29 Mart 2014 Cumartesi

mesvevi notları

https://twitter.com/kanaryamfenerli _/\/\____________/\/\_____________ KANARYAM █▓▒░▒▓█ FENERLİ ¯¯¯¯¯¯\/\/¯¯¯¯¯¯¯¯¯\/\/¯¯¯¯¯¯¯¯¯ ‘Kötüye de, iyiye de yardım edin’ der. Kötüye yardım etmek, o insanı söz konusu kötülükten alıkoymaya çalışmaktır. Yoksa kötülüğüne devam etsin diye desteklemek değildir.”Çok dedikodu yapan insanın da çok dedikodusu yapılır Hz. Mevlana, ‘Gece gibi örtücü olunuz’ der.Allah her insana doğuştan vicdan denen duyguyu vermiştir. VİCDAN: “İyiyi kötüden ayırabilen, iyilik etmekten lezzet alan vekötülükten elem duyan manevî his.”İnsandakibu duygu, günahlar işlene işlene artık kalbi kararır, zayıflar ve zamanla karavicdanlı yada vicdansız denilen vicdanınsükut etmesi haline gelir.Tasavvufta insanruhunun sembolü Hz İsa’dır; İnsanınnefsi ise eşektir. Onun içinnefsimiz sürekli yemek, uyumak, gezmek, şehvet ister. Ruhumuz ise ibadet veiyilik yapmak ister. Aslında nefis ve şeytan birdir. Akıl ve ruh ta aslındaaynı şeydir.Eğer bir kimse vicdan azabı çekiyorsa,vicdanı ölmemiş demektir. Vicdan neden azap çeker. Çünküyükü Hz İsa’ya taşıtıyor. Eşeği ise serbest bırakmış.Eşeği tabiki besleyecekama helal, haramlarla dizginler elindeolacak. Eşeğe istediği herşeyi verince azar. Ruh ibadet istediği için,beslemezsek aç kalıyor.Hz İsa’nın yaniruhumuzun gıdası olan namaz, oruç,iyilik, güzelliği vermiyoruz. Eşeğin yani nefsimizin istediği herşeyiyapıyoruz. İçkiler, haram kazanç, zina... vs.İşte o durumda içimizdehissettiğimiz bir ızdırap, elem varsa, o vicdanımızın sesidir. Günahlara tövbeedip, ruhun gıdası ibadetlere başlarsak huzuru buluruz inşallah..İçimizden gelen bizi huzursuz eden sesler şeytanidir,Bunlar şeytani vesveselerdirve arı sürüsüne benzer. Kaçtıkça kovalarlar. Arı sürüsünden kurtulmanın yolu suya dalmaktır. Arılar suya giremezler. Tasavvufta suyunmanası zikirdir. Vesveseden kurtulmanınçaresi Allah’ı zikretmektir. İlla ZİKİR, ZİKİR, ZİKİR... Ayette Rabbimizin dediği gibi: “Eğer şeytandan gelen bir vesvese seni dürterse hemen Allah’asığın. Çünkü O, her şeyi işitir, her şeyi mükemmel tarzda bilir.” (Fussilet suresi, 36. ayet) Zikir sadece ele tesbih alıpAllah Allah Allah ... demek değildir. Zikir,anmak, hatırlamak demektir. Namaz zikirdir, Kuran okumak, dua etmek, dini kitap okumak, dinisohbet dinlemek, hatta dini film izlemekte zikirdir. “İnsandaki nûru, kemali artıran şey helâl kazanç ile elde edilen lokmadır. Haram lokma ise kandilimize konulunca kandili söndüren yağa benzer. Sen onun adına yağ bile deme su de, çünkü gönlümüzdeki kandilimizi nûrumuzu söndürüyor. Bilgi, aşk, muhabbet, merhamet, helâl lokmadan doğar, meydan gelir. Yediğin bir lokmadan hased, hile doğarsa, bilgisizlik, gaflet meydana gelirse sen o yediğin lokmanın haram lokma olduğunu bil. Hiç buğday ekenin arpa biçtiğini gördün mü ? Hiç atın eşek yavrusu doğurduğu görülmüş müdür ? Yediğimiz içtiğimiz şeyler aynen tohum gibidir. Düşüncelerimiz de ondan meydana gelir. Ağzımıza aldığımız helâl lokmadan Allah’a hizmet ve öteki âleme gitme arzusu doğar. Haram lokmadan ise kin, hased, gaflet, bilgisizlik, hile ve cahillik doğar. ”tekâmül etmenin