29 Mart 2014 Cumartesi

ayasofya cami ve gizemi

https://twitter.com/kanaryamfenerli _/\/\____________/\/\_____________ KANARYAM █▓▒░▒▓█ FENERLİ ¯¯¯¯¯¯\/\/¯¯¯¯¯¯¯¯¯\/\/¯¯¯¯¯¯¯¯¯ 921 yıl kilise olarak kullanıldıktan sonra 481 yıl da Camii olarak kullanılan Ayasofya İslam ve Hristiyanlık dinleri için büyük bir önem taşıyor. Bu eşsiz yapı bir çok gizemi de içerisinde barındırıyor. Tabuta dokunulursa Ayasofya yıkılacak Ayasofya'nın orta kıble kapısı üzerinde bir tabut var. Sarı pirinçten yapılmış bu tabutta Kraliçe Sofya yatıyor. Yalnız bir tehlike var "Bu tabuta sakın dokunmayın" deniyor. Çünkü tabuta el sürülürse büyük bir gürültü başlıyor ve tüm bina sallanmaya başlıyormuş. Kubbenin dört tarafında birer melek resmi var. Bunlar Cebrail Mikail İsrafil ve Azrail'dir. Bu melekler kanatlarını açmış bir biçimde çizilmişler. İnanca göre Azrail imparatorların ölümlerini Mikail düşman saldırılarını Cebrail ve İsrafil ise olacak olayları haber veriyor. İnananlar tabut ile bu melekler arasında bir ilişki kuruyorlar... Tabutun koruyuculuğunu da üstlenen melekler ona dokunulmasına izin vermiyorlarmış. Sandukaların 560 yıllık sırrı Ayasofya Müzesi'nde tesadüfen bulunan 560 yıllık kaftan ve örtüler heyecan yarattı. Lacma Müzesi eserlere sponsor olmak istiyor. Ayasofya Müzesi Şehzadeler Türbesi’nde geçen yaz yapılan restorasyon sırasında nefes kesen bir gelişme yaşandı. Yeşil çuhaları kaldıran uzmanlar altında kumaş eserler buldu. Türkiye’nin sayılı tekstil uzmanları arasında yer alan Sibel Arça’nın gözetiminde titizlikle yerlerinden kaldırılan eserlerin türbede gömülü olanların son giydikleri kıyafetleri olduğu düşünülüyor. Sultan Abdülaziz döneminde yapılan 11 Mart 1865 tarihli sayımda yer almayan eserler heyecan yarattı. Ayasofya Müzesi depolarında koruma altına alınan eserler konservasyon ve onarımdan sonra Topkapı Sarayı Müzesi’nde sergilenecek. 560 yıl sanduka üzerinde kalan eserlerin sergilenebilecek kadar iyi durumda olması uzmanları şaşkına çevirirken Los Angeles Lacma Müzesi konservasyon çalışmaları için sponsor olmayı önerdi bile.Lacma Müzesi’nin daveti üzerine 1 hafta boyunca burada bulduklarıyla ilgili brifingler veren Arça ‘‘Sandukaya ölünün kıyafetlerinin konması İslamiyet öncesi Türk geleneklerinden kaynaklanır’’ dedi. Arça “Osmanlı cenaze törenlerinde ölen kişinin mezar yerine kadar taşındığı tabut ve gömüldükten sonra sandukası üzerine ölen kişiyi canlı gibi temsil eden elbisesi beline kemeri ve kaması baş kısmına sarığının yerleştirilmesi kişinin soyutlanarak simgeleştirildiği yorumu yapılabilir” diye konuştu. Ölenin en güzel giysisi Sanat tarihçisi Prof. Dr. Nurhan Atasoy da ‘‘Osmanlı türbe mimarisinde kıyafetleri sandukaya koyma geleneği vardır. Ölü sandukada değil altındaki toprakta yatmaktadır. Padişah türbelerinde sandukaların üzerine kıyafet koyma kültürü olduğunu daha önce de birkaç türbede gördüm. Bunu İslam anlayışı ile birleştirmemek lazım. Kalkıp bunları giyecek değil. Böyle bir inanç da yok zaten. En güzel kıyafetini koyuyorlar’’ dedi. Yeşil çuhanın altından çıktı SANDUKA: Güvez çatma kadifeden karanfil motifli kılıf ve güvez zemin üzerine yeşil mavi beyaz güvezi ipek ve klapdan (sırma veya telle karışık eğrilmiş pamuklu ip) ile dokunmuş kemha (atkısı ve çözgüsü ipek üzeri hafif tüylü kumaş) kumaştan yakasız kısa kollu cepli kaftan. SANDUKA: Beyaz mavi ipek ve altın klaptanla dokunmuş kaftan. Karakteristik Osmanlı motifleriyle bezeli. SANDUKA: Şehzade kaftanıyla birlikte zikzak desenli Ravza-i Mutahhara’nın (Hz. Muhammed’in kabri) iç örtüsü. SANDUKA: Hanım Sultan’ın güvezi çatma kadifeden ve karanfil motifli entarisi. Ravza-i Mutahhara iç örtüsü parçaları ve Kısve-i Şerif (Kâbe Örtüsü) parçası. SANDUKA: Kısve-i Şerif ve Ravza-i Mutahhara örtüleri. AĞAÇLAR MÜZEDEN DAHA YAŞLI Bizans İmparatoru I'inci Jüstinyen tarafından 532-537 yılları arasında inşa ettirilen ve 916 yıl boyunca Ortodoks dünyasının başkilisesi 481 yıl boyunca da İslam dünyasının büyük camisi olan şimdiki tarihi Ayasofya Müzesi'nin sırları bir bir ortaya çıkıyor. Restorasyon çalışmaları sırasında 160 yıldır karanlıkta kalan kanatlı meleği ve 500 yıl saklı kalan vaftiz havuzu ortaya çıkartıldı.