaylıklar vermiştir ki, ifade edilmek istenen düşünce ve duygular çabukça ifade edilsin.Bir de buradan şunu anlamamız gerekiyor ki, Türkçe bu esnek yapısıyla bir çok dili de tarihte etkilemiş olabilir.Bu da incelenmesi gereken bir konudur. 6)Hint-Avrupa dillerini konuşan bazı büyük filozoflar, dillerinin mantık dışı ve kuralsız unsurlar içerdiğini kabul etmişlerdir.Bu filozoflar, dillerinin savurgan da olduğunu öne sürmüşlerdir.Örneğin, Platon, “Kratylos” diyalogunda ki bu Yunanca yazılan bir eserdir.Kendi kullandıkları (yunanca gibi) dillerin bilgileri yanlış anlamaya sebep olabileceğini, bu nedenle mantıklı ve kurallı bir dile ihtiyaçları olduğunu açık yüreklilikle belirtmiştir.Descartes de aynı şekilde kurallı ve düzenli bir dil arayışındadır.Düzensiz fiillerle ve kelimelerle dolu bir dilin bilim ve felsefe dili olamayacağı daha bir çok filozof tarafından söylenmiş bir ifadedir.Belki de bu filozoflar Türkçe’yi yeterince inceleme imkanı bulsaydılar, bu dili felsefe dili olarak seçmişlerdi bile.Osmanlı bu konuda ne yapmış derseniz cevabım şu olacaktır, Osmanlı yeni bir dil türetmiştir adeta… Türkçe fiilleri düzenli çekimlerinin hatırına muhafaza etmiş, yine bazı Türkçe kelimeleri de aynı titizlikle korumuştur.Ancak Osmanlının bir endişesi daha vardı, himayesinde yaşayan bütün unsurları bölünmeden, parçalamadan muhafaza etmek.Bu da ancak içerisinde ortak unsurlar taşıyan bir dil, bir lehçeyle mümkün olacaktı.Ve diğer dillerden de Osmanlıca denilen lehçeyi zenginleştirerek, Türkçe’deki düzeni de muhafaza ederek, yeni ve felsefi derinliği olan zengin bir dil oluşturdular.Bu da o zamanın anlayışını düşündüğümüzde gerçekten büyük bir başarıdır. Bazı bilginler Avrupa’da Esperanto ve İdo gibi yapma diller oluşturarak, az önce bahsettiğim düzenliliği yakalama telaşına kapılmışlardır, devamlı da yeni geliştirdikleri bu diller üzerinde değişiklikler yapmışlardır. Adeta Türkçe benzeri bir dil vücuda getirmeye çalışmışlardır. Şimdi bazı şüpheler de beynimi tırmalamıyor değil. Acaba bu bilginlerin gayretleri, sadece Türkçe’yi kabul etmemek için miydi?Tabii ki her millet kendi kültürünü üstün görecek, fakat Türk toplumu gerçekten mutevazi bir şekilde asırlardır sahip olduğu değerlerden taviz vererek batılı olmak uğruna öz benliğini unuttu.. Daha bir çok alanda eski kültüründen koptu. Göktürk alfabesindeki 36 sesten kala kala elinde 29 ses kaldı. Diğer yedi ses tabiiki varlığını ağızlarda ve lehçelerde devam ettiriyor. Demek şu andaki alfabemiz de yazıldığı gibi okunmayan bir alfabe.. Çünkü bu dışarıda kalan 7 sesi mecburen diğer harflerle ifade edeceğiz.Yine bazı uzun ünlüleri de gösteremiyoruz. Belki de bazı hakperest batılı bilginler çıkıp şöyle de diyebilir: “evet biz sizin dilinizin gerçekten üstün ve düzenli bir dil olduğunu biliyoruz.Ancak şu fikirsel ve ekonomik fakirliğiniz sizin ve dilinizin gerçek değerini örten unsurlar.Biraz daha teknoloji, iktisat ve bilimsel alanlarda gelişin o zaman sizin dilinizin dünya dili olacağına eminiz.”Belki de bu görüş sahipleri gerçekten haklıdır.Biraz daha çalışsak ve gayret göstersek sadece dilimiz değil, Alevi kardeşlerimizin semahından tutun da sazımıza, şarkılarımıza, inancımıza varana kadar bir çok kültürel unsurumuz Avrupa’ya yayılabilir. 