temel şartlarından biri, ân-ı dâim olmaktır. Yâni geçmişle geleceğe bağımlı olmadan, “Tecelli eden Hakk’tır” düstûruyla içinde bulunduğumuz hâlin ve zamanın kadr ü kıymetini bilerek, şükür içersinde yaşamaya gayret göstermek… Hayyâm bir rûbâisinde: Geçmiş eyyâmı sakın yâd etme Gelecekten dahi feryâd etme Her iki devri unutmuş olarak Hoş geçir hâlini bu gününü berbat etme Hz.Mevlânâ da “İnsan duygu ve düşüncelerle düğümlenmiş gibidir. Ne zaman kişi geçmiş ve gelecek düşüncesinden kurtulursa O zaman bütün düğümler çözülür gider, kişide bu âlemde huzûra erer.” (Mesnevî c.2, s.187) “Geçmiş zamanın hasretini çekme, yapılan olup biten işlere üzülme. Ancak böyle yaparsan sûfi olursun, geçmişin adını bile anmazsın. Sen artık vaktin evladısın. Gençsin ihtiyarsın içinde bulunduğun zamanı kaybetmezsin.” (Rûbâiler c.4/1062) “Çok şeylere gebe olan cihânın doğurduğu hâdiselerden korkma. Başına ne gelirse mademki o devamlı değildir korkma. Bu aziz ömrünün bir anını bile ganimet, Hakk’ın bir lütfu bil de geçmişi düşünme, gelecekten de sakın korkma !” (Rubâîler c.4/645) Uzun uzadıya üzerinde durup, idrâk etmeye çalışacağımız ân-î dâim olmanın derin lâhûtî mânâsı bir Mesnevî hikâyesiyle en güzel bir şekilde açıklanmıştır. Hz. Ömer Zamanında, İhtiyar Bir Çalgıcının Aç Kaldığı Bir Gün Mezarlığa Gidip Allah İçin Çeng Çalması Hikâyesi Bilmem işittin mi? Hz. Ömer zamanında, pek güzel, pek latîf çeng çalan bir çalgıcı vardı. Bülbül, onun çenginin sesini duyunca kendinden geçerdi. O güzel sesi dinleyenlerin neşeleri yüz kat artardı, Meclisleri, toplulukları onun nefesi süslerdi. Sesinden, çalgısından kı­yametler kopardı. Sesi İsrafil (a.s.) gibi mucizeler gösterirdi. Ölülerin ruhlarını, bedenle­rine geri gönderir, onları diriltirdi. O öyle bir çalgıcı idi ki, dünya onun yüzünden neşe ile dolmuştu, onu dinleyenler, eşi bulunmaz, acayip hayallere dalıyorlardı. Onun çenginin sesinden, can kuşu kanatlanır uçardı. Gönlün de aklı başından gider, şaşırır kalırdı. Aradan nice zamanlar geçip de, çalgıcı ihtiyarlayınca, gönüller avlayan doğan kuşu gibi olan canı acze düştü de sinek avlamaya başladı. Sırtı, köpek sırtı gibi kamburlaştı. Kaşları, gözünün üstüne semer kayışı gibi düştü. Cana can katan güzelim sesi çirkinleşti. Artık, hiç kimse, o sese önem vermez oldu. Seneler geçti, çalgıcı çok yaşlandı ve çöktü. Artık bir şey kazanamaz hale geldi. Bir dilim ekmeğe muhtaç oldu. Bir gün içi yanarak, Cenâb-ı Hakk\'a yalvardı da dedi ki: "Allah\'ım, bana uzun bir ömür, tükenmez bir fırsat verdin. Benim gibi değersiz bir kula nice lütuflarda, ihsanlarda bulundun. Yetmiş yıl günah işledim durdum; bir gün olsun rızkımı kesmedin, nimetini esirgemedin, Artık kazancım yok; elim ermez, gücüm yetmez oldu. Ben, bugün Senin misafirinim Seninim, bugün yalnız Senin için çeng çalacağım." Çengi omuzladı. Allah\'a sığınmak, O\'na çeng çalmak için, ah vah ede­rek Medine mezarlığına yöneldi. Kendi kendine dedi ki: "Ben çalacağım çengin ücretini Allah\'tan iste­rim, çünkü O, özü doğru olanları kabul eder, kerem buyurur." Bir hayli çaldı, ağladı. Sonra da çengi yastık yaptı, bir mezarın yanında, başını çengine koyup