Şimdi de müzede kullanılan ağaçların sırrı çözüldü. ABD'li araştırmacılar yaptıkları inceleme ve tespitlerde kapılar doğramalar ve levhalarda kullanılan ağaçların meşe ardıç ve ıhlamur ağacı oldukları ve müzenin tarihinden daha yaşlı olduklarını ortaya çıkardılar. MENŞEİ KUZEY AFRİKA Araştırmacılar Müze'nin kapıları doğramaları ve levhalarında kullanılan ağaçların Kuzey Afrika'dan getirildiğini tespit ettiler. Kapılarda meşe doğramalarda ardıç levhalarda ise ıhlamur ağacının kullanıldığı belirlendi. BİLİMSEL ÇALIŞMA YAYINLANACAK Müze Başkanı Dr. Haluk Dursun ABD'den gelen araştırmacılar çok gelişmiş teknolojiyi kullanarak Ayasofya Müzesi'de kullanılan ağaçların cinsi yaşı ve menşeini tespit ettiler. Kapıların ana malzemesini meşe ağaçları oluşturuyor. Ağacın üzerine kaplama yapılmış.Yüzyıllardır ağaçlar bu nedenle korunabilmiş. Bu yaptıkları bilimsel çalışmayı makale olarak da yayınlayacaklar "dedi. KEŞİFLERE DEVAM ETMEMİZ GEREKİYOR Müze'de yapmak istediklerini de anlatan Dursun " Vaftiz havuzundan sonra keşiflere devam etmemiz gerekiyor. Öncelikli Kaybolan Medreseye hayat vermemiz gerekiyor. O Medrese yeniden canlandırılacak. Daha sonra müzenin arka kısmında bulunan imarete eski işlevini kazandırmak istiyorum. Ayrıca Müze içerisinde bulunan ancak şu anda kapalı olan 1. Mahmut kütüphanesini de yeniden açmak istiyorum" dedi. Müzenin ziyaretçi sayısının üç milyona dayandığını söyleyen Dursun " Müze artık bu kadar ziyaretçiyi kaldıramıyor. bunun için bir formül bulunması gerekir. Aynı anda içeride binlerce insan oluyor" diye konuştu. AKUSTİK ÖLÇÜMLERİ YAPILIYOR Ayasofya'nın akustik ölçümlerinin de yapıldığını belirten Ayasofya Müze Başkanı Haluk Dursun " boş zamanlarında balonlar patlatılarak hangi köşesi ne kadar akustik o ölçümler yapılıyor. Ayasofya'da mikrofon sistemi olmadığın göre akustiğin iyi oylaması gerekir.Bu tespitler şu anda yapılıyor" dedi. Ayasofya'nın tarihi 6. yüzyıla uzanıyor Ayasofya Bizans İmparatoru I'inci Jüstinyen tarafından 532-537 yılları arasında inşa ettirildi. 916 yıl boyunca Ortodoks dünyasının başkilisesi 481 yıl boyunca da İslam dünyasının büyük camisi olan Ayasofya 9'uncu yüzyıldan itibaren figürlü mozaiklerle bezenmeye başladı. 1453'te Ayasofya'nın camiye çevrilmesiyle mozaikler örtüldü. 1934'ten itibaren müze olarak kullanılan Ayasofya'ya şu anda yılda yaklaşık üç milyon kişi ziyaret ediyor. Ayasofya'nın bir sırrı daha artık sır olmaktan çıkıyor. İşte Ayasofya'nın yeni sırları... Ayasofya Müzesi Başkanı Haluk Dursun ve İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı'nın (AKBA) Genel Sekreteri Yılmaz Kurt Ayasofya Müzesi'nde düzenledikleri ortak basın açıklamasında müzenin restorasyon çalışmaları hakkında bilgi verdi. İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı'nın (AKBA) Genel Sekreteri Yılmaz Kurt Ayasofya Müzesi'nin önemini anlatarak"İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı olarak bu dünya kültür mirasının restorasyonuna ön ayak olmak bizim için kıvanç kaynağıdır." dedi. "VAFTİZ HAVUZU" Ayasofya'nın inşa edildiği Justinianus Dönemi (M.S.6 Y.Y.) ve bir iddiaya göre önceki dönemlerden kalma vaftizhane 1453'ten sonra camiiye çevrilen Ayasofya'nın iç aydınlatmasında kullanılan kandillerin yağ deposu olmuştu. 