7)Türkçe’miz yapım ekleri sayesinde çok fazla yeni kelime türetebilme özelliğine sahiptir.Böylelikle kelimelerin ve fiillerin tanınmayacak şekilde başkalaşması önlenmiştir.Hint Avrupa dillerinde bu ekler çok azdır.Genelde kelime türetme kelimenin başkalaşması yoluyla yapılır.Ünlü filozofların beğenmediği noktalardan biri de budur. Örneğin; İngilizce’de gitti diyebilmek için go fiilini başkalaştırarak went şekline dönüştürürüz. Kökle yeni yapı arasında bir farklılık vardır.Türkçe’de ise yapım ve çekim eklerinin işlekliği sayesinde bir sorun çıkmamaktadır.Git- fiilini –di’li geçmiş zaman formuna sokmak için yapmamız gereken kelimeyi başkalaştırmadan sonuna bir -di eki eklemektir.Kelime Gitti olarak kökünü de muhafaza ederek yeni bir kullanıma hazırdır. 8)İngilizce’de fiillerin dışında da bazı kelimeler kuralsızdır.Bir çok kelimenin çoğul halleri böyle kuralsızdır: child(çocuk)-children(çocuklar) woman(kadın)-women(kadınlar) man(adam)- men(adamlar) Türkçe’mizde ise böyle bir karışıklık yoktur.Çoğul hal –ler eki ile sağlanır.Üstelik bu –ler eki de 3 sesten oluşur. 3 çoğulluğun ifadesidir.Bu çoğul ekinde ayrı bir müzikallik de vardır.Sondaki –r sesi sayesinde devam eden,akıp giden bir çokluk (kemiyet) nazara veriliyor.. 9)İngilizce’de ve diğer Hint Avrupa dillerinde önüne sayı sıfatı alan kelimeler, sayı birden büyükse, çoğul eki alırlar.Türkçe’de böyle bir olay yoktur.Nesneyi belirten sayı zaten çokluk ifade ettiğinden nesneye bir çoğul eki takılmaz, örneğin, biz “İki kalem” deriz iki kalemler demeyiz. Mantıksal olarak zaten biliriz ki, iki sayısı çokluğu ifade eder. Yani 1kedi+2kedi=3kedi olur.Bu örneklerde görüldüğü gibi sayılar zaten kedileri temsil etmektedirler.Tekrar kedilere çoğul eki vermeye gerek yoktur.Dilimizin bu özelliği bazı Hint Avrupa kökenli dilleri de etkilemiştir. Mesela Ermenice’de dilbilgisel yapıların çoğu artık Türkçe’deki gibi kurulmaktadır. 10)İngilizce’de bazı fiiller birçok anlamlara gelirken, Türkçe’de her bir eylemi karşılayacak ses yapısı mevcuttur.Örneğin, to take=almak, götürmek, çekmek(fotoğraf) 11)Türkçe şahıs zamirlerinde bir ses ahengi var gibidir.Ben>Sen >O/Biz>Siz>Onlar görüldüğü gibi 1.ve 2.tekil şahıslar kendi aralarında, -n sesi bakımından bir uyum içindedirler.Çoğul şahıslarda ise –z uyumu vardır.Hint Avrupa dillerinde böyle düzenlilikler bulunmaz.Örneğin, Almanca1.tekil Ş.:Ich, 2.Tekil:Du , İngilizce I ve You bu zamirleri arasında bir anlam ilgisi yoktur.