yattı. O sırada, Cenâb-ı Hakk, Hz. Ömer\'e öyle bir uyku verdi ki, bu uyku­dan başını kaldıramadı. Hz. Ömer, bu hale şaştı kaldı da; "Böyle bir uykuya alışık değilim, bu uyku sebepsiz değildir. Her halde, gizli âlemden geliyor." diye düşündü. O da başını koydu yattı, uykuya daldı, bir rüya gördü: Rüyasında Hakk ta­rafından bir ses geldi. Bu sesi, ruhu işitti. “Ey Ömer, bizim kulumuzu ihtiyaçtan kurtar” “Bizim has ve muhterem bir kulumuz var. Onu görmek için, mezarlığa kadar yürümek zahmetine katlan." "Ey Ömer, herkesin hakkı olan Beytü\'l-Mâl\'den yedi yüz dinar al. O parayı ona götür de, de ki: Ey bizim seçkin erimiz, şimdilik bu kadar getirdim, bunu al ve bizi ma\'zur tut. Bu kadarcık para, senin basit ihtiyaçlarını karşılayacaktır. Bunu harca, tükenince, yine buraya gel bizim için çengini çal” Hz. Ömer, rüyasında işittiği sesin heybetinden uyandı, yerinden sıçradı, kalktı ve bu hizmeti görmek için hazırlandı. Para kesesi koltuğunda, mezarlığın yolunu tuttu. Koşa koşa Allah\'ın has kulunu aramağa başladı. Mezarlığın çevresinde bir hayli döndü, dolaştı. Fakat o ihtiyardan başka oralarda kimseyi göremedi. Kendi kendine; "Bu olmasa gerek." dedi ama, aramak için tekrar koş­tu. Döndü, dolaştı, yoruldu, bitti. Ondan başka hiç kimseyi göremedi. Cenâb-ı Hakk; "Tertemiz, arı duru, hizmete lâyık bir kulum var." diye buyurmuştu. İhtiyar bir çalgıcı, nasıl olur da Allah\'ın has kullarından olabilir? "Ey Allah\'ın sırrı, sen ne kadar hoşsun, ne kadar garipsin." dedi. Orada, o ihtiyardan başka hiç kimsenin bulunmadığına iyiden iyiye inan­dıktan sonra, kendi kendine; "Karanlıklar içinde, nice nûrlanmış gönüller vardır." dedi. Sonra geldi, ihtiyar çalgıcının yanına büyük bir saygı ile oturdu. Bu sı­rada Hz. Ömer, aksırdı. Aksırınca, ihtiyar uykudan uyandı, sıçrayıp kalktı. Çalgıcı Ömer\'i görünce, şaşırdı kaldı. Gitmek istedi ve korkudan titremeğe başladı.\'\'İçinden dedi ki: "Ya Rabbi, Sen bana yardım et. Nasıl oldu da muhte-sib (=polis) geldi, ihtiyar çalgıcıya çattı?" Hz. Ömer o ihtiyarın yüzüne baktığı zaman, onu utanmış, korkudan beti benzi sararmış gördü. Ona "Benden korkma, ürkme; sana Hakk tarafından müjde getirdim." dedi. "Allah, senin huyunu o kadar övdü ki, sonunda, Ömer, senin yüzüne âşık oldu. Gel, şöyle yanıma otur, benden kaçma da kulağına, devlet sırlarından sırlar söyleyeyim. \' Hakk\'ın sana selâmı var, senin halini hatırını soruyor; hadsiz, hesapsız zahmetler, kederler, gamlar yüzünden nasıldır, ne haldedir diye soruyor. İşte zarurî ihtiyaçların için, bir kaç altın. Bunları harca, bitince yine buraya gel." İhtiyar bu sözü duyunca titremeye, elini ısırıp dövünmeye başladı. "Ey eşi, benzeri olmayan Allah\'ım. Zavallı ihtiyar kulun, utancından eridi, su kesildi." diye feryat etti. Bir hayli ağladı; derdi, kederi haddi aştı. Nihayet çengi yere vurdu, parça parça etti. Parçaladığı cenge seslenerek dedi ki: "Ey Rabbimle arama perde olan, ey Hakk yolundan beni saptıran, ey benim yolumu kesen. Ey yetmiş seneden beri kanımı içen, ey kemal sahibi insanlar yanında, beni küçük düşüren, yüzümü karartan. Ey ihsan ve vefa sahibi Allah\'ım, cefalarla, suçlarla geçen