1639'da vaftizhanenin içindeki büyük "Vaftiz Havuzu" vaftizhane avlusuna çıkartılmış vaftizhane alanı Sultan 1. Mustafa'nın buraya gömülmesiyle türbeye dönüştürülmüştü. Ayasofya'nın 1935'de müze olarak faaliyete geçmesinden sonra 1943'de avlu bölgesinde yapılan araştırma kazısında yekpare mermerden oyulmuş vaftiz havuzu ortaya çıkarıldı. Vaftiz Havuzu'nunun dıştan uzunluğu 3.32 metre dıştan genişliği 2.52 metre dıştan yüksekliği 1.51 metre içten uzunluğu 3.26 metre içten genişliği 2.52 metre içten derinliği 1.16 metre basamak yüksekliği 1.16 metre. Doğu Roma - Erken Hristiyan sanatının bütün özelliklerinin yansıtan bu büyük havuzun bulunduğu vaftizhane atriumunda Osmanlı Dönemi'ne ait Bizans Sanatının sütun ve mermer örnekleriyle beraber görülebilecek. Terleyen direk Ayasofya'nın kıble tarafındaki kapılarından soldan sayılınca sonuncusunun iç tarafında bir mermer sütun görürsünüz. Bu sütunun en büyük özelliği kış ve yaz nemli olması. Bu yüzden bu sütuna "terleyen direk" deniyor. Sütunun zemininden başlayarak bir buçuk metrelik bir kısmı bakır plakalarla kaplı. İnanca göre sürekli baş ağrısı çekenleri sindirim sistemi hastalıkları olanları ve sıtmaya tutulanları bu direk tedavi ediyor. Önce iki rekât namaz kılınıyor sonra hasta avuçlarını önce bakır plakalara sonra da yüzüne sürüyor. Bu hareket üç kez tekrarlanınca hastalıklar iyi oluyor. Ayrıca elleri çok terleyen kimselerin direğin üzerinde bulunan deliğe parmaklarını soktukları ve artık ellerinin terlemediği birçok defalar görülmüş. Terlemenin nedeni İnanca göre Ayasofya'nın büyük bir kubbesi bir depremde yıkılınca 300 rahip Mekke'ye gitmişler ve orada zemzem suyundan almışlar bunu Mekke toprağı ile karıştırıpbu sütunun altına harç olarak koymuşlar. Sütunun bu yüzden "terlediğine"inanılıyor. Bir başka inanca göre de Hızır Peygamber parmağım Ayasofya'daki deliğe sokmuş ve binayı Mekke'ye yöneltmiş yani Terleyen direğin ya da diğer adıyla ağlayan direğin öyküsü görüldüğü kadarıyla Osmanlı döneminde ortaya çıkmış. İslam inançlarıyla beslenmiş. Sütunun yapısının gözenekli olduğu ve kılcal damarlar yoluyla temeldeki suyu emdiği ve bu yüzden terlediği en geçerli bilimsel açıklamalardan biri. Ama acaba neden sadece bu direği gözenekli taştan yapmışlar? Bu soru cevapsız kalıyor. Ayasofya'nın içinde büyük salonun ortasında bir kuyu var. Eskiden bu kuyu kalp hastalığına tutulanların sık sık geldikleri bir yerdi. Bunlar üç cumartesi art arda aç karnına buraya gelir sabah namazını kılar ve bu sudan içerlerdi. Bu gelenek cami müze haline getirilene kadar sürdü. Kuyunun üzerinde yaklaşık 50 santim çapında demir bir kapak var. 7 metrelik bir çubuk sarkıtıldığında dibine ulaşılamıyor. Su hâlâ mevcut tadı tatlımsı ve mineralli. Suyun ne tür bir bir bileşim taşıdığının incelenmesi gerekir. Yüzyıllardır orada durduğuna göre acaba bozulmuş mudur? Sonra niçin kalp hastalığına iyi geliyor? Bu da düşündürüyor. Yoksa suyun bir özelliği mi var? Bu soruların cevaplarını devletin yetkili kurumlarına bırakıyoruz. Geçenlerde bilim dünyası çikolatanın içinde bulunan bir maddenin hormonal etki yaptığını açıkladı. Ama bu etki özellikle aşk yüzünden kalbi kırılanların üzerinde görülüyormuş. Demek ki bu maddebeyinde aşırı üzüntü yaratan merkezi etkiliyor. Ayasofya' daki kuyunun şifalı suyunun da böyle bir özelliği neden olmasın! Esrarengiz kapılar Ayasofya'nın güney tarafında ufak ve dar bir koridorun ucunda örülmüş bir kapı var. Buna "açılmaz kapı" deniyor. Anlatılanlara göre Fatih Sultan Mehmet İstanbul'a girdiğinde Rum Ortodoks Patriği yanındakilerle bu kapının önünde dua ediyormuş. Osmanlı ordusu kiliseye girince Patrik bu kapıdan kaçıp kaybolmuş ve kapı bir daha açılmamış. Her paskalyada bu kapının önünde" kırmızı yumurta kabukları" ortaya çıkarmış. Bir de "Kapanmaz Kapı" miti var. Fetih günü Fatih'in ordusundan biri bu kapıya öyle bir vuruş vurmuş ki kapı yere gömülmüş ve bir daha asla açılmamış. Pençe nişanı Binanın güneydoğusundaki kubbeyi tutan fil ayağının bir yüzünde 6 metre yükseklikte ele benzeyen bir iz var. Kuşaktan kuşağa