Üstelik bu zamirlerin, yönelme, amlama gibi halleri de değişiklik arz etmektedir.Belki de Kosmos’un “kaos” olduğunu iddia eden bilginler, dillerinin şuuraltında uyandırdığı, düzensizlik içgüdüsünü terennüm ediyorlardı.Bu düzensizliği tüm evrene yayıp, bu evrenin sahibini unutturma peşinde de olabilirler tabii ki..Ancak Türkçe böyle değildir.Türkçe gibi düzenli bir dil, şuuraltına sebepsiz hiçbir şeyin olmayacağını fısıldar.Ona her yapılan şeyin bir öznesi olduğunu haykırır. 12)Türkçe’de önemli unsur devamlı sondadır. Kelimeler, öğeler ve ekler önemli unsuru savunmak için adeta bir kale vazifesi yaparlar.Ben kitabı bugün okudum.cümlesinde önemli öğe olan okudum kelimesi kalp ve beyin kelime olduğu için muhafaza edilmiştir. Belki de Türkçe’nin ekler ve fiiller yönünden tarihi kökenden çok uzaklaşmamasının nedeni, bu içsel koruma faaliyeti de olabilir. 13)Türkçe’nin matematiksel bir yapısı vardır.Bunu ispat etmek için, bir küp yeterli olabilecektir. Jean DENY’in kitabında bu küp gayet güzel bir şekilde gösterilmiştir. 14)Türkçe’mizde seslerin birbirini etkileyişi bakımından sıralanışı bir düzen gösterir.Ünlüler sert ünsüzleri, sert ünsüzler de yumuşak ünsüzleri etkilerler. Ünlü>Sert Ünsüz>Yumuşak Ünsüz yani; A, e, ı, i, u, ü, o, ö>p, ç, t, k, h, s, ş, f>b, c, d, ğ, j, l, m, n, r, v, y, z 15)Türkçe’de bir sözcükte hükümdar mesabesinde olan öğe yüklemdir.Hangi öğe bu hükümdarın yanına yaklaşırsa, önemi o derecede artar.Ve bu öğe diğer kelimelere nazaran daha vurgulu söylenir. 16)İngilizce’de ve benzer bazı dillerde, bir cümleyi edilgen yapabilmek için o cümleyi tamamen değiştiririz.Türkçe’mizde ise bir -l ve-n eki yeterlidir.Bütün Ural Altay dillerinde benzer bir özellik vardır.İngilizce’de edilgen durumda nesne başa getirilir. “The book is being read” bu pasive’i bir de aktive yapalım.”He is reading the book.” Görüldüğü gibi “book” kelimesinin yeri tamamen değişti.Fakat Türkçe’mizde böyle bir zorluk yoktur.Aynı cümleyi Türkçe yazarsak, “Kitap okunuyor.”Görüldüğü gibi bir tek –n eki sayesinde yüklem edilgen çatılı olmuştur.Etken yapalım “(o)Kitap okuyor”Görüldüğü gibi sadece bir sesi alarak cümleyi yine etken yaptık.Bu gerçekten Türkçe’mizin nadide güzelliklerinden birisidir. 17)İngilizce denilen dilin mazisi 500 yıl civarındadır.Türkçe’nin ise 15 bin yıllık bir mazisi olduğu ispat edilmektedir.Üstelik, Proto Türkçe’nin Hint Avrupa dilleri dahil bir çok dili etkilediği bilinmektedir.Belki de ilk yazı sistemini de geliştiren Türkler ve diğer Asyalı kavimlerdi.İngiltere 11.yy.ın 2. yarısında vahşi insanların yaşadığı bir yerdi.Buranın insanları olan Anglo-Saksonlar gerçekten geri bir kavimdi.Hatta bir zaman gelip yok edecekleri Maya-Aztek kavimlerinden yüzlerce kat geriydiler.Ottan evlerde yaşıyorlardı.O dönemlerde bizim edebiyatımız şahikasını yaşıyordu.Yunus Emre’ler, Hacı Bektaş’lar, Hoca Ahmet Yesevi’ler güzel Türkçe’mizle güzel edebiyat ürünleri veriyorlardı.Zaten Dilbilimcilerin de bildiği gibi İngilizce’nin Yüzde 60 kadar kelimesi Latince,Yunanca gibi dillerden alınmıştır.Kendi kelime hazinesi ise yüzde 15 kadardır.Türkçe ise en az 10 bin sene işlenmiş köklü, düzenli ve sağlam bir dildir. 