18 Ocak 2018 Perşembe

İZHAR ETMEK sirkatini izhar etmek Bir Düşünce İzhar Etmek

https://twitter.com/kanaryamfenerli _/\/\____________/\/\_____________ KANARYAM █▓▒░▒▓█ FENERLİ ¯¯¯¯¯¯\/\/¯¯¯¯¯¯¯¯¯\/\/¯¯¯¯¯¯¯¯¯ izhar (İZHAR) Belirtme, gösterme, açığa vurma. Manifestation. Display. Showing. "şecaat arzederken merd-i kıpti sirkatin söyler." (ragıp paşa) merdi kıpti şecaat arzederken sirkatin söyler. çingenenin merdi, kendini överken hırsızlığını söyler başka bir deyişle mert çingene hırsızlığıyla övünür, demektir. övünülmiyecek şeylerle övünülmez anlamında kullanılır(dı/mış). hababam sınıfının edebiyat dersinden bir replik. zühtü hoca, söylediği: tizi reftar olanın pâyine damen dolaşır mısralarının tekrar edilmesini istediğinde tulum hayri'den aldığı cevap: teyzesi defterdar olan faytonla damda dolaşır Zühtü Hoca:tizi reftar olanin payine dagmen dolasir Tulum Hayri:teyzesi defterdar olan faytonla damda dolaşır Zühtü Hoca:süzme ruhini pahidarın müjgan müjgan üstüne Güdük:kış geliyor ört hocam yorgan yorgan üstüne Zühtü Hoca:vechi hurşidinize münevver demişler İnek Şaban:aman kaçalım hocam..bekçi hurşitin eline lüverver vermişler yakalarsa sizide vurur benide. beyitin orijinali: tizi reftar olanın pâyine damen dolaşır erişir menzili maksuduna aheste giden perdedar-ı mikuned der kasrı kayser ankebut bu növbet mizenet der tarım-ı afrasyab (harekette acele edenin ayağı eteğine dolaşır ulaşır istediği hedefe yavaşça ilerleyen) Riyâzüs Salihin Şerhi 44.Bölüm Alimlere` Yaşlılara` Fazilet Sahiplerine Hürmet` Bunlari Diğer Kimselere Takdim Etmek Mecliselerde Onları üstün Tutmak Ve Seviyelerini İzhar Etmek (Ortaya Koymak( Hakkindadir Belirme, açığa vurma. İzhar etmek: (Arapça) Açığa vurmak, belirtmek, göstermek. Önce Yıldırım Bayezid Hân, babasından müsaade isteyip görüşlerini izhar etti. Sonra Evranos Bey, Ali ve Timurtaş Paşa'lar da tek tek görüşlerini izhar ettiler. Şecaat arz ederken sirkatini izhar etmek izhar etmek anlamı--açığa vurmak, belirtmek, göstermek: "Ayrılırken tekrar görüşmek arzusunu kuvvetle izhar ettiler." -P. Safa. izhar etmek eş anlamlısı-belirtmek-- (-i) Açıklamak, tebarüz ettirmek: "Üzüntülerini, kırgınlıklarını dudak büküp susarak belirtir." -N. Cumalı. göstermek (-i) 1. Birini veya bir şeyi işaretle belirtmek: Vitrindeki oyuncağı parmağıyla gösterdi. 2. (-i, -e) Görülmesini sağlamak, görmesine yol açmak: Size kitaplarımı göstereyim. 3. Belirtmek, anlatmak: Bu söz onun iyi niyetini gösteriyor. 4. (-e) Bir şeyin etkisi altında tutulmak: Güneşe göstermek. Aleve göstermek. 5. (-e) Kanıtla inandırmak: Bunun böyle olduğunu size göstereceğim. 6. (nsz) Öğretmek, açıklamak: Yol göstermek. 7. (-e, nsz) Yapmasını söylemek, görevlendirmek: Size ne iş gösterdiler? 8. Güzelliğini ortaya çıkarmak, temsil etmek: "Bu seni ablandan daha şirin gösteriyor, emin ol!" -R. N. Güntekin. 9. Herhangi bir biçimde değerlendirmeye yol açmak: Gerçekleri çarpıtarak gösteriyor. 10. (nsz) Görünmek, benzemek. 11. (yar) Etmek: İtaat göstermek. Dayanışma göstermek. 12. (-e) mec. Sert bir biçimde karşılık vermek: "Anası da babasının küfürlerini tekrarlıyor, evde ona göstereceğini söylüyor, gözlerini açıyor, başını sallıyordu." -Ö. Seyfettin. Bir Düşünce İzhar Etmek Gülmek; yüzünüzde güller açması demek. Gülmek;sevgiyi sevilene izhar etmek. Gülmek;gönül kalelerini silahsız fethetmek.Gülmek yakışırdı Efendime!...Surat asmak Ebu Cehillerin olsun!...Mümin gülümseyen, güldüğünde simasındaCemalullah seyredilen insandır.Lütfen gülümseyiniz! Yere teşrîfin haber verdikte ey âl-i cenâb Dedi hasretle felek “Yâ leytenî küntü türâb” (Sezâyî-i Gülşenî Hz.) Teşrif: Şeref verme Âl-i Cenâb: Yüce yaratılışlı Felek: Gökyüzü “Yâ leytenî küntü türâb”: Ah keşke toprak olsaydım * * * Seni seyr itmek içün reh-güzer-i gülşende İki cânibde durur serv-i hırâmân sâf sâf (Bâkî) Reh-güzer-i Gülşen: Gül bahçesinin yolu Cânib: Yan; taraf Serv-i Hırâmân: Selvi ağacı * * * Yoluna cânâ revân etsem gerek cânım dedim Yüzüme bin hışm ile bakdı dedi cânın mı var (Zâtî) Cânâ: Sevgili * * * Ağlatmayacakdın yola bakdırmayacakdın Ol va’de-i tekrâr-be-tekrârı unutma (Esrâr Dede) Va’de: Vaad Tekrâr-be-Tekrâr: Tekrarlanarak * * * Tîz reftâr olanın pâyine dâmen dolaşır Erişir menzil-i maksûduna âheste giden (Hâtemî) Tîz-reftâr: Hızlı yürüyen Pây: Ayak Dâmen: Etek Menzil-i Maksûd: Arzu edilen yer * * * Tehammül mülkünü yıkdın Hülâgû Han mısın kâfir Aman dünyâyı yakdın âteş-î sûzan mısın kâfir (Nedîm) Âteş-i Sûzan: Kül edici ateş Kâfir: (bu şiirde) Sevgili * * * Geçmiş zamân olur ki hayâli cihâne değer * * * Dil harâb-ı aşkınam sensin sebeb berbâdıma Bir tesellî ver gelüb bârî dil-i nâ-şâdıma Taş mıdır bağrın ki gelmezsin benim imdâdıma Dîni ayrı kâfir olsa rahm eder feryâdıma (Enderûnî Vâsıf) * * * Körfezdeki dalgın suya bir bak göreceksin Geçmiş gîcelerden biri durmakda derinde Mehtâb iri güller ve senin en güzel aksin Ve’l-hâsıl o rûyâ duruyor yerli yerinde (Yahyâ Kemâl) * * * Güllü dîbâ giydin ammâ korkarım âzâr ider Nâzenînim sâye-i hâr-ı gül-i dîbâ seni (Nedîm) Dîbâ: Elbise Nâzenîn: Nâzik yapılı Sâye: Gölge Hâr: Diken * * * Muhabbetten Muhammed oldu hâsıl Muhammed’siz muhabbetten ne hâsıl? * * * Bed-asla necâbet mi verir hiç üniforma Zerdûz palan ursan eşek yîne eşektir (Ziyâ Paşa) Bed: Kötü Necâbet: Soyluluk Zerdûz: Altın mâdeninden Ursan: Vursan * * * Eskimişdir güzelim kıssa-i Kays u Ferhad Kendimizden yeni efsâneler îcâd edelim (Atâyî) Kays: Mecnûn’un