24 Haziran 2014 Salı

ZİKİR USÜLLERİ çakra necm suresi

https://twitter.com/kanaryamfenerli _/\/\____________/\/\_____________ KANARYAM █▓▒░▒▓█ FENERLİ ¯¯¯¯¯¯\/\/¯¯¯¯¯¯¯¯¯\/\/¯¯¯¯¯¯¯¯¯ Kblan Tragna ve Muhiddin Arabiye ait olan TIGARNA , PUNUKSİS , KLANSİS , XLANSOS , UTNAKSİS , KRANTİS , XKETNİS Hüvvemin,Üvvemin , Rahin , Budin Neşrin , Bulliyin , Kema Yürmin , Henşarin Her zikir günde bin defa ve bir hafta uygulanır. Uygulama şu şekilde yapılır. Birinci hafta Tıgarna (Muhiddin Arabi Zikri - Hüvvemin) zikri ile başlanırgerekli beden bölgesine yani, makat ve cinsel organ arasında kalan bölgeye odaklanarak bin defa "Tıgarna (Hüvvemin)" zikri yapılır.bir hafta yani yedi gün bitince hiç ara vermeden ikinci bölge ve zikre geçilir. Aynı çalışma bu sefer "Puniksis (Muhiddin A.Z - Üvvemin )" zikriyle devam eder. cisel organ ve göbek deliği arasında kalan bölgeye, dört parmak genişliği kadar olan bir şeride odaklanmasıdır. Ve her zikre bir hafta ayrılarak yedi haftada yedi bölge ve zikir üzerinde çalışılmış olunur.Son hafta diğerlerinden farklı olarak "Xketnis - (M.A.Z - Henşarin)" zikri bin değil, ikibin" defa yapılır.bu sefer yedi hafta değil, bir hafta yapar. Şöyle ki: Birinci gün Aynen tarif edildiği gibi Tıgarna, İkinci gün Puniksis ve yedi günde, tedi zikir geçilir.Tığarna ve Puniksis zikirlerinde gerek çalışma sırasında, gerek günlük hayatta cinsel uyarılar çok fazla olabilir. Utnaksis veya Krantis gibi zikirler üzerinde çalışırken kişi çok fazla konuşma ihtiyacı duyabilir. NECM SURESİ... "1- Andolsun yıldıza, inerken." Burada geçen "Yıldız" sözü için Arapça'da üç ayrı anlam vardır. Yıldız anlamındadır. Ot ve çimen gibi sapı olmayan bitkileri anlatır. Aralıklı olarak, parça parça verilen bir şeyin parçalarına verilen isimdir. haftalık veya aylık dergilerin her bir fasikülüne de "Necm" demek mümkündür. Kuran da parça parça indirildiği için her parçaya Necm denilir. Necm sözünün bu surede ot ve çimen gibi şeyleri anlattığını iddia eden yorumcular da vardır.Bunlar, Rahman Suresi 55/6 ayetinde, otların ve ağaçların da Allah'a secde ettiklerinden bahsedildiğini öne sürerek iddialarının nedenini açıklarlar.Necm sözünün "Yıldız" anlamında kullanıldığı kesindir. Yorumcular kendi aralarında bu tartışmayı sürdürebilirler fakat bu söz kesin olarak yıldız anlamında kullanılmıştır. Bunun kesin kanıtı da, surenin 49. Ayeti'nde açıkça "Şi'ra Yıldızı" denmesidir ve bu yıldız Sirius'dur."49- Ve şüphe yok ki odur Şi'râ yıldızının Rabbi." 1. Yani 49. Ayetlerde söz edilen ve adına and edilen yıldız Sirius Yıldızıdır. Sirius galaksimizdeki, dünyamızdan en parlak görünen yıldızdır. Tabii ki, koca galakside çok daha parlak yıldızlar vardır fakat bizim bulunduğumuz konumdan en parlak görünen yıldız odur. Sirius, eski mitlere ve inançlara göre, Dünya'ya gelen eski Tanrıların kendi dünyalarının bulunduğu noktanın, bu boyuttaki izdüşümlerinden birinin koordinatlarındadır. Tabii, antik tanrılar sadece Sirius'tan veya bir başka yıldızdan gelmediler ya da eğer geldilerse onlar tanrıydılar da denemez. Sadece Sirius madde ötesi boyuttaki yıldızın izdüşümündedir diyoruz. Bu yüzden de dünyada değişik zamanlarda, değişik yerlerde Sirius'u çok ciddiye alan