18)Bir çok ünlü alim ve bilgin Türkçe’nin güzelliğini ve bu zengin yapısını kavramış olmalı ki en güzel eselerini bu dille vermişlerdir.Dönemlerinin ortak dili olan Arapça’yı da kullanabilirlerdi ancak Türkçe’yi tercih ettiler.Kimdi bunlar;Yunus Emre-Divan, Hoca Ahmet Yesevi-Divan, Hacı Bektaşı Veli-Nefesler, Nazım Hikmet, Orhan Pamuk, Atilla İlhan, Nurullah Genç, Ahmet Turan Alkan, Yahya Kemal, Tevfik Fikret, Necip Fazıl ve daha binlerce ismi aklımıza gelmeyen farklı görüşlerin temsilcileri, güzel Türkçe’mizi kullanmışlar bu dili bütün dünyaya tanıtmışlardı.İleride göreceğiz ki bu dille yazı yazmak bütün dünyada revaç bulacak, insanlar akın akın Türkçe kurslarına gidip Türkçe’yi öğrenecekler… 19)İngilizce’de Get, have gibi bazı fiiller pek çok anlama gelecek şekilde kullanılabilmektedir. İngilizce konuşan kimseler bu eylemleri çok kullanan kişilere tembel demektedir. Çünkü bu eylemlerin belirsiz olduğu ve gereksiz yere kullanıldığı samimiyetle ifade edilmektedir. Bu eylemler kullanıldığında farklı anlamalara yol açabilmektedir. Şu anda yaşayan İngilizce’de bu eylemler sıklıkla kullanılmaktadır.Türkçe’mizde ise her bir eylem yerli yerinde ve karışıklığa mahal vermeyecek şekilde kullanılmaktadır. Belki de İngiliz toplumunun bu tarz tembelliği gösteren eylemleri kullanmalarının sebebi, maddi yönden yaşadıkları refah seviyesidir.Türkçe’miz bu tür eylemlerden uzak kalarak, anlamda bir açıklık ve kesinlik sağlamıştır. 20)Türkçe’mizde kelimeler çok az değişime uğrar.. Bilhassa fonetik yönden bu değişmeler çok az seviyededir. Bilhassa kitap ve yazın Türkçe’sinde bu değişimler oldukça az durumdadır. Ancak Hint-Avrupa dillerinde bu değişim had safhadadır.İngilizce’deki ya da Fransızca’daki gibi kelimelerin oldukça farklı seslere dönüşmesi örnekleri Türkçe’mizde görülmez. 21)Türkçe’mizde istisna yok denecek kadar azdır.Her istisna da ayrı bir kuralın, düzenin başlangıcını gösterir.Türkçe’miz devamlı düzene ve güzelleşmeye doğru ilerlemektedir. 22)Türkçe’mizde diğer pek çok dilin aksine akraba adları detaylı bir şekilde mevcuttur.Özellikle, ağabey, abla, kardeş, bacı, teyze, yeğen, kuzen, amca, dayı, hala gibi pek çok akrabalık adları Türkçe’yi konuşan toplumların akrabalığa verdiği önemi açıkça göstermektedir. Bu durumda Türkçe akrabalar arası muhabbetin ifade edilmesi açısından en uygun dillerden biri olarak karşımıza çıkmaktadır. 23)Orhun abideleri gibi eski Türk anıtlarını incelediğimizde o dönemlerde kullanılan pek çok fiilin şu andaki Türk lehçelerinde de yaşadığını görmekteyiz. Hatta binlerce yıl önce konuşulan Türkçe’nin ek sistemiyle şu anda konuşulan Türkçe’nin ekleri genelde değişmemiş aynı veya benzer durumda gözükmektedirler.Türkçe’nin bu kelime ve ekleri muhafaza etmesi, bu dilin kurallılığının ve sağlamlığının açık bir tezahürü olarak gözükmektedir.Ama pek çok Hint Avrupa dilinde bildiğimiz gibi fiiller değişik zaman çekimleri esnasında bile değişebilmekte, aslıyla hiç ilgisi olmayan konuma girmektedirler. 