gerçek ismidir * * * Göricek yaşımı nâz ile salınır ol yâr Cûyibâr ile bulur serv-i hırâmân revnâk (Avnî – Fâtih Han) Cûybâr: Nehir Serv-i Hırâmân: Salınan selvi Revnâk: Canlılık, parlaklık * * * Fânîst cihân der o vefâ nîst Bâkî heme Ost cümle fânîst (Bâkî) “Dünyâdaki her şey geçicidir ve hiçbir şeyinde vefâ yoktur. Bâkî olan yalnızca O’dur, gerisi fânîdir.” * * * Biş nevez ney çün hikâyet mî kuned Ez cüdâyiha şikâyet mî kuned (Hz: Mevlânâ) “Ney’i dinle, neler anlatıyor O ayrılıklardan şikâyet ediyor” Kurtulamam üç nesnenin elinden; Biri firkat,biri gurbet,biri aşk... Üçü bilmez birbirinin hâlinden; Biri firkat,biri gurbet,biri aşk... "Can verme gam-ı aşka ki aşk afet-i candır Aşk afet-i can olduğu meşhur-u cihandır" Fuzuli "Tîz-i reftâr olanın pâyine damen dolaşır Erişir menzil-i maksuda aheste giden" (acele edenin eteği ayağına dolaşır aheste giden amacına ulaşır) "Nush ile yola gelmeyeni etmeli tekdir tekdir ile uslanmayanın hakkı kötektir" Nush : öğüt tekdir : ikaz , uyarı Z.PAŞA "Nerden gelir yolun senin ya nere varır menzilin Nerden gelip gittiğini anlamayan hayvan imiş" Niyazi-i Mısri "Sağı solu gözler idim dost yüzünü görsem deyû Ben taşrada arar idim ol cân içinde cân imiş" deyû : diye Niyâzî-i Mısrî Elem bahçesinde çiçekler dermiş, Gül ile dikeni birlikte sevmiş, Pazarlıksız cânı, Cânan’a vermiş, Yâr'ını ağyârdan,seçen Fuzuli... "Bulamadım dünyada gönüle mekan Nerde bir gül bitse etrafı diken" Sümmani Vâiz'in nâr-ı cehennem dediği firkât imiş.. Gören sanır ki safâdan semâ-ı râh ederim Döner döner kûy-i yâre âh ederim... Esrar Dede'mmm... "Derdim nice bir sînede pinhân ederim ben Bir âh ile bu âlemi vîrân ederim ben" Nef'i pinhan : Gizli "Ey fitnesi çok kavli yalan yandım elinden, Bir nâz ile bin gönlüm alan yandım elinden" AHMED PAŞA KAVL : SÖZ " Aşk derdiyle hoşem el çek ilacımdan tabib Kılma dermân kim helâkim zehri dermânındadır" Fuzûlî (Ey tabip! Ben aşk derdinden memnunum. Beni iyileştirmekten vazgeç.Derdime derman arama.Çünkü senin ilacın beni öldüren bir zehirdir...Senin vereceğin ilaçlar benim hastalığımı iyileştirmez, benim ilacım yalnızca sevgilidedir ve ben bu dert ile hoşum) "Canımı canan eğer isterse minnet canıma Can nedir kim kurban etmeyem cananıma" Fuzûlî (sevgili benden canımı isteyecek olursa, canıma minnet, can dediğin nedir ki onu cânânıma kurban etmeyeyim ? ) "Yârun ayağı tozuna kıymet cihân gerek Belki cihân ne nesne ola baş u cân gerek " Adnî "Yemez içmez melektir sanki askerler çırılçıplak Şehîd olmak için bîçâreler dönmez azîmetten " "Yârdan mehcûr iken düşdük diyâr-ı gurbete Dehr gösterdi yine hicrân hicrân üstüne" (Sevgiliden ayrı kalmıştık, bir de gurbetlere düştük. Felek bize hicran üstüne hicran gösterdi ) (birinci hicran sevgilinin ayrılık azabı, ikincisi de gurbet elemidir) "Kimsesiz hiç kimse yok her kimsenin var kimsesi Kimsesiz kaldım yetiş ey kimsesizler kimsesi" Rûşeni YADA fATİH Hastalık, sevgisizlik, öksüzlük... Neler geçirdim ben! Çıkabilseydi bir, "güzel" diyecek. Güzelleşirdim ben! cAHİT sITKI Elemin Kays'a kıyâs etme dil-i mahzûnun Yok idi aklı ne derdi var idi Mecnûn'un... "Derman aradım derdime derdim bana derman imiş Bürhan aradım aslıma, aslım bana bürhan imiş" Niyâzî-i Mısrî Bürhan : Delil "Işk derdinin devâsı terk-i cân etmektedir " Terk-i cân derler bu derdin mu'teber dermânına" FUZULİ ( Aşk derdinin devası canı terk etmektir , ancak ölüm bu dertten kurtarır, bu derdin işe yarayan , kabul gören dermanına canı terketme derler ) "Hoşça bak zâtına zübde-i âlemsin sen Merdüm-i dîde-i ekvân olan âdemsin sen " Şeyh Galib "Değerli özüne hoşca bak ki sen alemin hülasası ve özüsün..Kainatın gözbebeği olan insansın sen" "Efendi âh eder ağlatma 'âşıkı zinhâr Zemîni yaşı deler âhı âsumâna çıkar" EMRî (Efendi sakın ha aşığı ağlatma , zira onun gözyaşı zemini deler , ahı gökyüzüne ulaşır" "Kendi elimle yâra kesip verdiğim kalem Fetva-yı hûn-ı nâ-hakımı yazdı ibtidâ " (SULTAN III.SELİM ) (Kendi elimle kesip sevgilime verdiğim kalem , ilk olarak benim nâhak yere ölüm fetvamı yazdı ) "Senin mihr ü vefâ gösterdiğin ağyâra çok gördüm Galattır kim seni bî-mihr okurlar bî vefâ derler" FUZULİ ( Senin vafasız ve muhabbetsiz olduğunu söylemeleri yanlıştır, zira ben senin ağyara , yani benden başka herkese muhabbet ve vafa gösterdiğini çok gördüm ) "Arz-ı hal etmeğe cana seni tenha bulamam Seni tenha bulıcak kendimi asla bulamam" (Selikî) (Ey sevdiğim) halimi sana arz etmek için, seni yalnız göremiyorum, seni yalnız gördüğüm zaman ise kendimi orada göremiyorum ! ( Senin yanında geldiğim vakitlerde dilim tutuluyor, adeta buharlaşıyorum) "Sağı solu gözler idim dost yüzünü görsem deyû Ben taşrada arar idim ol cân içinde cân imiş" Niyâzî-i Mısrî yare açık yare yare açmaya ne hacet feryadım duyulur aşikare dile dökmeye ne hacet güllerim döndü hare hare küsmeye ne hacet dil avare dudak bi çare parelenmeye ne hacet Nefsin nefesini kesmezseniz,nefis ve şeytan bir gün keser sizin nefesinizi.. RE: Enfes Beyitler...