bir çok kült kurulmuştur. Eski Mısırlılar için de Sirius çok önemli bir yıldızdı. Hatta Keops Piramitinin, kral odasındaki üst çıkış koridorunun direk olarak Sirius'u gözlemleyecek açıda yapıldığı söylenir. isim "Şİ" ve "RA" hecelerinden kuruludur ve Eski Mısır'ın en büyük tanrısı olan Ra'yı çağrıştırmaktadır. Bu durumda, Acaba Ra ismi de Sirius kökenli bir isim miydi diye düşünmek de olasıdır. Ayetteki iniş sözü, bir çok İslam yorumcusuna göre Hz. Muhammed'in Mirac'ını anlatır fakat bazı otoriteler için Miraç fiziksel değil, astraldir. Tabii tanım olarak astral yolculuk denmez "Rüya" olduğu söylenir. Bazı yorumcular da, "İnme" sözünün Yıldız'ın, Ay'ın veya Güneş'in ufukta alçalmasını kastettiğini ileriye sürerler. Tefsirci Abdülbaki Gölpınarlı ise, mealinde bu ayet için; "Yıldızdan maksat Kuran'dır. Nücumen, yani ayet ayet indiği için bu adla anılmıştır." der. Bu tefsiri Dahhak, Mücahid ve Kelbi gibi tefsirciler de kabul ederler. Arapça'da "tencim", ayırmak anlamındadır, "müneccem", ise ayrılmış demektir. Fakat söz konusu bu yıldıza, Ülker yıldızıdır diyenler de vardır. İbn-i Abbas ve Hasen'e göre ise doğrudan doğruya yıldız anlamındadır. "İnerken" sözcüğüne, kıyamet günü, yıldızın yere düşmesi diyenler de vardır.Her şeyi yaratan Allah'ın, kendi yarattığı bir şeye and etmesi ilginçtir. Kuran'da bulunan başka ayetlerde de, bir kaç tane daha and sözcüğü vardır. Elbette ki, her şeye gücü yeten ve her şeyi yaratan Allah, içinde and ettiği bir ayet olmayan bir Kuran'ı indirmekten aciz değildir. Dolayısıyla Yaratıcı Allah'ın bir yıldıza veya Mirac'a ya da bir gök cisminin ufukta alçalıp yükselmesine and etmesi gariptir. Ama kendisine özgü nedenlerle Sirius'a yani kendi öz boyutuna ve yıldızına and etmesi, onu kutsal ilan etmesi sanki daha mantıklıdır. Sure şöyle devam eder;"2- Arkadaşınız, gerçekten ne saptı, ne ayrıldı. 3- Ve kendi dileğiyle söz de söylemedi. 4- Sözü, ancak vahyedilen şeyden ibaret."ki no'lu ayette geçen arkadaşınız sözü tabii ki Hz. Muhammed'i ifade etmektedir. Burada hitap edilen kimseler ise, Hz. Muhammed'i tanıyan ve onunla konuşan kimselerdir. Öyleyse hitap da ona ve "Kuran'ı kendi uydurdu." diyen Kureyş'e ve benzerlerine yönelik olmalıdır. Bunlara karşı "sahibiniz" tabirinin kullanılmasında özel bir anlam vardır. Öyleyse ayetin meali şöyle olmalıdır: "Şimdiye kadar sohbetinde bulunarak çok iyi tanıdığınız, aklına ve doğruluğuna güvendiğiniz, sizinle sohbet edip hak yolunu göstermek isteyen arkadaşınız, ne yolunu şaşırdı ne de aklını, ne aldanır ne de aldatılır. O, ne sihirbaz, ne kâhin, ne de mecnundur." "Yıldıza ve oradan iniş anım üzerine yemin ederim ki, Arkadaşınız ve yol göstericiniz olan Muhammed Kurana hiç birşeyi kendiliğinden koymadı. O asla şaşırmadı, Kendisine vahiy verilirken Cebrail'den asla kopmadı. O sadece kendisine vahyedilen şeyi söyledi..."Yani Necm suresi bir cevap, aklama, yeni bir hamle ve yalanlama suresidir fakat acele takip eden ayetlerin de görülmeleri gerekir. "5- Ona öğretti kuvvetleri çok çetin. 