24)Türkçe’miz yapım eklerinin yoğunluğu bakımından Hint Avrupa dillerinden ayrılır.Yapım ekleri sayesinde çok kolay bir şekilde bir kelime başka bir anlamı karşılayacak şekle dönüştürülebilmektedir. İngilizce’de ly, ness, less gibi sınırlı sayıda işlek yapım eki varken Türkçe’mizde yüze yakın yapım eki kullanılmaya hazır bir durumda tazeliğini muhafaza etmektedir. Antik çağlarda yaşamış pek çok felsefeci Hint Avrupa dillerini incelemiş, kendi dillerinin düzensizlikleri karşısında mantıklı ve düzenli dili oluşturma gayretine girişmişlerdir.Onları en çok zorlayan konulardan birisi de dillerindeki fiillerin ve kelimelerin düzensiz bir biçimde türemeleri olmuştur.Bu felsefeciler dillerindeki bu eksikliği gidermenin yapım ekleri kullanarak mümkün olacağını ifade etmişlerdir.Aslında o dönem felsefecisinin Türk dilini arzuladığını da söyleyebiliriz. 25)Türkçe’de birleşik zamanların oluşturulması oldukça kolaydır.İki zaman eki yan yana sırasına uygun bir şekilde kullanılıverir ve mesele hallolmuş olur.Ancak İngilizce gibi bazı dillerde yardımcı fiil kullanılma zorunluluğu vardır.Türkçe’de ikinci bir zaman ekinin eklenmesini sağlayan i- yardımcı fiili düştüğünden bu eklerin birbirine hiçbir kelime yardımı olmadan eklenmesi Türkçe’nin devamlı düzene doğru yürüyecek şekilde programlandığının açık bir kanıtı gibidir. Ben geliyordum. I was coming. 26)Türkçe’miz dünya dilleri içersinde bilinen en eski dillerden birisidir.Ve bu özelliğiyle hiçbir etki altında kalmadan kendi seyrinde gitmesini bilmiş müstesna dillerden birisidir.Prof. Dr. Osman Nedim TUNA pek çok ikna edici delile dayanarak Türkçe’nin en asgari 8.500 yaşında olduğunu hesaplamıştır.Onun en büyük delillerinden biri Sümer yazıtlarında oldukça yoğun bir şekilde bulunan Türkçe kelimelerdir.Bu bulgulardan yola çıkan bilgin Türkçe’nin en az 8.500 yıl öncesine uzanan bir geçmişi olduğunu ispat etmektedir.İngilizce gibi diller ise en çok 600-700 sene mazisi olan dillerdir.Türkçe gibi köklü bir geçmişi olan bir dil, elbette bu yönüyle de pek çok dilden üstündür. 27)Prof. Dr. Oktay SİNANOĞLU “Bye Bye Türkçe” adlı eserinde Türkçe ve Japonca arasındaki ilişkilere değinmiştir.Türkçe ve Japonca arasındaki benzerlikler oldukça şaşırtıcıdır.Bu Türkçe’nin çok köklü bir dil olduğunun başka bir kanıtıdır.Yine Profesör Elövset Zakiroğlu ABDULLAYEV “Türk Dillerinin Tarihsel Gelişme Sorunları” adlı eserinde Türkçe’nin Ermeni dilini pek çok yönden etkilediğini ve değişime uğrattığını reddedilmesi imkansız delillerle ispat etmiştir.Türkçe’nin Arapça’yı, Farsça’yı ve hatta İngilizce’yi de etkilediği aşikar bir gerçektir.Şu anda Arapça , Farsça ve İngilizce’de pek çok Türkçe kökenli kelime mevcuttur.Biz örnek olması açısından İngilizce’deki Türkçe bazı kelimeleri kitabımızın ileriki sayfalarında sizlerle paylaşacağız. 