ömrüme, sen acı. Allah bana öyle bir ömür lütfetti ki, o ömrün bir gününün bile kıymetini kimse bilemez, ona değer biçemez. Ben ise hayatımı, kıymetli ömrümü boş yere harcadım. Bana verilen sayılı nefeslerimin hepsini de, tiz ve pes seslerle tükettim, gitti. Ben nağmelerle uğraşırken, ırak perdesini düşünürken, firak zamanını düşünemez oldum, yâni dünyadan ayrılacağım zamanın acılığı hatırım­dan çıktı gitti. Yazıklar olsun ki zîr, efgend, hurd, makamının tizliğinden, bunu düşü­nüp, onunla meşgul oluşumdan, gönlümün ekini, gönlümde bulunması gereken manevî duygularım kurudu; gönlümse öldü. Eyvahlar olsun ki, şu yirmi dört perdenin sesi ile ömür kervanı geçti gitti. Gün bitti, akşam oldu. Ey Allah\'ım, verdiklerine razı olmayan, sızlanıp duran, feryat eden nef­simin elinden feryat ediyorum, başkasından şikâyette bulunmuyorum. Senden, maddî çıkarım için yardım isteyen kendimden sana şikâyette bu­lunuyor, senden adâlet istiyorum. Kimsecikten adalet beklemem, derdime çare bulamam; ancak bana, benden yakın olandan adalet bekler, çare bulurum. Hz. Ömer, çalgıcıya dedi ki: "Senin bu ağlayıp sızlayışın, senin ken­dinde oluşunun, ayıklığının belirtisidir. Allah\'ın aşkında fânî olmuş, kendinden geçmiş, aklını yitirmiş bir kim­senin yolu başka bir yoldur. Bu sebepledir ki, kendinde olmak, aklı ba­şında bulunmak bir günah sayılmıştır. Kendinde olmak, aklı başında bulunmak, yıkılıp giden geçmiş zaman­ı anmak demektir. Aslında geçmişi anmak da, gelecekten korkmak da Allah\'a karşı perdedir. Her ikisi de, yâni geçmiş zamanı da, gelecek zamanı da ateşe at, yak. Bu ikisi yüzünden ne vakte kadar ney gibi düğümlü kalacaksın? Sen, benliğe kapılıp, kendi etrafında döndükçe, kendini tavaf eder sa­yılırsın. Böylece, sen, kendi kendini tavaf etmekle, dinden dönmüş bir kâfirsin. Bu halle sen nasıl olur da Kâbe’ye varmış sayılırsın? Sen kendindesin, daha kendinden kurtulamadın. Hem Allah evine gelmek, hem de kendi benliği etrafında dönmek, kendini tavaf etmek olur mu? Hz. Faruk, çalgıcıya ayna olunca, ihtiyar çalgıcının rûhu da bedeninden uyandı. O, can gibi ağlayıştan ve gülüşten kurtuldu. Onun canı gitti de, o, baş­ka bir canla dirildi ve yaşamaya başladı. O zaman, ihtiyar çalgıcının gönlüne öyle bir hayranlık düştü ki, yerden de dışarı çıktı, gökten de; böylece bütün âlemi unuttu. İhtiyar çalgıcının hikâyesi oraya erişince, ihtiyar da, onun hali de perde arkasına çekildi. İhtiyar, eteğini laftan, sözden dedikodudan çekti. Ona ait, bizim ağzımızda ancak yarım bir söz kaldı” (Mesnevî c.1/1913) Hiç şüphesiz, hepimiz Mesnevî’de sözü edilen çalgıcı gibiyiz. Bizler de, Cenâb-ı Hakk’a el açar, niyâz eder, cümle dertlerimize derman ararız. Kâinatta var olan her şey bir ihtiyaca binâen yaratılmıştır ve isteyen istediğine mutlak kavuşacaktır. Eğer sebat edilirse, çalınan tüm kapılar bir gün açılacaktır. Hz. Ömer’i çalgıcının ayağına gönderen Rabbimiz, farklı bir mânâda vaktin Ömer’ini bizlere de gönderecektir. Fakat, Hz. Ömer’le birlikte gelen, Cenâb-ı Hakk’ın lûtfu keremi, aşk u muhabbeti tüm benliğimizi sıkı sıkıya sarıp sarmalamışken, hâlâ geçmişi anmak, gelecekten korkmak, ah vah edip neden