anlatılanlara göre fetih günü Fatih Sultan Mehmet'in atı ürkmüş Sultan eliyle bu kemere tutunmuş. Atı ise sütunun kaidesini zedelemiş. Buraya kadar bir şey yok. Ama pençe izinin yerden 6 metre yükseklikte olduğu ve bu yüksekliğe hiçbir atın erişemeyeceği düşünülürse olayın esrarı bir anda ortaya çıkıveriyor. Kapılarından biri Nuh'un gemisinden yapılmış. Avarlar Ayasofya’nın altınlarını alıyor Avarlar 575 yılında Roma’yı kuşatıyor ve Papa 1. Benedictus fidye vererek kendini kurtarıyor. Ama Avarlar 614-619 arasında bu kez İstanbul’u kuşatıyor. Patrik Sergius Ayasofya’daki kutsal ama altından olan ne varsa erittirip para haline getirerek Avarlar’a veriyor. Avarlar bir miktar da Bizanslı kadını alarak kuşatmayı kaldırıyor. Ortodokslarla Katolikler Ayasofya’da ayrılıyor 1054 yılında papanın temsilcisi Kardinal Humbold patriğin yönettiği ayin sırasında Papa’nın patriği aforoz ettiğini bildiren fetvayı açıklıyor. Ayin bozuluyor kargaşa çıkıyor. Böylelikle Ortodoks ve Katolik kilisesi birbirine darılarak temelli ayrılmış oluyor. Ayrılık 911 yıl sürüyor. 1967’de 6. Paul İstanbul’a gelerek dargınlığı sona erdiriyor. Hristiyanların Kutsal Emanetleri çalınıyor 1204 yılında Haçlı orduları İstanbul’u yağmalarken Ayasofya’da ne kadar kutsal eser varsa hepsini kaçırıyor. Geçen yıl Vatikan jest yaparak kutsal emanetlerden bazı bölümleri geri verdi. Deisis Mozaiği’ndeki Hz. İsa değil 1264’te İstanbul Haçlıların elinden kurtarılıyor. Bundan sonra Ayasofya’nın içinde Deisis Mozaiği yapılıyor. Bu mozaikteki İsa figürü ABD’li araştırmacı Roberto Solarion’a göre gerçekten İsa değil Kemerhisarlı (Tyana’lı) Apollon. (Hatırlanacağı gibi Tempo Ocak 2005’te Aytunç Altındal’ın bu konuda bir kitap hazırladığını duyurmuştu. Kitap nisan ayında piyasaya sürüldü.) Bunun ispatı ise mozaikteki İsa figürünün sağ kaşının üzerindeki yara izi. İz 11 sayısına işaret ediyor. Pisagorcu tarikat üyesi Apollon’da da bu iz var. Figürün Apollon’a ait olmasının nedeni ise paganların Anadolu’da zorla Hıristiyanlaştırılırken İsa’nın resmini yapar gibi görünseler de Apollon’un resmini yapmaları. Deisis Mozaiği’ndeki Meryem Ana değil Mozaikteki Meryem figürü ellerini İsa’ya doğru uzatmış vaziyette. Oysa Hıristiyan şeriatına göre yapılan resimlerde Meryem’in ellerinde İncil ya da İsa olması gerekiyor. Dolayısıyla bu figürdeki Meryem ‘anne’ değil Mecdeli Meryem olarak da bilinen ve Hz. İsa’nın eşi olduğu varsayılan kadına ait. Kutsal Kâse aslında Ayasofya Kutsal Kâse aslında Hz. İsa’nın içit kabı değil ‘dişil prensip’i temsil ediyor. Bu prensibin adı ‘Sofya’. Yani Kutsal Kâse’nin kendisi Ayasofya ki Hıristiyanlık inancına göre bütün kiliseler rahim örnek alınarak yapılıyor. Bunların en kutsalı da yani ‘Kutsal Kâse’ de Ayasofya. Bizans’ın ilk gizli teşkilatı Ayasofya’da kuruluyor Mikail Cellius adlı bir filozof Bizans’ın ilk gizli teşkilatını Ayasofya’nın mahzenlerinde kuruyor. Aynı mahzenler aynı zamanda Gnostik Hıristiyanların gizli kitabı Picatriks’in de çevirilerinin yapıldığı mekân. İlk düz haç Ayasofya’da kullanılıyor Hıristiyanlar İmparator Jüstinyen döneminde Akhineton Haçı adı verilen şekli bırakıyor ve düz haç modeline geçiyor. Bu da ilk kez Ayasofya’da kullanılıyor. Çapraz Haç’ın anlamı Aziz Andre’nin üzerinde idam edildiği haç çapraz formda. İstanbul’daki kilisenin kurucusu sayılan Aziz Andre’nin anısına tavana çapraz haç motifi işlenmiş. Dandolo İstanbul’u alıyor ve ölüyor Latin komutan Henricus Dandolo Papa’nın çağrısı üzerine İstanbul’u almak zorunda kalıyor. Bizanslıların tehdidi oldukça ilginç: Eğer bu kenti alırsan ölürsün. Dandolo kenti alıyor ve ölüyor. Mezarı halen Ayasofya’da. Ayasofya birçok kereler yapıldı ve yıkıldı.En son yıkılışı da Bizans tarihinde geçen Nika isyanı sırasında oldu M.S. 532 yılındaki bu isyan sırasında Ayasofya tamamen yandı. Bizans imparatoru Justinyanus kiliseyi yeniden yaptırmaya karar verdi.Yapacak mimarı bir türlü bulamadı.O günlerde çok ilginç bir olay oldu ; Bir dini ayin sırasında elindeki kutsal ekmekçiği bir arı kapıp kaçtı.