28)Türkçe, edebiyat dili olmak için de oldukça elverişli bir dildir.Türkçe’de nazma benzeyen atasözü, deyimler hazinesi oldukça zengindir.Hatta Orhun abidelerini inceleyen bazı bilginler, bu abidelerdeki yazıların Şiir olabileceğini söylemişlerdir. Türkçe’nin şiirsel üslubundan kaynaklanan bu durum, güzel Türkçe’mizin şiirselliğini gösteren bir örnektir.Asırlardır güzel Türkçe ile yazılmış eserler, tüm dünyada Türkçe’nin yayılmasına katkı sağlamışlardır. 29)Türk dili gibi, konuşanlarının sosyal yaşantısını aksettiren dil yok gibidir.Orhun abidelerindeki Türkçe incelendiğinde ses yapısı itibariyle bu kitabelerdeki dilin göçebe ve savaşçı bir topluma ait olduğu gözükmektedir.Bu abidelerde oldukça fazla kullanılan k, t, d, g gibi sesler bize bir savaştaki kılınç seslerini, atların nal seslerini hatırlatmaktadır.Ayrıca bu ve benzeri sesler Türkçe’ye ayrı bir azamet katmaktadır.Ancak zamanla toplumsal yapının değişmesi ile birlikte Türkçe’de de bazı değişimler olmuş ve böylelikle Türkçe yeri geldikçe oldukça yumuşak,yeri geldikçe oldukça sert bir dil ola gelmiştir.Şimdi gayet yumuşak ifadeleri içeren bir örnek yazarak Türkçe’nin bu güzelliğini ortaya koymak istiyorum. “ Seni tüm benliğimle sevdiğimi sana söylemek ve ruhumun derinliklerinde saklı mücevherleri senin yüreğine hediye etmek istiyorum.” Bu cümle incelendiğinde görülecektir ki ,gayet yumuşak ifadeler kullanılmıştır sevgiyi ifade etmek için..İstenilse bu cümle daha da tatlı seslerle daha da kulağa güzel gelecek şekilde kullanılabilirdi.Fakat içinde tehdit unsurları ve savaş, kavga gibi kavramları içeren bir cümle sert bir ses yapısına sahip görünmektedir. 30)Bir gazetede Sırbistanlı bir bayan Profesörün Türkçe’yi övüşünü ve bu dile olan sevgisini anlatışını okumuştum. Sırpça’da on bin Türkçe kökenli kelimenin var oluşu Sırpları Türkçe’ye ilgi duymaya itmektedir. Osmanlı’nın bu Hıristiyan tebaası bile Türkçe pek çok kelimeyi dillerinde bugüne kadar yaşata gelmiştir. Bugün Sırp gençliği Türkçe’ye büyük ilgi duymaktadır.Hatta bayan Prof. Teosodoviç Üniversite’deki Sırp gençlerin Türkçe şiirlerden çok hoşlandığını, bu dilin müzikalliğine hayran kaldıklarını ifade etmektedir.Bu da Türkçe’mizin apayrı bir güzelliğini de ortaya çıkarmaktadır. “Acun Firarda” adlı programda bir yabancı bayan, Acun’a “Konuştuğu dilin kulağa çok hoş gelen bir dil olduğunu, tebessüm etmesinin nedeninin de bu olduğunu” açık yüreklilikle ifade etmişti.Dilimiz gerçekten başka dilleri konuşanların da samimi itiraflarıyla kulağa hoş gelen, düzenli bir dildir. 31) Türkçe binlerce yıllık geçmişi olan ve halen de canlı olan bir dildir.Vaktiyle tüm dünyaya yayılan bu dil, bugün de Adriyatik’ten Çin seddine kadar yüz milyonlarca insan tarafından konuşulmaktadır.Düzeniyle, yaygınlığı ve canlılığıyla bu dil Dünya Dili olmaya aday dillerdendir. 32)Türkçe’deki ünlü seslerin zenginliği dikkat çekmektedir.Bu ünlüler dilimize ayrı bir güzellik katmaktadır.Türkçe konuşanlar başka dillerdeki ünlüleri seslendirmekte zorlanmazlar.Pek çok Hint Avrupa dilinde olmayan ö, ü, i gibi ünlüler gerçekten dilimize bir ayrıcalık katmaktadır. 