6- Kuvvetli biri sonra doğruldu." Aslında bilinen bir şeydir ki, Kuran'ı Hz. Muhammed'e öğreten Cebrail'dir. Fakat taşıyıcının Cebrail olması, Göndericinin Allah olmasını ve bilginin çıkış kaynağının da asıl öğretici olmasını önlemez. Bu durumda, öğreten Allah fakat taşıyan da her zaman Cebrail'dir. Çünkü Kuran şöyle der;"De ki: Onu Rûhul-Kudüs (Cebrail) Rabbinden hak (ve hikmet) gereğince indirdi." (Nahl 16/102) "Onu, er-Rûhu'l-Emin (Cebrail) indirdi." (Şuara 26/193) ayetlerine göre Kuran'ı Allah'ın izniyle Peygamber (s.a.v)'in kalbine indiren "Yahut bir elçi gönderip izniyle dilediğini vahyeder..." (Şura, 42/51)Cebrail ile başa çıkılamaz vurgusu. Bu ayetlerde vahyi getiren elçi Cebrail olduğuna göre Kuran'ı öğretenin o olduğu anlaşılır. Dolayısıyla burada her iki mana da düşünülebilir. İbni Abbas'tan gelen bir rivayette Kuran'ı öğretenin Allah olduğu ifade edilmiş ise de, Hz. Ayşe'den yapılan bir nakle göre ise, söz konusu ayetteki öğretici, Cebrail olarak tefsir edilmiştir. Lafzın zahirî anlamı da bu görüşe daha yakın olduğundan tefsircilerin çoğu, bu manayı tercih etmişlerdi. Nitekim Beydavi; "Şiddetli kuvvetlere sahip bir melek ki o, Cebrail'dir. Zira Cebrail, harikaların gösterilmesinde bir vasıtadır." der. Taberi ise, ayetteki "şedidü'l-kuvva" "çetin kuvvet" sözünü, "şedidü'l-esbâb" "müthiş sebep" diye tefsir eder, Nisaburi de bu sözü, ilim ve amel yönünden müthiş kuvvetler şeklinde yorumlamış ve ardından şunu ilave etmiştir; "Burada öğrencinin faziletinin anlaşılması için öğretmen methedilmiştir. Eğer 'Onu Cebrail öğretti.' denilmiş olsaydı bunun zahiri anlamından öğrencinin fazileti açıkça anlaşılmış olmazdı." demektedir. Burada ayrıca "Ona bir insan öğretiyor..." (Nahl, 16/103) diyenlerin sözüne de bir cevap söz konusudur: Çünkü, "Size ilimden pek az bir şey verilmiştir." (İsra, 17/85), "Çünkü insan zayıf yaratılmıştır." (Nisa, 4/28) ayetlerine göre insan, hem ilmi bakımından mükemmel değildir, hem de zayıf bir yaratıktır.Öyleyse taşıyıcının Cebrail olduğunu kabul ediyor fakat övmek için Cebrail'in gücünün vurgulanması fikrine katılmıyoruz. Bu çocukça bir övme ve övünme olmaktadır. Cebrail'in gücünün vurgulanması bir hatırlatma veya uyarı amacından kaynaklanmaktadır. Yani Allah satır aralarında demektedir ki;"Kuran'ı gönderen benim. Nakleden Cebrail'dir. Cebrail de öyle güçlü ve kudretlidir ki, hiç bir varlık onunla başa çıkamaz. Hiç bir varlık onu geçemez. Muhammed'in kendiliğinden uydurmadığına da ben şahidim ve sözüme yeminle başladım. Daha nasıl şüphe edebilirsiniz. Kuran'a, Şeytan veya hiç bir varlık müdahale edemez." Görülüyor ki, bu büyük yeminler, bizzat Allah'ın tanıklığı ve Cebrail'in gücünün büyüklüğü ile Kuran'a Şeytan'ın müdahale ettiği kesinlikle yalanlanıyor ve şüphe edenlere de göz dağı veriliyor. Devam ediyoruz; "7- Ve o, en yüce tanyerindeydi. 8- Sonra yaklaştı, yakınlaştı. 9- İki yay kadar kaldı araları, yahut daha da yakın. 10- Derken kuluna vahyetti, ne vahyettiyse..."Bu ayetlerle Allah vahiy veriş mekanizmasını ifade etmektedir. Yay Araplar tarafından o zamanlarda kullanılan bir uzunluk ölçüsüdür, bildiğimiz, ok atmaya yarayan yaydan kaynaklanır. Bununla beraber iki yay başka bir yakınlığı daha ifade eder. Arapların antlaşmaları, anlaşmaları, ittifakları yaylarla yapılan bir törenle mühürlenirdi. Anlaşan iki kabilenin reisleri yaylarını önce üst üste yere bırakırlar, sonra yerden alıp, birer ok atar, böylece bir ve birlik olduklarını gösterirlerdi.Hz. Muhammed ve Cebrail ilişkisi. Peki acaba, 7. 