Şiirler "Gice gündüz işüm âh u zâr u efgân oldı gel Bu benüm dîvâne gönlüm gel ki vîrân oldı gel" Kırımlı Selim Divane "Âşıkın ancak murâdı dostunun maksûdudur Çekse de bin derd ü mihnet hep sebât etmek gerek" "Zülfüne dil vermeyen bilmez gönül ahvâlini Anlamaz hal-i perişanı perişan olmayan" Ziya Paşa "Gözümün nûru ve gönlümün sürûrudur kapın Hasta gönlüm çâresisin derdimin dermânısın" Necati Bey "Yâ Rab ol düşman bakışlu yara n'itdüm n'eyledüm Sevdüğümden gayrı ol dil-dâra n'itdüm n'eyledüm" Necati "Dün gice deryâya düşdüm düşde gark oldum sanup Uyanup gördüm gözüm yaşı imiş deryâ meğer" Cem Sultan "Görmedim gül yüzünü âh u figân etmedeyim Akıdıp göz yaşımı dert ile nâlân olayım" Şanlıurfalı Lütfî nalan= ağlayan , sızlayan "Aşkta kanun imiş âşıklara cevr eylemek Âşık oldur kim cefâ-yı yâre sabretmek gerek" Adile Sultan "Yanayım mı hasretinden geçeyim mi ülfetinden Hele derd ü firkatinden sana bin şikâyetim var" Enderunlu Vasıf Efendi "Ben yitirdim ben ararım yar benimdir kime ne Gah girerim öz bağıma gül dererim kime ne " Nesimi "Nesimi'ye sordular ki yarin ile hoş musun Hoş olayım olmayayım o yar benim kime ne " "Fuzûlî rind-i şeydâdır hemîşe halka rüsvâdır Sorun kim bu ne sevdâdır bu sevdâdan usanmaz mı " (Fuzûli çılgın bir divanedir , her zaman halka karşı rezil rüsva bir durumdadır, ona sorun ki bu ne biçim bir sevdadır ki bu sevdadan usanmıyor ) "Dimezem vuslat ümîdiyle beni şâd eylegil Razıyam cevr ü cefâ kılmağ içün yâd eylegil " (Fatih Sultan Mehmet ( AVNİ ) ( Ey sevgili sana demiyorum ki beni vuslatının ümidi ile sevinçlere gark et! Eziyet ve cefa etmek için bile hatırlayıversen buna da razıyım ) "Yâ Râb belâ-yı aşk ile kıl âşinâ beni Bir dem belâ-yı aşktan etme cüdâ beni " Fuzûlî "Yandurmağuma yeter hayalün Yohdur mana tâkat-i visâlün" Fuzulî ( Ey sevgili ! Benim ruhumu yakmak için hayalin yeter de artar bile..Çünkü senin visaline ermeye bende takat kalmamıştır ) "Vefâ görmedin ölürsem eğer ben gül-'izarumdan İrişe dem-be-dem bûy-i vefâ hâk-i mezârumdan" AVNİ "Eğer ben o gül yanaklı sevgilimden vefa görmeden ölürsem , toprağımdan devamlı olarak etrafa vefa kokusu yayılır..." : sevgiliden göreceği vefa ve bağlılığın hasreti ile yaşayan aşığın varlığına işleyen bu duygu , ölümü ile birlikte toprağa karışacak ve mezarının üzerinde biten otlara ve çiçeklere geçerek buradan etrafa yayılacaktır... "Göz gördü gönül sevdi seni ey yüzü mâhım Kurbânın olam var mı benim bunda günâhım" Nahîfî Padişah-ı âlem olmak bir kuru kavga imiş Bir veliye bende olmak cümleden âlâ imiş (Yavuz Sultan Selim) şöyle gird olmuş Firengistan birikmiş bir yere sonra gelmiş gûşe-i ebrûda hâl olmuş sana... Nedim Firengistan(güzelleri)bir yerde toplanmış,sonra kaşının köşesinde ben olmuş sana.. Firengistan'dan murat;Galata'dır.O dönemlerde en güzel kızlar Galata'da bulunur.Özellikler Hristiyan güzeller.Yani şair diyor ki bütün Hristiyan güzelleri bir araya toplansa senin ancak bir ''ben''in edebilir. Şairin özellikle Firengistan kelimesini tercih edişinin bir başka sebebise;bilindiği gibi Firenk gayr-i müslimler için kullanılan bir tabirdir.''ben''in siyah oluşu ve güzelliği hasebiyle kişiyi yoldan çıkarışı arasında bir münasebet kurulur Klasik şairlerce.İslam dışındaki dinlr küfürdür ve küfrün tabiatı siyahtır.Sevgilinin ''ben''i de siyah oluşu,kişiyi küfre götürüşü ve yoldan çıkarışı telakkisiyle özellikle Müslüman değil Hristiyan güzellere benzetilmiştir. Çeşm-i ibretler nazar kıl, bu dünya müsafirhanedir, Bir mukim adem bulunmaz, ne acib bir kaşanedir, Bir kefendir akibet sermayesi şah-u geda, Pes buna mağrur olan, mecnun değil, ya nedir ? ANONİM "Gittin ammâ ki kodun hasret ile cânı bile İstemem sensiz olan sohbet-i yârânı bile" "Çün sana gönlüm mübtela düştü Derd ü gam bana aşina düştü " Niyâzî-i Mısrî Şeb-i yeldayı müneccim muvakkit ne bilir? Müptelâyı gâma sor kim geceler kaç saat” La_Edri (Gecelerin uzunluğunu müneccimle vakti tayin edenler ne bilsin, gecelerin kaç saat olduğunu gam müpteleasına sor) Tahammül mülkünü yıktın, Hülâgü Hân mısın kâfir Aman dünyâyı yaktın, âteş-i sûzân mısın kâfir Düşüp ol cefâ-şiâre, gönül oldu pâre pâre Çekerim gamın ne çâre, geçemem muhabbetim var... Vâsıf Beni candan usandırdı cefâdan yâr usanmaz mı Felekler yandı âhımdan murâdım şem'i yanmaz mı FUZULİ ( Beni canımdan usandıran sevgili bana eziyet etmekten usanmıyor mu, felekler bile âhımdan yanmışken muradımın mumu yanmaz mı ? ) Kamu bîmârına cânân deva-yı derd eder ihsan Niçün kılmaz bana derman beni bîmar sanmaz mı ( Cânân bütün hastalarının dertlerine devâ olurken benim derdime neden dermân olmuyor, yoksa beni hasta sanmıyor mu ? ) Şeb-i hicran yanar cânım döker kan çeşm-i giryânım Uyarır halkı efgânım kara bahtım uyanmaz mı [Ayrılık gecesi canım yanar, ağlayan gözlerim kan(lı yaş) döker. Feryadım halkı uyandırır (da) kara bahtım uyanmaz mı?] Ne beyân-ı hâle cür'et, ne figâna tâkatım var Ne recâ-yı vasla gayret, ne firâka kudretim var Enderunlu Vasıf Efendi ("Ne hâlimi arz etmeye cür'et edebiliyorum, ne de feryat etmeye takatım var. Ne vuslat umudu için gayrete geliyorum, ne de ayrılığa güç yetirebiliyorum.") "Gûl-i ruhsârına karşu gözümden kanlu akar su Habîbim fasl-ı güldür bu akar sular bulanmaz mı " FUZULİ (Gül yanağına karşı gözümden kanlı göz yaşları dökülüyor, sevdiğim ! gül mevsimidir, bu akan sular bulanmaz mı ? ( akan göz yaşlarımın kanlı olması çok normal, çünkü mevsim bahar mevsimidir, yani gül mevsimidir.) Ruhi ile Fuzuli yolda giderlerken, Ruhi yoldaki köpeği işaret ederek 'bu köpek burada Fuzuli' der, ee Fuzuli boş durur mu? bu söze karşılık '" bas kuyruğuna çıksın Ruhi" der ve cevabını yapıştırır "Gâmım pinhan tutardım ben dedîler yâre kıl rûşen Desem ol bî-vefâ bilmem inanır mı inanmaz mı " (Ben gamımı (derdimi) gizli tutardım dediler ki derdini sevgiliye açıkla; ben sevgiliye derdimi anlatsam o vefasız sevgili bilmem bana inanır mı inanmaz mı ? ) "Değildim ben sana mâil sen ettin aklımı zâil Bana ta'n eyleyen gâfil seni görgeç utanmaz mı " ( Ben sana meyilli değildim, benim aklımı başımdan alan sensin, beni ayıplayan gafiller seni gördükleri zaman utanmayacaklar mı ? ) gönder efendi sîneme tîr-i belâlarun olsun siper beâlarına mübtelâlarun... BakÎ söylesem tesiri yok;'sussam gönül razı değil... cânı kim cananı içün sevse cânânın sever cânı içün kim ki cânânın sever cânın sever Gülüm şöyle gülüm böyle demektir yâre mu’tâdım Seni ey gül sever cânım ki cânâne hitâbımsın... Nedim "Âvâzeyi bu âleme Dâvud gibi sal Bâki kalan bu kubbede bir hoş sada imiş" Baki (Âvâzeyi Hz Davud (a.s) gibi salmalı bu dünyaya, bu kubbede ebedi olarak sadece hoş bir sada kalır..) yani bu dünyada bizden geri sadece söyleyeceklerimiz kalacak.. Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi kanuni MUHİBBİ "Akar yaşım sele benzer ömür geçer yele benzer Güler yüzün güle benzer ne bilsin geçe bu çağlar" ( Yunus Emre ) "Allâh adın zikredelim evvela Vacib oldu cümle işte her kula" Süleyman Çelebi "Şirler pençe-i kahrımda olurken lerzan Beni bir gözleri ahuya zebun etti felek" ( Yavuz Sultan Selim ) ( Aslanlar bile şiddetimden titrerken felek beni bir ahu gözlü güzele karşı aciz bıraktı) Marifet iltifâta tâbidir Müşterisiz metâ zâyidir Lâ-edrî Cihân ârâ cihân içredir ârâyı bilmezler. Ol mâhîler ki deryâ içredir deryâyı bilmezler. Hayali (O balıklar ki, dünyanın cevherinin yine dünyanın içerisinde olduğunu bilmeyen insanlar gibi, denizin içinde denizin ne olduğundan habersizlerdir.) "Süzme çeşmün gelmesin müjgan müjgan üstüne Urma zahm-ı sineme peykân peykân üstüne" Gözlerini süzme, kirpiklerin(göz kapakların) üst üste gelmesin, yaralı olan yüreğime peykânlar ( peykan: ok ucu ) gönderme..Yüreğim senin aşkınla yaralıdır, bir de bakış oklarını bana gönderip sinemi dağlama ) AÇIKLAMA : Divan şiirinde sevgilinin kirpikleri peykâna yani ok ucuna benzetilmiştir, sevgili şaire baktıkça ve gözkapaklarını üst üste getirdikçe şairin zaten yaralı olan yüreği dağlanmaktadır, şair diyor ki, benim sinem zaten yaralıdır, bir de gözlerini süzerek ok üstüne ok vurma bana diyor.. "Kimsenin aybını görüp kılma zinhâr âşikâr Günde yüz bin aybın örterken ilâhe’l- âlemîn " MUHİBBÎ ( Kanuni Sultan Süleyman) ( Alemlerin Rabbi günde yüzbin ayıbını örterken sakın kimsenin ayıbını görüp aşikar etme) " Uyandır çeşm-i cânı hâb-ı gafletten seher hîz ol Çemen bülbülleriyle subh-dem zikreyle Mevlâyı " Bâkî (Seher vakti kalk da can gözünü gaflet uykusundan uyandır , Çemendeki bülbüllerle Mevla'yı zikreyle) Vaslım dilersin çün dedin lutf edeyin olsun dedin ... Yarın dedin birgün dedin ferdalara saldın beni ... berceste: Zahmetsizce hatıra geliveren ve fakat çok kıymetli olan söz. Bu başlık altında sizler de hoşunuza giden şiirleri, beyitleri, rubaileri ama illa eski şiirimize ait örneleri bizlerle paylaşabilirsiniz. Fakir genelde bir beyit(ikilik) yazıp kısaca onun izahıyla yetinecek olsa da sizler kendi paylaşımlarınızda istediğiniz komposizyonda şiirleri bizlere sunabilirsiniz. Kervan kalksın, yol dürülsün. Avâzeyi bu âleme Dâvûd gibi sal Bâkî kalan bu kubbede bir hoş sâdâ imiş Sesi/sözü bu aleme/alemde Davûd peygamber gibi bırak/Davud peygamber gibi söyle. Zira bu gökkubbede sonsuza kadar kalacak olan hoş bir sestir/sözdür. Davûd peygamberin iki özelliği edebiyatımızda ve geleneğimizde çok ön plana çıkarılmıştır. Bunlardan birincisi onun demircilikteki maharetidir. Öyle ki bütün madenler Davûd aleyhisselâmın elinde âdeta hamura dönüşmekte ve o bu hamura istediği gibi şekil vermektedir. Beyitten de anlaşılacağı gibi onun diğer özelliği ise sesinin güzelliğidir. Beyit sonsuza kadar kalacak olanın "hoş sâdâ" olacağını vurgularken sözün güzelini söylemeyi mi kastediyor, yoksa ne olursa olsun söz söylerken dikkatli olmak gerektiğini, kime olursa olsun güzel konuşmak ve söylemenin önemini mi vurgulamaktadır onun yorumunu size bırakıyorum. Yalnız beyitin sahibi olan "Bâkî"nin ikinci mısrada bir söz oyunu yaptığını da dikkatlerinize sunmadan edemeyeceğim. "Bâkî"den sonra bir virgül koyarak beyiti okuyunuz. Zarif ve bilgili bir şairimiz olan Mahmud Abdülbâki, XVI. yy.ın ilk çeyreğinden asrın sonuna dek üreten ve öğreten bir hayat sürmüştür. Osmanlı İmparatorluğu’nun en şaşaalı döneminin, Muhteşem Süleyman devrinin şairi olması da önemini artırmaktadır elbette... \"Sultanüş'şuâra\"nın aşk’ı ve sevgiliyle var olmayı pek güzel anlattığı bir gazelindeki mana limanına demir atalım isterseniz... Zülf-i siyâhı sâye-i perr-i hümâ imiş, İklim-i hüsne ânun içün pâdişâ imiş... (Sevgilinin kara zülüfleri, Hüma kuşunun kanadının talih bağışlayan gölgesi gibi olduğu için, güzellik ülkesinin sultanı da odur. [Hümâ kuşunun ele geçirilememesine yapılan bir gönderme de vardır bu beyitte.]) Bir secde ile kıldı ruh-i âftâbı zer, Hak-i cenâb-ı dost aceb kîmyâ imiş... (Sevgilinin civar toprağının (avlusunun) öyle bir kimyası var ki Güneş oraya bir secde etmekle yanağı hemen kıpkızıl bir altına dönüşüverdi!) Âvâzeyi bu âleme Dâvûd gibi sal, Bâki kalan bu kubbede bir hoş sadâ imiş... (Âlemde sesin Davut gibi çınlasın!.. Gökkubbede baki kalan sadece hoş bir sedadır; kalıcı olan sadece odur.) Görmez cihânı gözlerimiz yârı görmese, Mir'ât-ı hüsni var ise âlem-nümâ imiş... (Sevgiliyi gör(e)mediğimiz vakitler gözümüze hiçbir şey görünmez; hatta, cihan bile! Eğer “Ayine-i Âlem-nüma” [dünyayı gösteren güzellik aynası], diye