33)Türkçe’mizde başka dil mensuplarının söylemekte zorlanacağı şekilde yan yana iki sessiz bulunmaz.Hint Avrupa dillerinde bulunan tren, global gibi kelimelerdeki yan yana gelen sessizlerin benzeri bir uygulama dilimizde yoktur. 34)Kafkas dilleri gibi bazı dillerde o derece fazla sessiz harf vardır ki, başka dil mensupları bu derece yoğun sessizleri çıkarmakta zorlanmaktadır.Bu gibi dillerdeki bu özellik, bu dillerin öğrenilmesini zorlaştırmaktadır.Türkçe’mizdeki ünsüz sesler ise tüm dünya dillerinin genelinin ses sistemlerinde var ola gelen seslerdir.Bu nedenle Türkçe’de telaffuzu çok zor bir ünsüz sese rastlanmaz.Bir dili dünya dili yapan özelliklerden biri olan bu özellik, dilimizin ses yapısının öğrenilmesini oldukça kolaylaştırmaktadır.Hatta aslen Türk olan pek çok dilbilimci Arapça, Farsça gibi dilleri o dilleri konuşanlardan daha iyi konuşmuşlardır.Mevlana, Zemahşeri, Fahreddin Mübarekşah gibi pek çok Türk ilim adamı Arapça ve Farsça gibi dilleri çok iyi öğrenmişler ve kullanmışlardır.Onların bu dilleri bu denli iyi öğrenmelerinde Türkçe’mizin az önce zikrettiğim özelliklerinin de büyük payı olmuştur.Şu anda da başka ülkelerde yaşayan vatandaşlarımızın, yabancı dilleri o ülke vatandaşlarından daha iyi ve daha düzenli konuştuğu da bir gerçektir.Erovision şarkı yarışmasında İngilizce şarkı ile aldığımız birincilik ödülü, biraz da bu dilin Sertap Erener tarafından iyi kullanılmasının şerefine olmuş olabilir. 35)Kaşgarlı Mahmud gibi bir Türk bilgini daha 11.asırda Türkçe’deki kelime dağarcığının on bin civarında olduğunu, bu kelimeleri tek tek derleyip Divan-ı Lugat-it Türk adlı eserine alarak ispat etmiştir.Bu alim o dönemin şartlarına göre yaptığı araştırma ve incelemelerle 7.500 civarında kelimeyi lügatine alabilmiştir. Ancak kaba bir tahminle halk arasında kullanılan bu kelime sayısının en az on bin civarında olduğunu söyleyebiliriz. Hatta Türkçe’miz daha 5 ve 6. yüzyıllarda Ermenice gibi dilleri etkilemeye başlamış bu dile daha o dönemlerde kelimeler vermeye başlamış müstesna bir dildir.Bu günkü Ermenice’de Türkçe kökenli binlerce kelimenin olduğu da Ermeni dil bilginlerince de bilinen ve kabul edilen bir gerçektir. Oğuz Düzgün Politik ve ideolojik anlayışa dayanan “tasfiyeci-uydurmacı” dil anlayışı, -Millî duygu ve şuur eksikliği, -Okullarımızdaki Türkçe eğitim ve öğretiminin yetersizliği, -Basın–yayın organlarının dili önemsemeyen tutumları, -Yabancı dil hayranlığı ve yabancı dille öğretim, -Yabancı kültürlerin baskısı, -“Türkçeleşme” Adına Kelime Uydurmacılığı -Kelimelerin Uygun ve Doğru Seçilmemesi - Bazı Yardımcı Fiillerin Yanlış Kullanılması - Bazı kelimelerin söyleniş ve İmlâsındaki Yanlışlıklar - İsim ve Sıfat Tamlamalarının Bozulması http://turkoloji.cu.edu.tr/YENI%20TURK%20DILI/karaagac_01.pdf http://turkcesivarken.com/yazismalik/index.php?topic=5706.10;wap2 http://www.aksiyazar.com/turkcenin-zenginligi.html