8. 9. 10. Ayetler Hz. Muhammed'in Mirac olayını mı kastediyorlar? Ama bu ayetlerin, Hz. Muhammed'in, Cebrail'i ilk defa gerçek şekli ile görmesini anlattığını söyleyenler de vardır. Denildiğine göre peygamberlerden hiçbirisi, Cebrail'i hakiki şekliyle görmemiştir. Ancak Hz. Muhammed biri yerde, diğeri de gökte olmak üzere iki defa onu görmüştür.Acaba bu kaynaklara göre ayetin manası şöyle olabilir mi? Cebrail Hz. Peygamber'e öğretti, ki o bu durumda bazen insan şekliyle değil, Allah'ın yarattığı gibi hakiki suretinde doğrudan doğruya en yüce ufukta durup, görünmüştü. Bunu dosdoğru semada göründü diye de ifade edebiliriz. Bazıları, öğretti de semada durdu derler, bazıları da kendisine verilen emir üzerine kuvvetiyle ilham etti manasını verirler. İlham edilenin Hz. Muhammed olduğunu bildiğimize göre, o zaman fiilindeki "fa-i takibiyye veya sebebiyye" olarak yani müthiş kuvvet sahibi öğretti de, Hz. Muhammed'e ilham geldi diyebiliriz. Yani ilim ve nübüvvetle yükseldi ve o, ilham yani Vahiy geldiği zaman, en yüksek ufukta doğruldu şeklinde açıklama getirebiliriz. Dikkat edilirse Sure'nin başından beri önce Allah'ın tanıklığı ve yemini ile başlanıp, araya girilmesinin imkansız olduğu ve bu ayetlerde de Vahiy mekanizması ve Cebrail ile Hz. Muhammed'in nasıl yakınlaştığı anlatılıyor. Allah, Hz. Muhammed ve Cebrail üçlüsünün yakınlığı ve araya girilmezliği iyice vurgulanıyor ve de Sure devam ediyor; "11- Gönlü, gördüğünü yalanlamadı. 12- Hâlâ münakaşa mı edersiniz gördüğü şeyleri? 13- Ve andolsun ki onu, inerken bir kere daha gördü. 14- En son sidrenin yanında. 15- Mev’a cenneti de yanındaydı. 16- Sidreyi, o sırada neler bürümüş, kaplamıştı, neler. 17- Gözü, ne kaydı, ne haddini aştı. 18- Andolsun ki Rabbinin pek büyük delillerinden bir kısmını gördü." Buraya kadar Hz. Muhammed'in Mirac'da gördüğü harikalar anlatılıp, onun asla şaşmadığından bahsediliyor. Sonuç olarak Hz. Muhammed'in çevresindekiler artık iyice ikna olmuşlardır ve sonuç alınmıştır. ZİKİR USÜLLERİ Bazı velilere göre, zikirden evvel iki rekat namaz kılmak icap eder. Eğer mürşid tarafından bu namaz tavsiye edilmiş ise, birinci rekatında Kafirun, ikinci rekatında İhlas sureleri okunur. Zikir gece yapılacaksa kılınan namazda kıratı açıktan, gündüz yapılacaksa gizli okumak suretiyle yerine getirir.Zakir, Nakşilere göre, teverrük ederek oturur. Bu oturuş, iki diz üzerinde oturur iken sağ ayağı sol ayağın üzerine koyarak oturmaktır. Diğer tarikatlarda salik, namazda tahiyyatta nasıl oturuyor ise öylece oturur. Hanımlar ise sağ yanı üzerine ,ayaklarını sol taraftan çıkararak oturur.Kıbleye dönük olarak oturan salik, kalbinden ve kafasından bütün meşguliyetleri atarak, mütevazi bir edayla otur.Salik bundan sonra verilen sayı kadar istiğfar eder.Bundan sonra zikrinin kabulü, sünnet-i seniyyeye uygun olması, son nefeste mürşidine ve kendisine iman nasip olması ve bu yaptığı hizmetlerle şeriatın, tarikatın ve sünneti seniyyenin kuvvet bulması için dua eder.Dua bittikten sonra Fatiha-i Şerif ve diğer sure-i şerifleri okuyup Resulü Ekrem Efendimizden mürşidine kadar zincirleme gelen meşayıhın ruhlarına hediye eder.