bir şey varsa, zannımızca o, sevgilinin güzelliğinin aynasından başka bir şey değildir.) Zülfün esîri bâkî-i bîçâre dostum, Bir mübtelâ-yı bend-i kemend-i belâ imiş... (Zülfüne bağlanıp esir olan şu çaresiz Bâki, bu haliyle meğer bir bela kemendinin; yani, zülfünün bağına tutulup kalmış...) IZHAR TECVİD kurallarından biridir. Sözlük anlamı; beyan etmek, açıklamaktır. Tecvit ilminde; her harfi ğunnesiz olarak kendi mahrecine göre çıkarmak, iki harfin arasını ayırmak, uzak tutmak demektir. Izhar harfleri elif, he, ha, hı, ayn ve ğayn'dır. Tenvin (iki üstün, iki esire ve iki ötüre) ve sakin (cezimli) nun bu harflerden önce gelirse ızhar olur. "Men âmene" gibi. Tenvin ve sâkin nun, vav ve ye harflerden önce gelir ve aynı kelimede bulunursa yine "ızhâr" olur. "Kınvânün" gibi. Sakin mim, mim ve be harflerinin dışında bir harfin önüne gelirse yine "ızhâr" olur. "Em lehüm" gibi BÂKİ (1526-1600) 1526 yılında Bursa'da doğan Bâki'nin asıl ismi Mahmud Abdülbâki’dir. Aslında fakir bir ailenin çocuğudur. Babası müezzindi. Çocukluğunda saraç çıraklığı yaptı. Eğitime, ilme olan büyük tutkusu fark edilmeye başlanınca ailesi medreseye devam etmesine izin verdi. Zira, başlarda medreseye kaçak, ailesinden gizli gitmekteydi. Gayretleri ile iyi bir eğitim gördü ve dönemin ünlü müderrislerinden dersler aldı. Eğitimi boyunca şiire olan ilgisi giderek arttı, güçlü kaleminin ünü de yavaşça yayılmaya başladı. Eğitimini tamamladıktan sonra çeşitli medreselerde müderrislik yaptı. Kanunî Sultan Süleyman tarafından İstanbul'a getirtilen şair, hayatı boyunca -çeşitli dönemlerde- devlet hizmetinde bulundu; kadılık, kazaskerlik gibi üst makamlarda görev yaptı. Yaşlılığında Şeyhülislam olmak isteyen Bâki’nin, bu makama getirilmemesine çok üzüldüğü söylenir... Bâki, Saray'a hep yakınlığı olan bir şair oldu. Özellikle Kanunî Sultan Süleyman ile yakın ilişkiler kurdu; Padişah sık sık kendisine iltifat etti. Daha sonra, II. Selim ve III. Murat zamanlarında da hem saraydan hem halktan büyük bir itibar ve ilgi görmeye devam etti... Hemen her toplum ve coğrafyada, hayattayken bu kadar ilgi gören sanatçı sayısı çok azdır. O ise, atalarının yanına gitmeden evvel “Sultanüş'şuâra”, yani \"Şairlerin Sultanı\" unvanına sahip olan ender fanilerdendir. Baki kalan şiir iklimimizdeki “Mahmud Abdülbâki”ye bir kez daha kulak verelim: “Âvâzeyi bu âleme Dâvûd gibi sal, Bâki kalan bu kubbede bir hoş sadâ imiş...” Hadd-i Sirkat Hırsızlık demektir. Mülkiyet hakkına karşı işlenen temel suçlardan biri olan sirkat; başkasına ait bir malı, korunduğu yerden sahibinin bilgisi dışında gizlice almaktır. İslâm'a göre insanın hayatı, ırz ve namusu gibi malı da muhteremdir. Bu nedenle hırsızlık, hem hukuk düzeni açısından suç kabul edilerek cezalandırılmış, hem de dinen ve ahlâken büyük günah ve ayıp sayılmıştır (Mâide, 5/38) İslâm hukûkunda başkasının az veya çok malını gizlice, haksız olarak veya rızâsı olmayarak almak sebebiyle verilen cezâ. Akıllı ve erginlik çağına gelmiş erkek, kadın, köle, efendi, müslüman veya zımmî (müslüman olmayan vatandaş), on dirhem (33 gr. ve 65 santigram) gümüş parayı veya değerinde olan mütekavvim (kıymetli, kullanılması câiz ve mümkün) ve durmakla bozulmayan bir malı, müslüman veya zımmî olan sâhibinin mülkünden dâr-ül-İslâm'da (müslüman memleketinde), hepsini bir defâda gizlice alırsa ve mal sâhibi de dâvâ ederse, hadd-i sirkat uygulanır ve suçlunun sağ eli bilek mafsalından kesilir. İkinci defâ çalanın sol ayağı oynak yerinden kesilir. Üçüncüsünde bir yeri daha kesilmeyip, tövbe edinceye kadar hapsedilir. Hırsızlık, çalanın bir kere söylemesi veya iki âdil erkek şâhidin haber vermesi ile belli olur. (İbn-i Âbidîn) Et, sebze, meyve, süt, odun, ot, kuş, tavuk, kireç, kömür, tuz, saksı, ekmek, her çeşit kitab vb. çalmakla hadd-i sirkat lâzım gelmez. (İbn-i Hümâm) "Akıllı ve ergin (baliğ) bir kimsenin nisab miktarı bir malı bulunduğu yerden çalması"na hırsızlık denir. Cezası Kur'ân-ı Kerîm'de bildirilmiştir: "Hırsızlık eden erkek ve kadının, yaptıklarına karşılık Allah'tan bir ceza olarak ellerini kesin! Allah daima üstündür, hikmet sahibidir" (el-Mâide, 5/38). El kesme cezasının tatbik edilebilmesi için iki âdil şahidin şahitlik yapması ve hakimin de sorgulaması (muhakemesi) neticesinde suçun sabit olduğuna kanaat getirmesi gerekir. Hakim şahitlere sırasıyla: Hırsızlığın mahiyetini, çalınan malın cinsini, kıymetini, nasıl çalındığını, hırsızlık yerini, hırsızlığın ne zaman yapıldığını, malı çalan şahsın kim olduğunu sorar. Hırsızlığın nisabı (el kesme cezasını gerektirecek en az miktarı) Hanefi mezhebine göre on dirhemdir. Cezanın tatbik edildiği dönemdeki dirhemin değeri esas alınır (bk. el-Kâsânî, Bedâyiu's-Sanâyî', VI, 67; Ibnü'l-Hümâm, Fethu'l-Kadîr; IV, 220, 230; Nesaî, Sârık, 10; Zeylaî, Nasbu'r-Râye, III, 359, 360). El kesme cezası tatbikatına örnek olarak ve Allah hakkı olan bu cezada herhangi bir şefaatçının kabul edilemeyeceği konusunda şu hadisi zikredebiliriz: " Mahzum kabilesine mensub bir kadının hali Kureyş (kabilesin)i üzdü. Onlar: Kim Rasûlullah'a (gidip de) bu kadın (a şefaat) için konuşacak' dediler. Bir kısmı da: "Bu işe Rasûlullah'ın sevgili (sahabî)si Üsâme b. Zeyd'den başkası cesaret edemez' dediler. Üsâme (kadına şefaat için) Resûl-i Ekrem'le konuştu. Bunun üzerine Rasûlullah buyurdular ki: "Yüce Allah'ın hadlerinden bir hadd(in yapılmaması) hususunda şefaat mı ediyorsun?" Sonra kalkıp bize bir hutbe