İmparator arının sakladğı peteği bulup getirene ödüller vaat etti. Sonunda birisi bulup getirdi ve hayretlerle gördülerki petek mabet maketi şeklindeydi.mabedin mihrap yerinde de kutsal ekmek duruyordu. Duvarlar kubbe seviyesine gelince bu defa mimarbaşı ortadan yokoldu.Roma’ya kaçtığını öğrendiler .7 yıl sonra mimar romadaki işini de bırakıp tekrar İstanbul’a döndü. İmparator mimarbaşını görünce çok kızdı .Fakat mimarbaşı ona şöyle dedi : “Bu koca yapının temelinin çok sağlam olması gerekir . eğer kalsaydım acele ettirecektiniz ve yapının sağlamlığı tehlikeye düşecekti.”Ayasofya birçok kereler yapıldı ve yıkıldı.En son yıkılışı da Bizans tarihinde geçen Nika isyanı sırasında oldu M.S. 532 yılındaki bu isyan sırasında Ayasofya tamamen yandı. Bizans imparatoru Justinyanus kiliseyi yeniden yaptırmaya karar verdi.Yapacak mimarı bir türlü bulamadı.O günlerde çok ilginç bir olay oldu ; Bir dini ayin sırasında elindeki kutsal ekmekçiği bir arı kapıp kaçtı.İmparator arının sakladğı peteği bulup getirene ödüller vaat etti. Sonunda birisi bulup getirdi ve hayretlerle gördülerki petek mabet maketi şeklindeydi.mabedin mihrap yerinde de kutsal ekmek duruyordu. Duvarlar kubbe seviyesine gelince bu defa mimarbaşı ortadan yokoldu.Roma’ya kaçtığını öğrendiler .7 yıl sonra mimar romadaki işini de bırakıp tekrar İstanbul’a döndü. İmparator mimarbaşını görünce çok kızdı .Fakat mimarbaşı ona şöyle dedi : “Bu koca yapının temelinin çok sağlam olması gerekir . eğer kalsaydım acele ettirecektiniz ve yapının sağlamlığı tehlikeye düşecekti.”Ayasofyanın yapısı gereği bir takım efsaneleri de yer almaktadır.İşte onlardan bazıları.. *Justinyanus’un karısı İmparatoriçe Thedora , güzelliğinden başka birşey düşünmeyen çok günahkar bir kadındı.Ölünce yılanların kendisini yiyeceklerinden çok korkuyordu. Bu nedenle kurşun bir lahit yaptırdı ve kilisenin büyük kapısı üzerine gömülmesini emretti. Ancak efsaneye göre iki yılan lahitte delikler açarak girdiler ve ceseti yediler.Şimdi Ayasofya’nın giriş kapısı üzerinde görünen delikler yılanların açtığı delikler olarak kabul edilir. *Ayasofya’nın kıble tarafındaki kapılardan soldan sayılınca sonuncusunun iç tarafında bir mermer sutun var.Bu sutunun en büyük özelliği kış ve yaz nemli olması.Bu sutuna “terleyen direk “deniyor.Sutunun zemininden başlayarak birbuçuk metrelik bir kısmı bakır plaklarla kaplı. İnanca göre sürekli başağrısı çekenleri , sindirim sistemi hastalıkları olanları ve sıtmaya tutulanları bu direk tedavi ediyor.Önce iki rekat namaz kılınıyor sonra hasta avuçlarını önce bakır plaklara sonra yüzüne sürüyor.Bu üç kez tekrarlanınca hastalıklar iyi oluyor. Ayrıca elleri çok terleyen kimselerin , direğin üzerinde bulunan deliğe parmaklarını soktukları ve artık ellerinin terlemediği birçok defalar görülmüş. *Ayasofya’nın içinde büyük salonun ortasında bir kuyu var.Eskiden bu kuyu kalp hastalığına tutulanların sık sık geldikleri bir yerdi.Üç cumartesi ve art arda aç karnına buraya gelir , sabah namazı kılar ve bu sudan içerlerdi. Bu gelenek cami müze haline getirilene kadar sürdü.Kuyunun üzerinde yaklaşık 50 cm çapında bir kapak var.7 metrelik bir çubuk sarkıtıldığında dibine ulaşılamıyor .Su hala mevcut tatlımsı ve mineralli … Ancak efsaneye göre iki yılan lahitte delikler açarak girdiler ve ceseti yediler.Şimdi Ayasofya’nın giriş kapısı üzerinde görünen delikler yılanların açtığı delikler olarak kabul edilir. *Ayasofya’nın kıble tarafındaki kapılardan soldan sayılınca sonuncusunun iç tarafında bir mermer sutun var.Bu sutunun en büyük özelliği kış ve yaz nemli olması.Bu sutuna “terleyen direk “deniyor.Sutunun zemininden başlayarak birbuçuk metrelik bir kısmı bakır plaklarla kaplı. İnanca göre sürekli başağrısı çekenleri , sindirim sistemi hastalıkları olanları ve sıtmaya tutulanları bu direk tedavi ediyor.