niçin dikenliğinde dönüp dolaşmak, avuçlarımızın içerisindeki ilâhi rahmetten gâfil olmaya, kendi kendini tavaf edip, dinden dönmeye neden olur ki, telâfisi; “Mümin uyanık olur” hâdis-i şerîfi gereğince, içerisinde bulunduğumuz vakt’i, şuûrlu bir şekilde, zevk-i selim, zevk-i dâim, zevk-i dil, etmeyi bilmektir. Ayrıca, Hz. Ömer’in yaşlı bir çalgıcıyla yaşamış olduğu bu ibretlik menkıbe; “Mûsîki haram” fetvâsı veren bir çok kişiye de çok açık ilâhi bir cevap niteliğindedir. Hâdis-i şerîf: “Benim ümmetim “eğer” ve “keşke” demez.”.Hz. Pîr, “Sen çalış çabala da Eğer ve Keşki hastalığına yakalanma. Günler gelip geçtikten sonra eğer şunu şöyle yapsaydım bunu böyle yapsaydım deyip durma. İnsanlarla hoş geçinen Peygamber Efendimiz de eğer ve keşki sözlerini kullanmayı ümmetine men etti. Ve o sözü söylemek münafıklıktan ileri gelir diye buyurdu” (Mesnevî c.2/736) “Şu şöyle olsaydı, bu böyle olsaydı şu gerek bu gerek gibi sözler gizli şirkten doğar fakat gerçek Hakk’ın kulu süsen gibi bu vesveselerden kurtulur.” (Divân-ı Kebîr c. 2/873) “Ey aşıklar şu şöyle olmalı imiş ! böyle olacakmış ! gibi sözler var ya; bu sözler halkı almış dipsiz bir çukura sürüklemiştir. Biz bu düşüncelerden de kurtulduk bu sözlerden de, biz kurtuluşu ancak böyle bulduk.” (Dîvân-ı Kebîr c.2/875) Beyitlerin tümünü bir cümlede özetleyecek olursak: Maddi mânevî huzûr ve saadet, geçmişi anmayı terk etmek, gelecekten korkmamak, keşke, neden, niçin, eğer, bataklığına düşmemektir. Çünkü insanları umutsuz, çaresiz, bedbin edip depresyona sürükleyen her şey bu kelimelerin içinde gizlenmiştir. Fakat geçmişi anmayı terk etmek, gelecekten korkmamak yanlış da anlaşılmamalı. Amaç ve gayemize en doğru bir şekilde yaklaşabilmek için, ufkumuzu genişletip olaya farklı cephelerden de bakmak gerekmektedir. “İki gözünü aç da, önünü de gör sonunu da; kendine gel! Lânete uğramış Hakk kapısından kovulmuş şeytan gibi tek gözlü olma. Tek gözlü şeytan o kişidir ki; içinde bulunduğu zamandan başka bir zamanı görmez. Hayvanlar gibidir geçmiş ve gelecek zamandan hiç haberi olmaz. Eşeğin gözü önünü görüp sonunu görmediği için iki gözü de olsa tek gözlü sayılmaktadır. (Mesnevî c.4/1709) Bundan önceki tüm beyitlerde genel olarak: “Geçmişi de gelecek zamanı da ateşlere at yak. İçinde bulunduğun anı yaşa. Geçmiş ve gelecek yüzünden ne zamana kadar düğümlenmiş olarak kalacaksın.” diye buyuran Hz. Mevlânâ, burada son derece şaşırtıcı bir şekilde bir önceki sözlerinin tümünü tekzip edercesine, tam aksini iddia eden beyitler söylemiştir. Çok anlaşılır bir şekilde geçmişi ve geleceği düşünmeden sadece içinde bulunduğu an’ı yaşayanları şeytan ve hayvan olarak vasıflandırmıştır. Elbette bu beyitler bir önceki söylenenleri tekzip etmek değil, şimdiye kadar anlatılan her şeyin aslolan gaye ve mânâsına işâret etmektir. Geçmiş eğer tümüyle gereksiz olsaydı, Cenâb-ı Hakk Kuran-ı Kerim’de bir önceki ümmetlerin hallerini tekrar tekrar anlatır mıydı? Hz. Mevlânâ da yüz yılların gerisinde kalan nice bilinmez olayları eserleri vasıtasıyla günümüze kadar taşımıştır. Geçmiş ve gelecek zamanla ilgili gerçek olan şu ki: Geçmişi düşünerek ah, vah