irad etti. Daha sonra buyurdu: "Sizden evvelkilerden (şerefli bir kimse hırsızlık yaptığında (suçluyu) bırakırlardı. (Şeref itibariyle) zayıf olan kimse çaldığında haddi tatbik ederlerdi. Allah'a and olsun ki, Muhammed'in kızı hırsızlık yapmış olsaydı elbette onun elini de keserdim " (Eş-Şevkânî, Neylü'l-Evtâr, VII,' 131, 136). Hırs zlık islam hukukunda "sirkat", "hadd-i sirkat", "kat-i sirkat" gibi başlıklar altuıda yer alır. Başkasına ait bir malı, korunduğu yerden sahibinin haberi ve izni olmadan almak bir tecavüzdür. Buna uzanan eli -şartlar gerçekleştiği takdirde- kesmek gerekir. Zira müeyyidenin ağırlığı, cezanın caydırıcılığı topluma huzur ve güven getirir. Kötü niy­etlileri, mütecavizleri, asalakları durdurur. Ancak her hırsızlık el kes­meyi gerektirmez, bazısında ta'zir cezası uygulanır. İslam ülkelerinde islam hukukunun kusursuz uygulandığı za­manlarda diğer suçlarda muazzam bir azalma göze çarptığı gibi hırsızlık suçunun da asgariye düştüğünü görüyoruz. Böylece ağır bir müeyyidenin bir iki kişi hakkında uygulanmasıyla tam bir caydırıcılık hakim olmakta ve azgınları, mütecavizleri durdurmaktadır. Mesela 1964 yılında hac ibadetini yerine getirirken Mekke'de eli kesik bir kişiye rastladık. Geceleyin bir kasayı güçlü bir hamalla bera­ber sırtlayıp götürdükleri tesbit edilmiş ve ikisinin suçu sübut bulunca elleri kesilmiş. Eli kesik zat sarraflık yapıyordu ve hayatından son der­ece memnundu. Suudi ülkesinde başka eli kesik bulunup bulun­madığını sorduğumuzda, "Hayır, sadece ben ve bir de sözünü ettiğim hammal varız" diye cevap verdi. [418] Konuyla İlgili Hadisler Ibri Ömer'den (r.a.) yapılan rivayete göre: "Peygamber (s.a.v.) efendimiz değeri üç dirhem olan bir kalkandan dolayı el kesti." [419] hz. Aişe'den (r.a.) yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:-"Rasulüllah efendimiz (s.a.v.) dinarın dörtte birinden veya daha fazla nisbetinden dolayı hırsızın elini keserdi."[420] Diğer bir rivayette şu lafız kullanılmıştır: "Hırsızın eli dinarırV dörtte birinden dolayı kesilir." Başka bir rivayette; "El ancak dinarır dörtte bir veya daha fazla nisbetinden dolayı kesilir." Bir diğer rivay ette ise: "Dinarın dörtte birinden dolayı el kesin, ondan aşağı nisbetter dolayı kesmeyin." O gün için dinarın dörtte biri üç dirheme tekabül etmekte idi v< böylece bir dinar oniki dirheme karşılık oluyordu.-Onun için Hz. Aişe (r.a.) şöyle demiştir:-- "Kalkan bahasının altında kalan bir nisbetten dolayı el kesil-mez." Bunun üzerine O'na soruldu:-- "Kalkanın bahası nedir?"- - "Dinarın dörtte biridir" diye cevap verdi. [421] A'meş'den, o da Ebu Salih'den, o da Ebu Hüreyre'den (r.a.) rivayet etmiştir. Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz şöyle buyurdu: "ALLAH lanet et sin hırsıza, yumurta çalar eli kesilir; urgan çalar eli kesilir."- Ravi A'meş diyor ki: "Onlar o gün "beyza"dan demir miğfe kasdederlerdi. Çünkü bu kelime hem yumurta, hem de miğfer manâsına gelmektedir. Urgandan ise birkaç dirhem değerin-d olanı kasdetmişlerdir." [422] Müctehidlerin İstidlalleri HANEFİLER göre, sirkat (hırsızlık) sözlükte, bir şeyi -ister mal, ister başkası olsun- sahibinin izni olmaksızın gizlice almaktır. Şeriatte ise, sirkat iki kısma ayrılır: Zararı sadece mal sahibine ait olan ve bir de hem mal sahibine, hem de kamuya ait olan hırsızlık... Birincisine küçük hırsızlık, ikincisine büyük hırsızlık denir. Hırsızlığın had cezasını gerektirmesi için, hırsızlık yapanın mükellef olması, malı korunduğu yerden gizlice alması ve aldığı malın en az on dirhem, yani yedi miskal ağırlığında ve madrub bulunması gerekir. Gümüş para kullanılmayan yerlerde ise, on dirheme tekabül eden nakit para söz konusudur. O bakımdan madrup basılmamış gümüş on dirhem ağırlığında çalınsa veya çalman bir mal on dirhem basılı gümüşe tekabül et­miyorsa bundan dolayı had cezası gerekmez, ta'zir cezası uygulanır. Aynı zamanda çalman malda hırsızın hiçbir mülkü ve mülk şüp­hesi bulunmamalıdır. Bunun için hırsız dilsiz veya a'ma (iki gözden arızalı) olursa had cezası uygulanmaz. Çünkü dilsizin o malı şüphe ile aldığı» a'manm da bilmeden aldığı ihtimali vardır. Aynı zamanda hırsı­zın mükellef olması şarttır. Deli, çocuk, bunak mükellef sayılmadıkları için hırsızlıktan dolayı had cezası haklarında uygulanmaz. Bunun gibi gizlice alman mal, korunması gereken yerin dışından alınmışsa, bundan dolayı sadece ta'zir cezası'gerekir. Zira bu durumda mal sahibi hırsıza imkan ve cesaret vermiş sayılır. Hırsızlık suçu ya kişinin ikrarıyla veyahut iki erkeğin şehadetiyle sübut bulur. Şehadet üzerine şehadetle sübut bulmaz. Hırsızlık yapan mükellef ister hür, ister köle olsun fark etmez aynı had cezası haklarında uygulanır. Bu ceza da sağ elin bilekten ke­silmesiyle gerçekleşir. [423] ŞAFİLERe göre, çalman maldan dolayı haddin uygulanması için dört şart gerekir: Birincisi, çalınan şeyin dinarın dörtte biri nisbetinde halis altın olması veyahut o kıymette bulunması; ikincisi, çalman malın başkasının mülkü olması; üçüncüsü, çalman malda şüphe bulunma­ması, mesela ana babasına, evladına ait olma şüphesini taşımaması; dördüncüsü, korunması gereken yerden alınıp çalınması... Aynı zamanda hırsızlık yapanın mükellef olması söz konusudur. O sakımdan çocuğun, delinin eli kesilmez. Tehdit edilip zorla hırsızlık yaptırılan şahsın da eli kesilmez. Müslim ve zimmî bu hususta cezada eşittirler. Yani zimmînin malını çalmaktan dolayı müslimin, müslimin malını