Önce iki rekat namaz kılınıyor sonra hasta avuçlarını önce bakır plaklara sonra yüzüne sürüyor.Bu üç kez tekrarlanınca hastalıklar iyi oluyor. Ayrıca elleri çok terleyen kimselerin , direğin üzerinde bulunan deliğe parmaklarını soktukları ve artık ellerinin terlemediği birçok defalar görülmüş. *Ayasofya’nın içinde büyük salonun ortasında bir kuyu var.Eskiden bu kuyu kalp hastalığına tutulanların sık sık geldikleri bir yerdi.Üç cumartesi ve art arda aç karnına buraya gelir , sabah namazı kılar ve bu sudan içerlerdi. Bu gelenek cami müze haline getirilene kadar sürdü.Kuyunun üzerinde yaklaşık 50 cm çapında bir kapak var.7 metrelik bir çubuk sarkıtıldığında dibine ulaşılamıyor .Su hala mevcut tatlımsı ve mineralli … Ancak efsaneye göre iki yılan lahitte delikler açarak girdiler ve ceseti yediler.Şimdi Ayasofya’nın giriş kapısı üzerinde görünen delikler yılanların açtığı delikler olarak kabul edilir. *Ayasofya’nın kıble tarafındaki kapılardan soldan sayılınca sonuncusunun iç tarafında bir mermer sutun var.Bu sutunun en büyük özelliği kış ve yaz nemli olması.Bu sutuna “terleyen direk “deniyor.Sutunun zemininden başlayarak birbuçuk metrelik bir kısmı bakır plaklarla kaplı. İnanca göre sürekli başağrısı çekenleri , sindirim sistemi hastalıkları olanları ve sıtmaya tutulanları bu direk tedavi ediyor.Önce iki rekat namaz kılınıyor sonra hasta avuçlarını önce bakır plaklara sonra yüzüne sürüyor.Bu üç kez tekrarlanınca hastalıklar iyi oluyor. Ayrıca elleri çok terleyen kimselerin , direğin üzerinde bulunan deliğe parmaklarını soktukları ve artık ellerinin terlemediği birçok defalar görülmüş. *Ayasofya’nın içinde büyük salonun ortasında bir kuyu var.Eskiden bu kuyu kalp hastalığına tutulanların sık sık geldikleri bir yerdi.Üç cumartesi ve art arda aç karnına buraya gelir , sabah namazı kılar ve bu sudan içerlerdi. Bu gelenek cami müze haline getirilene kadar sürdü.Kuyunun üzerinde yaklaşık 50 cm çapında bir kapak var.7 metrelik bir çubuk sarkıtıldığında dibine ulaşılamıyor .Su hala mevcut tatlımsı ve mineralli Ayasofya’nın orta kıble kapısı üzerinde bir tabut var.Sarı pirinçten yapılmış bu tabutta kraliçe Sofya yatıyor Yanlız bir tehlike var “Bu tabuta sakın dokunmayın ” deniyor.Çünkü tabuta el sürülürse büyük bir gürültü başlıyor ve tüm bina sallanmaya başlıyormuş. *Ayasofya’nın güney tarafında ufak ve dar bir koridorun ucunda örülmüş bir kapı var.Buna “açılmaz kapı” deniyor.Anlatılanlara göre Fatih Sultan Mehmet İstanbul’a girdiğinde Rum Ortodoks Patriği yanındakilerle bu kapının önünde dua ediyormuş. Osmanlı ordusu kiliseye girince Patrik bu kapıdan kaçıp kaybolmuş ve kapı bir daha açılmamış.Her paskalyada bu kapının önünde kırmızı yumurta kabukları ortaya çıkarmış. Bir de “kapanmaz kapı” miti var .Fetih günü Fatih’in ordusundan biri bu kapıya öyle bir vuruş vurmuş ki , kapı yere gömülmüş ve bir daha asla açılmamış. Kentle birlikte anılan 7 tepe, İstanbul’un“Tarihi Yarımada” olarak bilinen bölgesinde yer alır.Bunlar, Tarihi Yarımada’nın en yüksek noktaları olup bu tepelerin bulunduğu noktalar Bizans ve Osmanlı döneminin görkemli yapılarıyla süslenmiştir. 