edip, neden, niçin, eğer, keşke, çukuruna düşmek başka şey; yaşanan olaylara ibret nazarıyla bakıp, geleceğimizi ona göre şekillendirme gayeti içinde olmak çok daha farklı bir şey. Muhammed ümmeti olmanın en büyük lûtf ü keremi; önceki ümmetlerin hallerini, âyet, hâdis ve benzeri şekillerde duyup görmek, dolayısıyla da geçmiş ümmetlerin yaşantısına ibret nazarıyla bakarak, onların isyân ve inkârları neticesinde ayân beyân görünen gaflet çukurlarına düşmemektir. O nedenle; “Geçmişten ibret alan kişi hayvanlıktan kurtulmuştur. Akıllı o kişidir ki: Dostlarının kaçınılması mümkün olmayan belâlara düşmesinden kendisi ibret alır. Şu halde Cenâb-ı Allah’a şükürler olsun ki bizi bizden önce gelip helâk olan ümmetlerden sonra dünyaya getirdi. Getirdi de, Cenâb-ı Hakk’ın geçmiş zamanlarda gelip geçenlere ne cezalar verdiğini duyduk öğrendik. Önce gelip geçenlerin başlarına gelenlerden ibret alırda bizde kendimizi kötülüklerden koruruz. O Hakk Peygamberi, O gerçek peygamber bu yüzden bir hadislerinde kendi ümmeti için “ümmet-i merhume” diye buyurmuştur. Yani Allah’ın acımasına merhametine layık olunmuş ümmet. Akıllı insanlar Firavunların, Âd kavminin, Lût kavminin başına gelenlerden ders alır. Eğer kendisi geçmiş onlanlardan ders almazsa bir başkası kendisin düştüğü sapıklıktan ders alır.” (Mesnevî c.1/3115) “Allah’ın hikmetine lûtuf ve keremine bak ki; biz ümmetlerin sonunda ahir zamanda dünyaya geldik. Yüz yılların sonuncusu ilk yüz yıllardan daha hayırlıdır, üstündür. Çünkü peygamberimiz hâdis-i şerifte: “Biz sonraya kaldık ama önce gelenleri geçtik” diye buyurmuştur. Allah’ın merhameti Nûh kavminin, Hûd kavminin helâkini bizim canımıza gösterdi onlarla bizi uyardı. Cenâb-ı Hakk onların başlarına gelenleri işitip korkalım ve onun varlığı ile birliğine inanalım diye onları kahretti. Bu iş tersine olsaydı. Ya biz evvelce gelip onlar bizden ibret alacak olsaydı vay bizim halimize vay. (Mesnevî c. 2/3055) Ayrıca şunu da önemle belirtmek gerekir ki; Cenâb-ı Hakk’ın yakini olan öyle velîyullah kullar vardır ki; onlar zamanın dahi egemenliğinden azâde olup, her türlü esaretten kurtulmuşlardır. Onlar zamana değil, zaman onlara tâbi olmuştur. Ne dünya, ne de ukbâya ait olmayan böylesine nâzenin sultanları zaman mekân kavramı içerisinde düşünüp değerlendirmeye çalışmak son derece beyhûde bir gayret olur. “Sûfi “hâle” kavuşup değeri arttığı için “vaktin oğlu olmuştur” onlar geçmişi ve geleceği düşünmeden sadece yaşadıkları anın gereğini yaparlar. Fakat, “sâfî ” olan kişi “vakt”ten de hâlden de, kurtulmuştur. Hâller vakitler onun isteğine tabi olurlar. “Sâfî” olan kâmil insan, tamamıyla Allah’ın aşk denizine batmıştır. O, vakitlerden de hallerden de kurtulmuştur. O, doğurmayan bir nûra batmıştır. Doğmamak ve doğurmamak ise Allah’ın vasfıdır.” (Mesnevî c. 3/1426) http://akademik.semazen.net/author_cv.php?id=71 https://www.youtube.com/watch?v=jcW4xb4vsRs http://blog.milliyet.com.tr/h-nur-artiran---ab-i-hayat/Blog/?BlogNo=443934 https://twitter.com/HNurArtiran http://nurartiran.blogspot.com.tr/

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

https://twitter.com/kanaryamfenerli