çalmaktan dolayı zimminin eli kesilir. Hırsızlık davası hakime intikal ettiği takdirde suçun sübutu şu üç şeyden biriyle olur: -a) Hırsızın ikrarı, B) iki erkek şahidin veya bir erkek iki kadının şehadeti, -c) Mal sahibinin davacı olması. Ancak suç zanlısı suçu ikrar ettikten sonra rücu1 ederse kabul efi-lir. Hattâ hakim ona ikrardan rücu1 edip etmeyeceğini sorabilir. Ha&imin huzuruna çıkmadan adamın şurada burada hırsızlık yaptığını ik­rar etmesi yeterli sayılmaz ve o yüzden eli kesilmez. Hakimin huzu­runa çıkartılır, orada da ikrar ederse hüküm kesinleşir. Bu arada şahitlerin gerek çalman mal, gerek çalındığı yer ve vakit hakkındaki ifadeleri arasında tam bir uyum bulunması şarttır. Aksi halde suç sabit olmaz. Hırsızın, suç sübut bulunca çaldığı şeyi geri vermesi gerekir. Mal telef olmuşsa ona zâmin olur ve eli kesilir. İkinci defa hırsızlık suçu sabit olursa sol ayağı bileğinden kesilir. Üçüncü defa sol eli bileğinden kesilir. Dördüncü defa sağ ayağı bileğinden kesilir. Ondan sonra hırsızlığa devam ederse ta'zir cezası uygulanır. Birkaç defa hırsızlık eder, sonra bütün hırsızlıkları mahkemede sübut bulursa hepsine karşılık sadece sağ elinin bilekten kesilmesi yet­erli olur. [424] HANBELİLere göre, de sirkat (hırsızlık) haddi (cezası) kitap, s|ünnet ve icma1 ile sabit olmuştur. Bu mezhebe göre, hırsızın elinin kesilebilmesi için yedi şartın oluşması gerekir: 1- Hırsızlık olayının vuku' bulması, malın gizlice alınması.-2- Çalman malın nisab miktarına ulaşması ki bu dinarın dörtte bi­ridir.3- Çalman şeyin mal olması, alınır-satûır türden bulunması.4- Korunduğu yerden çalınıp çıkarılması.5- Hırsızın mükellef olması.6- Hırsızlığın sübut bulması. 7- Mal sahibinin davacı olması. Suç sübut bulunca hırsızın önce sağ eli bileğinden kesilir. İkinci defa sol ayağı bileğinden kesilir. Üçüncü defa sol eli, dördüncü defa sağ ayağı kesilir. Ondan sonra hırsızlığa devam ederse ta'zir ve hapis cezası uygulanır. [425] Hz. Ali, el-Hasan, Şa'bi, Nahai, Zühri, Hammad, Sevri ve rey ta­raftarlarına göre hırsızın mükerrer hırsızlığından dolayı sadece sağ ile sol ayağı kesilir. Ondan sonra hırsızlığa devam ederse artık eli ve ayağı kesilmez, ta'zir ve hapis cezası uygulanır. [426] Hırsızlık haddi (cezası) hususunda hür erkek, hür kadın, köle ve cariye arasında fark yoktur, hepsi hakkında aynı ceza uygulanır. Hırsız çaldığı malı hakimin huzuruna^ çıkarılmadan satın alır veya İmal sahibi o malı ona hibe ederse, suç sakıt olur, ceza uygulanmaz. Ama mahkemede suç sübut bulunca artık satın almanın veya hibe et-[menin hükme te'sir etmeyeceği kesindir. Çalman mal telef olmamışsa aynen sahibine iade edilir. Telef edil­mişse, o takdirde hırsız ister zengin, isterse fakir olsun onun kıymetini I ödemesi gerekir. Alkollü madde, domuz eti, ölmüş hayvan eti, çalgı aleti gibi har­am bir şeyin çalınmasından dolayı had cezası gerekmez, yani hırsızın eli kesilmez. Ona ta'zir cezası uygulanır. îmam ŞAFİi'ye göre çaldığı çalgı aletlerinin kıymeti nisap miktarım bulursa hırsızın eli kesilir. Babanın ve annenin kendi evladının malını, kölenin de kendi efen­disinin malım çalmalarından dolayı elleri kesilmez. Dört mezhebin de içtihadı bu anlamdadır.Hırsızlık suçu ancak iki şeyden biriyle sübut bulur:-a) Hırsızın iki defa ikrar ve itirafıyla,-b) İki adil şahidin şehadetiyle... Şüphesiz iki şahidin de erkek ol­ması şarttır. Birkaç kişi ortaklaşa hırsızlık yaparlar da çaldıkları malın kıymeti üç dirhemi bulursa hepsinin eli kesilir. İmam Malik ile İmam Ebu Sevr'in de içtihadı böyledir. îmam Sevri'ye, İmam Ebu Hanife ile İmam Şafii'ye göre, çaldıkları maldan her birine üç dirhem kıymetini taşıyacak nisbette isabet ederse, hepsinin eli kesilir. Aksi halde elleri kesilmez; ta'zir cezası uygulanır. Hırsız suçunu itiraf bile etse veyahut iki adil şahit onun hırsızlık yaptığına şehadet bile etse, mal sahibi gelip davacı olmadıkça eli kesil­mez. İmam Ebu Hanife ile İmam Şafii'nin de kavli budur. İmam Malik, mal sahibi davacı olmasa bile hırsızın eli kesilir demiştir. [427] İmam MALİK'e göre, çalman malm kıymeti üç dirhemi bul­duğu takdirde el kesilir. Çünkü gerek Rasulüllah (s.a.v.), gerekse Hz. Osman zamanında uygulama böyle olmuştur. Adam hırsızlık yapar ve mal sahibi onu affettikten sonra başka bir adam o hırsızı hakimin huzuruna çıkartırsa hırsızın eli kesilir mi? İmam Malik, sahibi onu affetse bile, mahkemeye intikal edince hakim onu affedemez demiştir. Hakim şahitler hakkında araştırma yaparken hırsızı gözaltında tutar. Ancak bu durumda onu kefaletle salıvermesi için baş vuranlar olursa kefalet kabul olunmaz. Zira hudûd ve kısasta kefalet geçerli değildir. [428] Şahitler şehadette bulunduktan sonra cinnet getirir veya ölürlerse, hakim yine de hırsızın elini keser. Çünkü| şahitlik gerçekleşmiş ve suç sübut bulmuştur. [429] 956 nolu îbn Ömer hadisi sahih olup istidlale sahihtir. Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz zamanında üç dirhem, dinarın dörtte birine tekabül etmekteydi. O bakımdan çalman malm kıymeti ister üç dirhem, isterse dinarın dörtte biri nisbetinde olsun el kesmeyi gerektirirdi. Bugün için ikisi arasında bazı farklar meydana gelmiş olsa bile dinarın dörtte biri­ni taban sayabileceğimiz gibi üç dirhemi de taban sayabiliriz.