1. TEPE (SARAYBURNU TEPESİ): TOPKAPI SARAYI, SULTANAHMET, AYASOFYA 2. TEPE (ÇEMBERLİTAŞ TEPESİ): NUROSMANİYE CAMİSİ 3. TEPE (BEYAZIT TEPESİ): BEYAZIT CAMİSİ, İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ, SÜLEYMANİYE CAMİSİ 4.TEPE (FATİH TEPESİ): FATİH CAMİSİ, ZEYREK KİLİSE CAMİSİ 5. TEPE (SULTANSELİM TEPESİ. FATİH/ÇARŞAMBA): YAVUZ SELİM CAMİSİ, RUM LİSESİ, FENER 6. TEPE (EDİRNEKAPI TEPESİ/EN YÜKSEK TEPE): MİHRİMAH CAMİSİ, TEKFUR SARAYI 7. TEPE: (ÇAPA, CERRAHPAŞA, SAMATYA): HASEKİ KÜLLİYESİ Yapımına 532 de başlanan Ayasofya'nın malzemesi için Efes’teki Diana tapınağındaki kırmızı porfir sütunlardan sekiz adet getirilip yapıda kullanılırken, Dünyanın sayılı mermer ocaklarından da malzemeler taşınmış. Özellikle Eğriboz Adasından açık yeşil, Cezayir’den sarı renkli, Siga’dan damarlı pembe, Güneybatı Anadolu’dan beyaz kırmızı mermerler taşınarak kullanılmış. Günde bin usta on bin amelenin çalışması ile 5 yıl, 11 ay 10 gün süren inşaat tamamlanmış. Ayasofya çeşitli dönemlerde büyük tehlikelerle karşılaşmış ve yapı takviyesi, onarım görmüş. 55,60 metre yüksekliğinde ve ortalama 31,36 metre çapındaki devrin mucizesi olarak nitelendirilen kubbesi 1,1 metre genişliğinde 40 kaburgaya dayanmış. Yapının ağırlığını 40 tanesi aşağıda 67 tanesi yukarıda olmak üzere 107 sütun taşırken, açılan 40 pencere ile yapının bol ışık alması sağlanmış.Yapımına 532 de başlanan Ayasofya'nın malzemesi için Efes’teki Diana tapınağındaki kırmızı porfir sütunlardan sekiz adet getirilip yapıda kullanılırken, Dünyanın sayılı mermer ocaklarından da malzemeler taşınmış. Özellikle Eğriboz Adasından açık yeşil, Cezayir’den sarı renkli, Siga’dan damarlı pembe, Güneybatı Anadolu’dan beyaz kırmızı mermerler taşınarak kullanılmış. Günde bin usta on bin amelenin çalışması ile 5 yıl, 11 ay 10 gün süren inşaat tamamlanmış. Ayasofya çeşitli dönemlerde büyük tehlikelerle karşılaşmış ve yapı takviyesi, onarım görmüş.55,60 metre yüksekliğinde ve ortalama 31,36 metre çapındaki devrin mucizesi olarak nitelendirilen kubbesi 1,1 metre genişliğinde 40 kaburgaya dayanmış. Yapının ağırlığını 40 tanesi aşağıda 67 tanesi yukarıda olmak üzere 107 sütun taşırken, açılan 40 pencere ile yapının bol ışık alması sağlanmış.Bir dönem Ayasofya Müze Müdürlüğü görevi yapmış olan Sayın Erdem Yücel’in “Ayasofya’nın İslam İnanışları” adlı çalışmasında belirtildiği gibi, bu ilginç konu bilim yönünden incelendiğinde, gözenekli bir taştan yapılan sütun, zemindeki rutubeti kolaylıkla emmekte sonra da dışarıya kusmaktadır. Bu sebeple, hem Hiristiyanlar’ca hem de Müslümanlar’ca bu mermer sütun kutsal olarak tanınıyor. Ayrıca Ya Vedut Sultan’ın yürekler yakan “ahı”nın ateşinden bu sütunun terlediği de anlatılıyor. Evliya Çelebi’nin belirttiği göre Hz. Muhammed’in tükürüğü ile yapılan harç, Mekke toprağı, zemzem suyu ile burada yapılmış, onun neminden ötürü de sütun sürekli terlemeye başlamış. Kutsal sayılıp ziyaretçilerin dilek için uzun sıralar oluşturduğu delik yanına gelenler sağ baş parmaklarını deliğe sokup merkez noktasından saat ibresi yönünde tam bir tur yapacak şekilde daireyi tamamlama sırasında dileklerini içlerinden geçiriyorlar. Bu sırada baş parmakta nem hissedilirse dileğin tutacağına inanılıyor. Terler Direğin dilek deliği günümüzde öylesine ün kazanmış ki Ayasofya’yı ziyaret eden turist grupları dilekte bulunmadan müzeden ayrılmıyorlar. Ayrıca politik müze özellikli Ayasofya’ya gelen bir çok devlet adamı da “Terler Direk” de dilekte bulunuyor. Fransız Devlet Başkanı Mitterand, Bush, Turgut Özal, Micotakis Yakovas, Şah İsmail, İspanya Kralı Juan Carlos dilekte bulunanlar arasında yer alıyorlar. (İstanbul’u ziyaret eden Kral Carlos, dilek taşında parmağı ıslanırsa dileğin gerçekleşeceğini öğrenince deliğe parmağını sokmadan önce ıslatarak yaptığı hile ile gazetelere konu olmuştu). Kuyudaki şifalı su Ayasofya'nın içinde büyük salonun ortasında bir kuyu var. Eskiden bu kuyu kalp hastalığına tutulanların sık sık geldikleri bir yerdi. Bunlar üç cumartesi art arda aç karnına buraya geli}, sabah namazını kılar ve bu sudan içerlerdiBu gelenek cami müze haline getirilene kadar sürdü. Kuyunun üzerinde yaklaşık 50 santim çapında, demir bir kapak var. 7 metrelik bir çubuk sarkıtıldığında dibine ulaşılamıyor. Su hâlâ mevcut, tadı tatlımsı ve mineralli. Bu suyun ne tür bir bir bileşim taşıdığının, incelenmesi