ÖLÜM RABITASI: Sonra gözlerini yumar. Kendisini sanki teneşir tahtasının üzerine konulmuş, elbiseleri çıkarılmış, yıkanmış ve kefenlenmiş ölü olarak düşünmelidir. Bazı müritler, bedenlerinde ölü yıkayıcısının elini ve omuzlarında da kefen olduğunu gerçekten hissederler. Daha sonra kendisini tabuta konulup kabre getirilip yerleştirildiğini düşünmelidir. Kavmi ve diğer insanlar ayrıldıklarında, tek başına ıssızlıkta kalıp, bütün mal ve amellerinden, ailesinden ve dünyanın çekiciliğinden ümidi kesip, Hakk Teala’dan başka hiçbir kimsenin kendisine faydalı olamayacağını idrak etmelidir. Ve kendisini yaratıcının huzurunda son derece zelil ve miskin, kusurlu ve mahcup düşünmelidir. Bu şekilde 15 dakika oyalanmalıdır.Daha sonra mürşidi ile içten bir bağ kurarak, Allah katında şefaatçi olması niyetiyle, mürşidinin alnı ile yüzüne bilakis iki gözü arasına baktığını hayal etmelidir. Çünkü mürşidin iki gözü arası, feyiz mahalidir. Eğer rüyet ehlinden ( kalp gözüyle manevi alemleri görenlerden ise) ise mürşidinin iki kaşı arasından kendi kalbine nur aktığını görme ile, rüyet ehlinden değil ise kalple hissederek veya feyiz mahallinden feyiz aktığına şüphesiz inanarak bakmalıdır. Rabıtanın ruh hazinesine( gönlün içine )girdiğini düşünmelidir. Bu durumda da en az 15 dakika kalınmalıdır.Zikir esnasında ise, mürşidin mübarek yüzünün kalbinin hizasında olduğunu ve mürşidinin kendisine baktığını düşünse, zihnin toplu bulunmasına ve Mevla’yı unutturacak düşüncelerden uzak olmaya kolaylık olacaktır.“Şeyhim beni kabul ederse, Allah katında da makbul olurum ve Hakk Teala’nın dergahından kovulmuş olsam, mürşidimin beni kabul etmesinden başka bana kurtuluş yoktur” diye kesin olarak inanmalıdır.BAZ- GEŞT: Rabıtadan sonra baz-geşt’tir. Baz-geşt ise:”İlahi ente maksudi ve rızaike matlubi”“Ey Allah’ım ! Maksudum sensin, Matlubum, senin rızandır.”Sözünü kemaliyle bütün dikkatini toplayarak, manasını düşünerek kalbiyle yahut lisanıyla üç kere söylemektir. Bu sözü söylerken doğruluğu aramalıdır. Eğer yalancılardan ise söylediğinden dolayı, mahcup ve müteessir olmalıdır.VUKUF-İ KALBİ: Bundan sonra vukuf-i kalbi ile meşgul olmalıdır.Vukuf-i kalbi şudur ki; Salik, duygularını toplayıp, hatır ve hayalden geçirilen her türlü fikir, hayal ve histen kesilip tam bir teveccühle “Allahü Ehad” sözünden murad olan Zat-ı Mukaddes Celle Şanühü tarafından kalp ve zihninin bütünlüğü ile Allah’a yönelici olduğu halde, bütün nazarını kalbini ortasına ve derinliğine teveccüh ettirmesidir.Bu şekilde de en az 15 dakika oyalanır. Bu süre uzadıkça Allah’ın rızasına yaklaşmaya ve zikredilen esmanın feyzi ile dolup taşmaya kabiliyet hasıl olur. Vukuf-i Kalbi, Tarikat-ı aliyye’nin rükunlarından bir rükundur. Belki esastır. Hatta her ibadette, ayakta, otururken, yatarken, yüce olsun, aşağı olsun herhangi bir işle uğraşırken salik Vukuf-i Kalbi’den uzak olmamalıdır.KALP ZİKRİ: Vukuf-i Kalbi, kalpte hakim duruma geldikten sonra, ism –i Celal (Allah) ile zikre başlar. Zikirden maksat, zikredilen ilahi isimlerin cereyanını kalpte duymaktır. Zikir esnasında zakir dilini üst damağa yapıştırır, dişler üst üste