Üç türlü dirhem vardır:-a) Gümüş dirhem,b) Eşya dirhemi,-c) Dirhem-i bağlı.Gümüş dirhem 2,976 gram eder. Eşya dirhemi 3,171 gram eder, bağlî dirhem ise 3,776 gram eder. Burada ise gümüş dirhemi söz konu­sudur. [430] Çalman madrup altın ve gümüş değil de başka bir mal ise, altına göre mi, gümüşe göre mi kıymeti takdir edilir? Bu hususta müctehidlerin görüşü farklıdır: İmam Malik'e göre dirhem esas alınır. İmam Şafii'ye göre altın esas alınır. îmam Ebu Hanife ve arkadaşları, diğer Irak fakihleri ise el kes­meyi gerektiren nisap 10 dirhemdir diye ictihadda bulunmuşlardır. Bundan az olduğu takdirde el kesilmez, ta'zir cezası gerekir. Bunlar ise yukarıdaki hadislere değil, Beyhaki ve Tahavi'nin tahric ettikleri İbn Abbas hadisiyle istidlal etmişlerdir. Adı geçen şöyle demiştir: "Rasulüllah efendimiz (s.a.v.) zamanında bir kalkanın kıymeti on dirhem idi." [431] Ayrıca Tahavi bu mesele hakkında, yani bir kalkanın on dirhem kıymetinde olduğuna dair yedi kadar rivayet nakletmiş bulunuyor. On­lardan bir rivayette değeri bir dinar veya on dirhem olan bir kovadan dolayı el kesilirdi şeklindedir. [432] Bu anlamda bir rivayeti de Nesai tahric etmiş bulunuyor. [433] ]hn Davud ve Beyhaki de Rasulüllah (s.a.v.) zamanında bir kalkanın ivmetinin on dirhem olduğunu tahric etmişlerdir. O bakımdan bu ri­vayetlerle amel etmek daha uygundur. 957 nolu Aişe hadisi de sahihtir. Diğer onu takıp eden rivayetler le öyle... 959 nolu A'meş hadisi de sahih kabul edilmiştir. Görüldüğü üzere konuyla ilgili hadislerin önemli bir kısmı sahih )lmakla beraber el kesmeyi gerekli kılan hırsızlık nisbeti üzerinde fa­rklı ifadeler bulunuyor: Dinarın dörtte biri, üç dirhem, on dirhem, bir :alkan kıymeti, bir kova kıymeti, bir miğfer kıymeti ve birkaç dirhem... Farklı nisapları arasıni te'lif çok zor görünüyor. İbn Ömer hadi-siyle Hz. Aişe (r.a.) i. miisi birbirini kuvvetlendirmektedir. İbn Abbas (r.a.) hadisiyle Nesai'nm tahrici, Amr b. Şuayb hadisi ve Ata1 hadisi bir-)irini desteklemekte nisabın on dirhem olduğunu açıklamaktadır. Bu yüzden müctehid imamlar da bu meselede j;örüş ve ictihad bir­liği sağlayamamışlardır. Ebu Hanife, arkadaşları ve Irak fakihleri on idirhemle ilgili rivayetleri daha ihtiyatlı bulup onlarla istidlal ederken diğer müctehidler üç dirhem rivayetiyle istidlal etmişlerdir. [434] kısaca Sirkat (hırsızlık) haddi veya ondan dolayı el kesme cezası kitap, sünnet ve icma' ile sabit olmuştur. İnkarı küfür, terki büyük günahtır. Müeyyidenin ağırlığı mal ve can emniyetini sağlamaya yöneliktir. Hırsızlık yapan kişinin mükellef olması halinde ceza uygulanır. Mükellef olmayan deli ve çocuğun hırsızlık yapması sebebiyle elleri kesilmez,-- Çalman malın korunduğu yerden gizlice alınması şarttır. Aksi halde el kesme cezası değil ta'zir cezası uygulanır.. Mâl sahibinin izni ve müsaadesi alınmaksızın korunduğu yerd­en alınıp dışarı çıkarılması söz konusudur. Şüpheli bir mal olmaması gerekir. Babasının veya evladının veya kendisine kalan miras malı olduğunu sanarak malı korunduğu yerden çalan kimsenin eli kesilmez. Sirkat (harsızlık) nisabı kimine göre üç dirhem, kimine göre on dirhemdir. Yani taban olarak bu iki rakam söz konusudur. Daha aşağı bir nisbetten dolayı el kesme değil, ta'zir cezası uygulanır. Hırsızlık suçunun sübutu için ya şahsın ikrarı veyahut iki er-kek şahidin şehadeti gereklidir. Ayrıca mal sahibinin davacı olması söz konusudur. Şafii'nin bir kavline göre, bir erkek iki kadının şehadetiyle sübut bulabilir.- Hırsız dilsiz veya a'ma ise eli kesilmez. Zira dilsizin şüpheyle aldığı, a'manın da bilmeden ona el uzattığı şüphe ve ihtimali vardır. Alım-satımı, yiyilip içilmesi haram olan bir şeyi çalan kimse­nin eli kesilmez. Müctehidlerin çoğunun içtihadı bu anlamdadır. Suç sübut bulunca çalınan mal geri alınıp sahibine verilir. Zayi1 edilmesi tazmin edilir. Hırsızın elinin kesilebilmesi için mal sahibinin davacı olması gereklidir. İmam Malik bu görüşte değildir. Hırsızın halk arasında hırsızlık yaptığını ikrar etmesi, ceza için yeterli değildir. Mutlaka hakimin huzuruna çıkarılması gereklidir. Çünkü hüküm vermeye ve uygulamayı yürütmeye o yetkilidir. Hırsızlık yaptığını hakimin huzurunda ikrar edince, hakim bu ikrarından rücu' edip etrmeyeceğini sorabilir.- İkrardan soow. rücu' ederse suç sübut bulmamış sayılır ve adam serbest bırakılır. Müctehidlerin önemli kısmına göre, birinci hırsızlıkta sağ eli, ikinci hırsızlıkta sol ayağı, üçüncü hırsızlıkta sol eli, dördüncü hırsızlıkta sağ ayağı bileğinden kesilir. El ve ayaklar kesildikten sonra yine hırsızlığa devam ederse, ta'zir ve hapis cezası verilir. Hz. Ali, el-fîasan, Şa'bi, Nahai ve Sevri gibi ilim adamlarına göre hırsızın sadece bir eli ve bir ayağı kesilir. Üçüncü, dördüncü defa hırsızlık ederse ta'zir cezası uygulanır. Hırsızlık cezası hakkında hür ve köle eşit işlem görür. Kadm-erkek arasında da fark yoktur. Çaldığı malı, mahkemeye götürülmeden hırsız satın alır veya mal sahibi ona hibe ederse suç sakıt olur. Mahkemeye intikal edip hakim huzuruna çıktıktan sonra çaldığı malı satın almasıyla veya mal sahibinin hibe etmesiyle suç sakıt olmaz. Baba veya annenin kendi evladının malını, evladın da kendi ana ve babasının malını çalması cezayı gerektirmez. Mal sahibi adamı affettikten sonra başka biri onu hakimin hu­zuruna çıkartırsa, İmam Malik'e göre suç sakıt olmaz ve el kesme ce­zası uygulanır. Şahitler şehadette bulunduktan sonra ölür veya cinnet getirir­lerse, hakim suçu sabit görüp el kesme cezasını uygular. Hırsızlıkta şahitlik üzerine şahitlik yoktur.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

https://twitter.com/kanaryamfenerli