gerekir. Yüzyıllardır orada durduğuna göre acaba bozulmuş mudur? Sonra niçin kalp hastalığına iyi geliyor? Bu da düşündürüyor. Yoksa suyun bir özelliği mi var? Bu soruların cevaplarını, devletin yetkili kurumlarına bırakıyoruz. Geçenlerde bilim dünyası çikolatanın içinde bulunan bir maddenin hormonal etki yaptığını açıkladı. Ama bu etki özellikle, aşk yüzünden kalbi kırılanların üzerinde görülüyormuş. Demek ki, bu madde,beyinde aşırı üzüntü yaratan merkezi etkiliyor. Ayasofya' daki kuyunun şifalı suyunun da böyle bir özelliği neden olmasın!Tabuta dokunursanız, Ayasofya yıkılırAyasofya'nın orta kıble kapısı üzerinde bir tabut var. Sarı pirinçten yapılmış bu tabutta Kraliçe Sofya yatıyor.Yalnız bir tehlike var, "Bu tabuta sakın dokunmayın" deniyor. Çünkü tabuta el sürü-lürse-jbüyük bir gürültü başlıyor ve tüm bina sallanmaya başlıyormuş. Kubbenin dört tarafında birer melek resmi var. Bunlar Cebrail, Mikail, İsrafil ve Azrail'dir. Bu melekler kanatlarını açmış bir biçimde çizilmişler. İnanca göre Azrail, imparatorların ölümlerini, Mikail düşman saldırılarını, Cebrail ve İsrafil ise olacak olayları haber veriyor. İnananlar, tabut ile bu melekler arasında bir ilişki kuruyorlar... Tabutun koruyuculuğunu da üstlenen melekler, ona dokunulmasına izin vermiyorlarmış.Esrarengiz kapılar Ayasofya'nın güney tarafında ufak ve dar bir koridorun ucunda örülmüş bir kapı var. Buna "açılmaz kapı" deniyor. Anlatılanlara göre Fatih Sultan Mehmet İstanbul'a girdiğinde Rum Ortodoks Patriği yanındakilerle bu kapının önünde dua ediyormuş.Osmanlı ordusu kiliseye girince, Patrik bu kapıdan kaçıp kaybolmuş ve kapı bir daha açılmamış. Her paskalyada bu kapının önünde" kırmızı yumurta kabukları" ortaya çıkarmış... Bir de "Kapanmaz Kapı" miti var. Fetih günü, Fatih'in ordusundan biri bu kapıya öyle bir vuruş vurmuş ki, kapı yere gömülmüş ve bir daha asla açılmamış...Pençe nişanı Binanın güneydoğusundaki kubbeyi tutan fil ayağının bir yüzünde 6 metre yükseklikte ele benzeyen bir iz var. Kuşaktan kuşağa anlatılanlara göre, fetih günü, Fatih Sultan Mehmet'in atı ürkmüş, Sultan eliyle bu kemere tutunmuş. Atı ise sütunun kaidesini zedelemiş. Buraya kadar bir şey yok. Ama pençe izinin yerden 6 metre yükseklikte olduğu ve bu yüksekliğe, hiçbir atın erişemeyeceği düşünülürse, olayın esrarı bir anda ortaya çıkıveriyor.Gizli ayin Bir başka olay Kanuni Sultan Süleyman döneminden. Gece bir derviş grubu camiye ibadet etmek için geliyormuş. Uzaktan Ayasofya' nın bütün ışıklarının yandığını görmüşler, içeriden ilahi sesleri geliyormuş.Dervişler korkup içeri girmemişler, olay padişaha iletilmiş. Kanuni adamlarıyla bizzat gelmiş ve dışarıdan olayı aynen görmüş. Sonra içeri girilmesini emretmiş ama içeri girenler kimseyi bulamamışlar. Her yer kapkaranlıkmış. Bu da Ayasofya'nın, halk deyişiyle, pek tekin bir yer olmadığına işaret eden bir efsane... ayasofyanın mucizelerinin sonu gelmiyor... Büyük kıble kapısının kanatlarının Nuh'un gemisinin tahtalarından yapıldığı bir diğer inanç. Eskiden deniz seferine çıkılmadan önce, yolcular bu kapıya gelir, dua eder ve Hz. Nuh'tan yardım dilerlermiş... Ayasofya'nın hikâyesi bundan ibaret değil. Birçok defa yıkılıp, sonra yeniden yapılan bu güzel yapının tarihi, insanoğlunun Dünya'daki serüveninin küçük bir parçası sanki... http://wowturkey.com/forum/viewtopic.php?t=96902 http://www.resimbul.com/ayasofya/ayasofya-bilinmeyenleri.xhtml http://www.onaltiyildiz.com/haber.php?haber_id=2147 http://turancumhuriyeti.blogspot.com.tr/2011/12/davudun-kalkani-mi-demeli-yoksa-muhr-u.html http://pratik-zeka.blogspot.com.tr/2012/04/blog-post_4948.html http://istihbaratdunyasi.wordpress.com/2012/08/03/illuminati-9-kral-davutun-hikayesi-the-story-of-the-king-david-cc-diversepro_blog/

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

https://twitter.com/kanaryamfenerli