gelir. Bütün azların sükuneti temin edilir. Zikrin manasından ve kimin huzurunda, niçin bulunduğunun düşüncesinden başka, bilumum anlayış, seziş ve iradeler cesedin dışına atılır. Salik o esnada kendini bir boşluğa bırakır. Bundan sonra kalp, Allah ism-i şerifinin zikrine ve zikredilen Zat-ı Ecell-i Ala’ya (yani nuruna) daldıkça dalar.Tesbih sağ elde, el tam kalp letaifinin üstünde(sağ memeden dört parmak aşağı) durur.Eğer kalp,kendinden geçse bu durumda sayı aranmaz, kalp uyandırılıp zikre geri döndürülmez. O halin tarikat dersini çekecek kadar devam etmesi, dersin tamam olması için yeterlidir.Allah lafzının zorlayarak kalbe sokulmaya çalışılması fayda vermez. 50 000 sene istemeyerek yapılan zikirle mürid, Allah’a vasıl olamaz.Her 100 başında ve vesvese meydana geldiğinde:”İlahi ente maksudi ve rızaike matlubi”Sözü tekrar edilmelidir. Eğer vesvese gitmezse, mürşidin ayağını kalbine koyup rabıtayı vesile kılarak böyle düşünce ile zikre devam etmelidir. Kalbinden vesvese gidinceye kadar manasını düşünerek istiğfar edip mürşidinin yüzünün kendi kalbine dönmüş olduğunu düşünmelidir.Eğer sıkıntı, usanç, gaflet, önceki unuttuklarının hatırlanması gibi haller meydana gelirse, soğuk su ile gusül edilmelidir. Soğuk suyla almaya güç yetiremezse sıcak suyla alır. Daha sonra içine düştüğü gafletten , Rabbi ve mürşidi hakkında edebi terk ettiğinden ve diğer hatalarından dolayı 25 kere istiğfar eder , iki rekat tövbe namazı kılar.Kalbe gelen yersiz düşüncelerin giderilmesi için kalbiyle çoşkulu bir şekilde haykırarak“ ya fa’al” , “Ey çok iş gören Allah”İsminin manasını düşünerek ayn harfini uzatarak, şeddeleyerek söylemelidir.Aynı zamanda sesli akan bir su başında durmak, rüzgar sesi dinlemek ilaçtır denilmiştir. Çünkü sular ile rüzgar aralıksız ve açık olarak “hu” ismini zikrederler.LETAİFLER. Kalp letaifinin nuru, kalpten omuzdaki kürek kemiğine doğru uzayarak çıkar. Yahut da zikir sebebi ile kalpte titreme veya kuvvetli vuruşlar hasıl olur. Bu nurlanma veya vuruşlardan sonra RUH letaifine zikretmek telkin olunur. Zikir bu latifede olurken vukuf yine kalpte olur. Bu hal salikte bir bakışla iki tarafı görmek ve iki tarafa dikkat etmek gibidir.Ruh da hareket ve nurlanma başlayınca, be sefer SIR latifinde zikir telkin olunur. Vukuf gene kalptedir. Daha sonra bu latifede harekete geçerse HAFİ latifesi ile zikir telkin olunur. Bu latifede de hareketlenme başlarsa bu defa AHFA latifesi ile zikir telkin olunur. Daha sonra NEFİS latifesine geçilir.Daha sonra ceset latifesi gelir. Baştan atağa kadar bütün azalar zikreder. Salik bu durumda vukuf-i kalbi yerine Vukuf-ı cesed’i tatbik eder. Vücudunda bulunan kıllar ve bütün hücreler bile kalbin hizmetine ortak olur. Bütün azalar, zikre engel durumun olmaması için dikkat kesilir. Allah’ın rızasına ve esmanın tecelliyatına, dolayısıyla mürşidin himmetine yönelir.Esma ve sıfatı ilahiyyenin tecelli tesirleri dolayısıyla gerek seğirme, gerekse titreme veya doğrudan doğruya zikre iştirak ederek bütün ceset uyanınca, her yanı ile tek kalp haline gelir. Bu hale ZİKR_İ SULTANİ denilir. İşte zikirde maksat budur.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

https://twitter.com/kanaryamfenerli